öncelikle selülit yakın zamanda ortaya çıkmış, kırım kongo kanamalı ateşi misali bir hastalık değildir. bulaşıcı hiç değildir o ayrı bir durum. tarih boyunca olmuştur olacaktır. ancak konumuz o değil tabi.
magazin basını selüliti yeni bulunmuş bir çeşit hastalık zannetmekte herhalde, o nedenle kameralarını, objektiflerini milletin götüne götüne sokmaya çok meraklılar nitekim son yıllarda.. yahu kadın 3 çocuk doğurmuş onu geçtim yaşı olmuş 40 küsur aman da sabahlar olmasın yakaldık diye haber yapıp şen olmaktalar..
birincisi; ben 3 çocuk annesi, 40 kusür yaşa gelmiş kadının götünü ya da daha kibar tabirle poposunu televizyon ekranımda görmek istiyor muyum? onu geçtim döner teknesi misali döndür döndür pişmiş yerleri tekrar tekrar seyretmek istiyor muyum? ya da onu geçtim banane kardeşim kadının bacağından, poposundan..
sonra da abazanlık, türkiye de erkeklerin sorunları, gösterip vermeyen hatunlar vs vs... sen evladına, öğrencine adam gibi cinsel eğitim vermezsen vajinasına kuku, penisine alet dersen adam napsın aletim var tamirciyim ben diye hayaller kurup onun bunun kızına, bacısına sarksın, namus elden gitti diye kızı öldürsünler, ya da bu tamirci gence versinler hayat boyu sürünsünler...
o değil de magazin programlarından sosyal tespit yapmak amacım değil benim. hadi geçtim onu da yaparım sanane. ancak magazin programı diye bana verilen, evli barklı kişilerin birbirlerini aldatması, akabinde aldatılan kadının şarkıcı olması, erkeğin playboy olması, kimin kucağından inmemiş olması, ya da ayyy çocuğum bunlardan yanlış etkilenmesin yıkarım ortalığı nidaları atıp, gayrı meşru çocuk yapması... saymakla bitmez efendim bu insanların densizlikleri...
yahu konu nereye geldi?... nihayetinde portakal görünümünde bir hayat istemiyorsanız poponuzu açmayacaksınız, ola ki açtınız kameraman çağırmayacaksınız... üff sabah sabah delirten oynar güdümlü başlık.
cümleten malumumuzdur ki yazın gelmesiyle milletçe en önemli problemlerimizden biri haline geliverdi selülit.
cumhurbaşkanlığı seçimi, Abdullah gül'ün geçmişi, akp'nin oy oranı falan hikaye yani. Güdemimiz şudur: hangi ünlünün selüliti var, hangi ünlünün yok.
haliyle bu pek bir mühim olduğu üstüne basa basa tekrar edilen mesele vatandaşa da sıçradı. artık selülit sadece Hülya Avşar'in, Lerzan mutlu'nun problemi değil.
genç kızların ayna karşısındaki selülit kontrolü seanslarını, "ay kola içemem, yeşil çay olsun" sakıncalarını, toplantılarındaki birinci gündem maddesinin selülit olmasını falan anlıyorum bir yere kadar da, 50'sini aşıp, 4-5 çocuk dünyaya getirerek kadınlıktan malulen emekli olmuş teyzelerimin, bacaklarını kırk yılda bir gören, ondan da gözünü kapayıp pardon karıcım diyecek kocalarını bahane ederek, termal sauna şort ve lut gölü tuzuuuu - ki burası koptuğum yerdir benim, lut gölü tuzu imiş, van gölü tuzu olmamış herhalde canavar çıkar fobisinden olsa gerek- , portakallı selülit kremleri gibi dahiyane icatlara abanmasını harrrbiden anlayamıyorum.