o gün erken kalkıp şantiyeye uğramak için yola koyuldum.
kim tarafından koyulduğumu hatırlamıyorum ancak yola koyulduğumdan eminim.
tam siteden çıkacakken Selçuk un arabasının yol kenarında kaputu açık bi şekilde durduğunu gördüm.
yanına geldim ve camdan kendisine seslendim;
- ednan bey sizinle çok acil konuşmamız gerekiyor. nihal i harcayacaklar taklım. dedim.
gülümsedi ve tekrar aracın motoruna doğru boş gözlerle bakmaya başladı.
"hayırdır komşu?" dedim.
"bilmiyorum valla birden istop etti." dedi.
"renk söylemedi mi?" dedim.
"nasıl?" dedi anlamamış gözlerle.
"nasır değil göt çıbanı..." şekline yapıştırdım cevabı.
istop ne hıaammına?!
indim tiitiimden ve aracına bindim.
bikaç defa marşa bastıktan sonra durumu anladım.
"daşşak bitmiş." dedim.
"nasıl?" dedi yine.
"daşşak diyorum daşşak. bitmiş."
"ne diyorsunuz ismail bey?!" diyerek çıkışacak gibi oldu.
"marş motoru diyorum, deforme olmuş heralde. değişmesi gerekebilir."
"ha tamam anladım." dedi.
"neyini anladın amk mal gibi bakıyosun." diye geçirdim içimden.
"sen bin, ben iticem. vurduralım." dedim.
vurduralım derken pis pis gülümsedim.
bindi bu arabaya, çevreden geçen bi kaç kişi de sağolsunlar yardıma geldi ama itiyoruz itiyoruz tık yok.
"Selçuk bey napıyorsunuz azizim?! yeter artık." diye çıkıştım.
"ya ismail bey kusra bakmayın ama siz geçseniz buraya. ben vurdurmayı bilmiyorum da..."