sen de alıp başını gitme

entry6 galeri0
    1.
  1. "Orada mısın ?" diye sordu. Yine hiçbir cevap alamadı. Esma hiç ses çıkarmıyordu ama oradaydı ve bunu kapının ardından orada olup olmadığını soran Eren de biliyordu. Esma, sakinleşip bir cevap vermek istese de sinirliyken istemsizce gıkını çıkaramıyordu.

    Hoş, Eren'in sorusu da saçmaydı, onu bu soruyu sormaya iten faktörler de. Esma'nın bir kapının ardına saklanması da saçmaydı zaten. Fakat mantıklı bulmadığımız şeylerin listesini yapmaya kalkarsak buradan Endonezya'ya yol olur.

    Eren içinden, "neden hep aynı şey oluyor ?" diye geçirdi. Oysaki daha bir kaç dakika evvel her şey güllük gülistanlıktı. Tamam, yine birbirlerine "canım", "hayatım" gibi sevgi sözcükleriyle seslenmiyorlardı ama yine de araları iyiydi. Esma'nın neden bu kadar agresif davrandığını bir türlü anlamıyordu. Bir tartışmayı belli bir düzeyde tutmak, birbirlerini kırmamak, çığrından çıkarmamak bu kadar zor olmamalıydı.

    Yoksa, artık birbirlerine tahammül edemiyorlar mıydı ? Evlilikleri bitmek üzere olabilir miydi ? Bunları düşünürken gözlerinin daldığını farketti. Batmak üzere olan güneşin salonun girişindeki ferforjenin üzerine yansıyarak vazonun üzerinde oluşan izdüşümüne odaklanan gözlerini ayırarak, başını aşağı doğru eğip, banyo kapısının anahtar deliğine doğru seslendi; "lütfen yapma böyle...".

    Esma "sen zaten..."li bir cümle kurmuştu, Eren de "neden öyle diyorsun ki?" diye sormuştu. Esma ise "hah!" diye aristokrat bir gülüşle karşılık verip, "o kadın" gibi bir sıfatla Eren'in annesini hedef almıştı. Bir yerde de Eren'i hedefleyen bir "böyle demene hiç şaşırmadım" vardı ki çok manidardır, evlenmeden önce Eren'e en çok söylediği sözlerden biri "beni sürekli şaşırtıyorsun" idi.

    Banyonun kapısından "tıkırtle" diye bir ses geldi. Esma dışarıya çıktı, kocasının yüzüne bakmadan yatak odasına doğru yöneldi. Bu sefer de yatak odasının kapısı "tıkırtle" dedi. Tıkırtle şu sıralar Eren'in hiç hoşlanmadığı bir sesti.

    Esma bir süredir kapı ardına sığınmakta buluyordu çareyi. Başka bir yol bulamıyordu çünkü. Kendisini yeterince suçlu hissediyordu, çelişkiler içerisindeydi, bir de hiçbir şey yokmuş gibi Eren'in yüzüne bakmak ağır geliyordu. Bu yeni bir şey değildi. Herhangi bir nedenden ötürü küçük çapta bir tartışma çıkıyor ve sonu bir şekilde bu raddeye geliyordu. Artık birbirlerine isimlerinden ve ikinci tekil şahıs zamirinden başka bir şekilde hitâp etmeyen bu iki insan, neredeyse bu tip bir hikayeye konu olan her evli çift gibi birbirlerine aşık olarak evlenmişlerdi. Şimdiyse ne kadar acınası bir duruma düşmüşlerdi...

    Kendine acıyordu Esma. Acımasının nedeni, bu yitik evlilikte üstlendiği ezik ve çaresiz roldü. Artık o deliler gibi aşık olup evlendiği kocasının suratını görmeye, sesini duymaya katlanamıyordu. işin garip yanı, kocası ona hiçbir şey yapmıyordu. Eren ise Esma'yı hâlâ ilk günkü gibi seviyordu. Fakat gıkı çıkmasa da Esma'nın bu agresif tavırları yüzünden iki çift laf edememelerinden kelli o da Esma'ya katlanmakta zorlanıyordu. Şimdi Esma'ya haksızlık olmasın, tümden sevmiyor değildi Eren'i. Hâlâ bir hakkı hukuku vardı gözünde Eren'in. Fakat Eren'e sadece bağırıp çağırıyordu artık. Hem sevmek yetmediği için bu hâle gelmemişler miydi zaten ? Esma duygularının artık ne söylediğini anlayamıyordu. Tek bildiği bu evlilik yürümüyordu ve kocası artık aşık olup evlendiği adam değildi. Eren değişmemişti aslında ama Esma'nın ona bakışı değişmişti. Eren'in yaptığı fiziksel veya psikolojik hiçbir kötü davranış söz konusu değildi. Fakat Esma, kendi içinde yaşadığı tüm gel-gitlerin üzerine, bu gerçekle de yüzleşip suçlu hissetmek konusunda master yapmak istemiyordu. içinde bulunduğu durumdan yeterince tiksiniyordu. Kendinden ve kocasından nefret ediyordu, dahası herkesten nefret eder hâle gelmişti. Böyle olsun istememişti belki de, ama olmuştu işte. Bu belkide, evlenmeden önce dahi evlenmek için can atan kendisinin, kendisini tam olarak tanıyamadığından olmuştu. Yaşı ilerlemeye başladıkça gerçeklerle yüzleşmiş, istediği hayatın bu olmadığını, hayatını böyle geçirip gitmek istemediğini hissetmeye başlamıştı belkide. Kendisi de emin olamıyordu hislerinden. Bunları düşünmeye bile, şu aklından geçen düşüncelere bile tahammülü yoktu artık. Dört duvar arasında sıkışmış, bıkmış, usanmış bir kadındı artık o. Aslında hep bu evliliğin hayaliyle yanıp tutuşmuştu, ne kadar da garipti. Evlenmeden önce, sanki Eren'in sadece o evdeki varlığı dahi kendisini mutlu etmeye yetecekmiş gibi geliyordu. Ne kadar da şaşılacak iş! Olanlara bakın, artık Eren isminden bile nefret ediyordu. Ama tüm bunların yanısıra ona şefkat duymaktan da geri kalmıyordu. Tüm kinini bir tartışma çıksın da suratına kusayım diye içinde biriktiriyor, malum tartışma anı vuku bulana kadar Eren'e renksiz, kokusuz ve tatsız da olsa iyi davranıyor ve ardından bir bıçak gibi saplıyordu haksızca suçlamalarını kaç senelik kocasına. içi cızlasa, içinde bir yerde, bir şeyler eriyip gitse dahi geri kalmıyordu tekrar ve tekrar bunu yapmaktan.

    Daha şaşılası olanı, hayatında başka biri de yoktu Esma'nın. Başka bir erkeğe aşık olup kocasına böylesine kötü davranan bir kadın değildi. Hiç aldatmamıştı kocasını. Kocası da ona hep sadık kalmıştı. Bir kaç defa, iş hayatında ezkaza karşısına çıkıp resmen asılan bir iki kadın olmuştu ama kocası bu kadınlara gereken cevabı vererek alnının akıyla çıkmıştı karısının karşısına. Dışarıdan bakıldığında gıpta edilen bir evlilikleri vardı zaten, herkes Eren ve Esma ne güzel bir çift, birbirlerini ne kadar çok seviyorlar, ne kadar sevgi ve saygı dolu bir evlilikleri var diye konuşuyordu haklarında. Gerçekten de herkese nasip olmayacak kadar mutlu bir yuvaları olmuştu şimdiye kadar. Mamafih işler değişmişti. Evlilikleri, maddi ve birbirlerinin aileleriyle olan ilişkilerindeki problemlerle boğuşmaktan sebeple harap olmuş, yıpranmış, Eren'in Esma'ya karşı değil ama Esma'nın kocasına olan sevgisini ve hatta neredeyse saygısını da bitirmişti.

    Zira Esma'nın kayınvalidesi daima oğlunu, gelinini ve dolayısıyla onların evliliklerini kontrol altında tutmaya çalışan, dahası kontrol etmediği müddetçe gelinine sorun çıkaran; sözümona huysuz bir kadındı. Fakat gelin görün ki, aşırılıklarının olduğu doğru olsa dahi, çoğu zaman söyledikleri ve yaptıklarında haklı çıkan bir kadındı. Esma'yı en çok sinir eden, tahammül sınırlarını zorlayan, kendini iyiden iyiye yetersiz hissedip kocasına psikolojik bir şiddet uygulamasına sebep olan; ve sonuç olarak evliliklerinin köküne kibrit suyu döken mesele buydu.

    Tüm bunlar olurken salt "orada mısın ?" sorusuyla bu hikayeyi başlatan ve bir daha "Esma lütfen..." demekten başka bir halt etmeyen müstakbel kocamıza geri dönelim. Kendisi şu satırları yazarken ben, tahayyülümde bir güzel ağlıyor. Fonda Zeki Müren çalıyor, masada bir 35'lik yarılanmış duruyor, hafiften gözleri flulaşıyor, aklında karısı, kafasında kuruyor da kuruyor. "Ayrılacak benden... Kaç senelik karım, ayrılacak benden... Canımdan çok sevdiğim. Ayrılacak, bırakıp gidecek beni..." şeklinde dünyaya lânetler savuruyor, beddualar ediyor, "yazıklar olsun" diyor, "bu aşkımın bedeli, seni senden istiyorum" demiştim ben sana diyor, "ne bahardan bir yaprak ne bulutlardan bir yağmur, artık söylüyorum söylüyorum bak; seni senden istiyorum".

    Kuruyor da kurmakta haksız mı değil mi siz karar verin. Şarkılarla konuşmayı, onlarla sevişmeyi severdi Eren. Şarkıları bir silah gibi beline takar öyle gezerdi Eren. Ve hem benim tahayyülüme hem de dolayısıyla Eren'in tahayyülüne dönelim, Zeki Müren'in nazarındaki hukuku en az karısınınki kadar kuvvetliydi Eren'in. "Seni Senden istiyorum" diyerek evlenme teklifi ettiği karısından ayrılarak şimdi de "Aşk Kurbanı" olacaktı, sonra da şu anda da olduğu gibi bir meyhanede alacaktı soluğu, tek başına içerken yanına gelip de "derdin nedir hemşerim, yalnız başına gelip dertli dertli içiyorsun her gece ?" diye soran birisi olursa "Sorma Arkadaşım" diye cevap veririm diye geçiriyordu içinden. Sonra durup durup daldığı karşısındaki boş sandalyeden kafasını kaldırıp, gözlerinden birkaç damla yaş süzülürken; "ben böyle dünyanın ta amına koyayım" diye içine doğru ağlamaya başlıyordu. içine doğru çok ağlardı Eren, öyle ki salt bu sebepten genç yaşta saçları beyazlamıştı.

    Korkaktı Eren. Dışarıya çok güçlü görünse de aslında çok korkaktı. Sevdiklerini düşünürdü. Sonra kendisini düşünür ve daha da sonra sevdiklerini bir kez daha düşünürdü. Yapısı böyleydi, düşünmeyi her anlamıyla, dolu dolu, basbaya severdi. Bu düşünceli insan, bir çok zaman bu huyu yüzünden kaybederdi. iyi niyetli, çok seven, sevmeyi bilen; sevdiklerinin kıymetini bilen biriydi Eren. Fakat bazen karşısındakini çok sevmesinden mütevellit üzebilirdi, kızabilirdi; bağırıp çağırabilirdi. Olsun, o kadar kusur kadı kızında da olurdu. iyi bir insandı Eren, nacizane iyi bir insan olduğunu düşünür, öyle olmaya özen gösterirdi. Ama karısı da iyiydi, kendisi gibi dünyaya, salt "ben ve sevdiklerim iyi, mutlu, sağlıklı ve huzurlu olalım da para pul, vesaire; gerisi önemli değil" zihniyetiyle bakan bir kadındı. Böyle bir insan olduğunu bildiği için evlenmişti onunla. Ve tabii aşık olduğu için. Fakat gel gör ki dünyanın gerçekleri böyle değildi. Değişim, değişmeyen tek gerçekti.

    "Her insan yeterince fazla yaşarsa, kötüye dönüşecektir" diye içinden geçirdi hatırlamadığı bir filmden olan bu repliği ve fondipledi bardağındaki yaş üzüm'ü. Bir duble daha doldurdu...

    Karısı ondan ayrılacak olsa bile onun için kötü bir insan olmayacaktı elbet. Ama Eren, bu dünyanın hakkına hukukuna isyan ediyordu. "Neden hep böyle olmak zorunda, neden beni seven kadın bir gün benden soğumak zorunda ?", "ve dahası; neden ben bu gerçeği bilmek ve her seferinde bile bile lades demek zorundayım ?".

    "Evlendiğim kadında bile..."

    Doğruydu söyledikleri, Eren'in hayatı hep böyle manidar olaylarla doluydu. Esma'dan önce bir kaç kişiyle daha uzun beraberlikler yaşamış, sevmişti onları da. Fakat her seferinde, terkedilip bir kenara paçavra gibi atılmıştı. Oysaki onun tek problemi, sevmekti. Adam gibi.

    Neyse, hadi biz o kavganın gecesine dönelim.

    Saat: 03:18
    Yer: Eren ve Esma'nın evi

    Eren zilzurna sarhoş bir şekilde taksiden iniyor, Esma bütün gece uyumamış, taksinin kapısının nispeten fazla ses çıkararak kapatıldığını duyunca yatağından fırlamış, "kesin bizimkidir..." diye camdan aşağıya bakıyor, ayakta zor durduğunu görünce içi bir sızlıyor ama yatağa dönüp uyuyor numarası yapıyor. Bir kaç saat önce yastık ve battaniye götürmüştü zaten salona Eren için. Ama illâ ki gelecek bu gece yatak odasına, hiç uyumadığını veya gelişinin yarattığı gürültüyle uyandığını tahmin ederek konuşmak isteyecek, bu konuşma yeni bir kavgaya sebebiyet verecek ve belki, hiç yapmamış olsa bile daha önce; söyleyeceklerinin çarpıcılığı nedeniyle Esma'ya bir tokat atacak... Bunların bir kısmını biliyor bir kısmını da tahmin ediyor Esma.

    Eren sokak kapısında anahtarı zar zor denk getirip kapıyı güçlükle açıp içeri giriyor, salonun ışığını açıp kanepede duran yastık ve battaniye ikilisini görüp bir kaç saniye öylece boş boş bakıyor. Bu sırada sabit durduğu hâlde sağa sola doğru yalpa yapıyor. Ardından ışığı söndürüp yatak odasına doğru ilerliyor. Odanın kapısına gelince, ışığı açmadan bir iki saniye odanın kapısından Esma'nın nefes alıp verişini duymaya çabalıyor, uyuyor mu uyumuyor mu diye anlamak için. Anlayamıyor. Esma ise yanaklarından süzülen bir kaç damla gözyaşıyla içinden "lütfen git buradan, git..." diye geçirmekte. Eren eliyle ışığı açmak üzere duvara doğru yelteniyor ama eli bir gidip bir geliyor. Eli hâlâ havadayken gözlerini kapayıp ağlamaya başlıyor sessizce ve kontrolsüzce. Ağzı bir karış açılmış, salyaları akıyor ağlarken. Hafif bir nefes alıp vermeyle karışık hıçkırık sesi duyuluyor. Esma ağladını anlıyor. Böylece Esma'nın da ağlayışı ivme kazanıyor, daha falza şiddetleniyor, çok geçmeden benzer bir sesi o da çıkarıyor.

    Karanlık yatak odasında birbirlerinin yüzüne dahi bakmadan ağlayan bir çift mizanseni bu. Biri yatağın içinde tüm çaresizliğiyle, tüm çelişkileriyle, tüm suçluluğuyla; bir diğeri odanın kapısının önünde, hem de bir eli havada "ışığı açsam mı açmasam mı" çelişkisinde, hıçkıra hıçkıra ağlıyorlar.

    Eren'in yavaşça dizleri kırılıp yere doğru düşüyor. Ardından kafası öne eğiliyor ve kapaklanıyor yere. Secde pozisyonunda ağlıyor. Esma Eren'e doğru dönüp bir yandan ağlarken bir yandan da manasız bir şekilde kâh sesi fazla çıkmadan ağlamak amacıyla kâh salyalarını kontrol etmek için kâh da Eren'e bakarken kafasından geçen "biz ne hâle geldik" düşüncesinin etkisiyle eliyle ağzını kapatıyor. Bu sırada ikisinin de güzel anıları gözlerinin önünden, sonu hüzünlü biten bir aşk filmi edasıyla geçip gidiyor. Esma bir anda kalkıp Eren'in yanına oturuyor, ona sarılarak ağlamaya devam ediyor. Eren de kafasını yerden kaldırıp Esma'ya sarılıyor. Yavaş yavaş ağlamaları bitiyor. Eren doğrulup, gözlerinin içine boş boş bakıyor Esma'nın. Esma da ona bakıyor. "Seni seviyorum" diyor Eren. Esma da "ben de" diyor. "Gel" diye ekleyerek yatağa doğru dönüp ayağa kalkıyor Esma, Eren'in elinden tutarak. Eren Esma'nın koynunda cenin pozisyonunda yatıyor. ikisi de gözlerini bile kapamadan düşünmeye devam ediyorlar bir süre daha. Eren biraz sonra sızıp horlayarak uyumaya başlıyor mamafih Esma sabaha kadar uyumayıp tavanı izliyor. Arasıra gözyaşları yanaklarından süzülmeye devam ediyor...

    Sabah Eren uyandığında yatakta yalnızdır. içeriye gider, salonda kimse yoktur. Mutfağa doğru seslenir "Esma ?" diye, "Orada mısın?" diye ekler, yanıt alamaz. Buzdolabının üzerinde bir not görür, üzerinde "bizim için çok geç sevgilim" yazan. içinden geçirir, "Ela Gözlerini Sevdiğim";"Böyle Ayrılık Olmaz" diye.

    Ama olur. Her ayrılık önceden bilinir çünkü. Hiç kimse kimseyi bir gün ayrılacağını bile bile sevmez ama içten içe hepimiz biliriz bir gün ayrılacağımızı. Bu yüzden, ayrılık her şekilde vuku bulabilir. Şaşılacak olan ayrılık değil, bir gün "o gün"ün geleceğini bildiğimiz hâlde, geldiğinde buna şaşırıyor olmamız.

    ...Velhasıl, "böyle ayrılık" oldu. Meyhaneler Eren'siz kalmasın diye oldu. Eren şarkılarla konuşsun, onları bir giysi gibi giysin üzerine diye oldu. Esma kendini daha iyi hissetsin diye oldu. "Sefa" denen arkadaşı birileri çeksin diye "cefa" da çekilmek zorunda çünkü.
    1 ...
  2. 2.
  3. 3.
  4. Bir Cem Karaca şarkısıdır. Alır götürür insanı.
    0 ...
  5. 4.
  6. funda arar'ın süper yorumladığı bir cem karaca şarkısı.
    0 ...
  7. 5.
  8. cem karacanın en güzel en sağlam şarkısıdır yeri ayrıdır hepsinden.
    0 ...
  9. 6.
  10. harika sözler sahip cem karaca şarkısı.
    Ben suyumu kazandım da içtim.
    Ekmeğimi böldüm de yedim.
    Alkışı duydum, ihaneti gördüm.
    Sesim de oldu, sessizliğimde.
    Seviştiğimde oldu benim.
    Sende başını alıp gitme ne olur. ne olur tut ellerimi.
    Hayatta hiçbir şeyim az olmadı senin kadar,
    Hiçbir şeyi istemedim seni istediğim kadar.
    Sende başını alıp gitme ne olur. ne olur tut ellerimi.
    Ne olur...
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük