örtülmüş toprak, altındaki sayısız ölünün üzerine. bir nefes ile ayakta sapasağlam duranlar, bir kürekle şimdi yerin bilmem kaç metre altında bir çamur içinde bekliyor yaşayanların henüz ne olduğunu bilmediği şeyi. aynı meyhanede, aynı şarap şişesinden yudum yudum ıslattığın dudaklarının arasından çıkan her kelimeyi en çok bir yerlerine takan insan şimdi yok. her meyhanede başka şişenin insanları yaşıyor ölümü, ama en çok senin şişenden içen üzüyor gidince. diğerleri değil de, onun gidişi seni yalnız bırakıyor.
verdiğin son sözü bile tutamıyorsun, o ölünce ağlıyorsun. ulan hayvan! ağalama demek kolay... ben ölsem sen ağlamayacak mıydın? yalnızlık, kendi kendine konuştuğun zamanlarda gösteriyor kendini iyice. odanın karanlık duvarı, karşı pencereden uçuşarak geçen araba farlarına arena oluyor, kayıp geçiyor sesiyle birlikte parlak çizgiler. aynı oda, aynı şarap şişesi, aynı küllerle dolu kültablası, aynı adam... sen yoksun bu sefer. ben varım sadece. hani satmaca yoktu lan? gittiğin yeri de şenlendir dost. ben kalirim geriye... aynen dediğin gibi!
Bazen öyle insanlar çıkar ki karşına, öyle zayıf anlarında yakalarlar ki seni, o şiddetli sarılışları onlarla yaparsın. Tabiki o da karşılık verir sanki yerini o an için dolduruyormuş inancıyla sen zorladıkça zorlayan cinstendir. Yok, ama bilmezki bu ayrıdır. Şimdi yoksun. Uzaktasın... Kulaklarım o her sabah beni uyandırdığın sese muhtaç şimdi. O merakla gittiğim, gördüğüm, yaptığım, ettiğim her yeri her şeyi dinlemeye hazır seni özlüyorum. Uzak değilsin belki ama sana istediğim an uzanamayan ellerimi bir yerlere sığdıramıyorum.
Her şey içimde patlıyor; seviçler, kederler, kaygılar... Kimse yerini tutmuyor. Olmuyor işte; diyeceksin kocaman oldun ne bu çocukça yalnızlık. Bu yalnızlık değil, sensizliğe alışamamanın sitemi her boşlukta beni saran.
Yine de uzaklarda olsan da varlığını bilmek güzel.En azından senin için birseyler yapıyor olmanın gururu ve inancıyla yaşıyorum.
Seni çok seviyorum...