göz yaşlarımın içindeki tüm çığlıklar suskun gidişine,
baksana yokluğunun en meçhul saydamlığı kanıyor tüm renklere
fırtınaya tutunan tüm eli yaralı çocuklarar pişman,
arşa değmez günahların kanatsız yarınları pek yavan,
şimdi o kadar piç bıraktın ki bu masalı;
ışığa hapsolmuş şehvetinin en karanlık vebali gülümsüyor gelişine.
gelişine vurduğun her bir piç benliğin intihar çocukları dokunuyor tenime...
bu anımı sizlere bu liriklerimle tasvir etmek istedim.
merhaba,
ben pembe tolga
yine güzel bir günün sabahına eşsiz balkonumdan "merhaba" demiştim. insanın ruhuyla bütünleşen otantik huzur kokusu ciğerlerime nüfus ediyordu. her sabah olduğu gibi ahmel gagalı güvercinler de, bu güzel sabaha benimle birlikte eşlik etmekte kararlıydı. ne de güzel hayvanlardı bu güvercinler...
istisnasız her sabah pencereme uğrarlar, yemliklerine bıraktığım bir kaç yüz dolarla marketten canları ne çekerse onu alırlardı. henüz yumurtadan çıktıkları günden itibaren annelerini kovup erkek yavruları himayem altına almıştım. o günden beri benimleler.
ilk 1-2 yıl her ne kadar zorlansalar da paranın gücüne itaat edip kapitalist hayatımı onlar da benimsemişti. o kadar eğitimliler ki, bazen paraları alışverişe yetmediğinde markete borç bile yapabiliyorlar. gelecek sene de, onlara mahalledeki tüm erkek kuşlara tecavüz etmeyi öğreteceğim.
bu doğa harikası kanatlı meleklerin gelecekleri hakkındaki akıbetlerini düşündüğüm sırada, balkona tüm yavaşlığıyla robotum gri tlg'nin yaklaştığını gördüm. yine muzipliğinden ödün vermemişti. popoma bir şaplak attıktan sonra mekanik sesiyle usulca seslendi:
- günaydın tolga bey. saat 06.45, hava sıcaklığı; öğlen 33°C, gece 22°C olması bekleniyor. (bir yandan kıskaçlarıyla hala popomu sıkıyordu)
+ günaydın gri. bak bakalım dolapta biraz kokain kalmış mı? varsa getiriver.
- olumsuz efendim. saat 06.20 itibariyle kontrol etmiştim. ne yazık ki hepsini tüketmişsiniz. sipariş vermemi arzu eder misiniz? bu arada lütfen kızmayın efendim ama; bok var da kullanıyorsunuz şu illeti. biraz olsun sağlıklı yaşasanız... sağlıklı yaşasana ibne!
gri tlg'nin bu planlanamaz yersiz çıkışlarına adeta hayrandım. mühendislerim nasıl başardıysa bana eşsiz bir mekanik dost yaratmışlardı. eve geç geldiğimde kapıda bekleyip hesap sorması, iyi sevişemeyen aşk tüccarlarımı cezalandırması, hastalandığımda hazır çorba yapması, piyano çaldığım sıralarda pembe etek giyerek bale yapması... her şeyiyle harika bir robot, daha çok vefalı bir dosttu gri tlg.
kırmızı led gözleriyle gözlerimin içine masum masum bakıyordu. bu iyi niyetli temennileri beni çok duygulandırmıştı.
bu sevgiyi bana daha önce hiçbir insan gösterememişti... bu vefalı gri mekanik dostu siksem yeridir.
gözlerimdeki yaşı gizleyerek seslendim:
+ seni mi kıracağım ibne metalim benim? söz veriyorum, şimdi sırf senin için sabah koşusuna çıkacağım. al şu 2.000 tl'yi, hafta sonu da izinlisin.
mutlu olduğu her halinden belli bir şekilde, en sevdiği parça olan; "I'm Sexy And I Know It" parçasının nakaratını mırıldanarak yanımdan ayrıldı. o giderken, ben de bir yandan koşu materyallerimi hazırlıyordum.
yaklaşık 10 dakika içinde hepsini tamamlamıştım. artık koşuya hazırdım...
ne de güzel koşuyordum...
fakirler için tasarlanmış bu koşu yolunun üzerinde rüzgarda savrulan bir gelinciğin algun hayallerine süzülüyordum.
ipod'umdan kulaklarıma dağılan chopin'in ölümsüz eserlerinin nezdinde bulutlara dokunduğumu haykırmaktan kendimi alamıyordum. attığım her adımda özgürlüğü yırtıyor, pembe günüme bir sebep daha ekiyordum.
çırılçıplak koşuyordum üstelik... mpt'ye (minik pembe tolga'ya) taktığım pembe bere dışında bedenime sirayet eden hiçbir kumaş parçası yoktu.
adeta kalabalığı delip geçen, çıplak pembe bir tanrıydım.
tüm mübalağa bakışlar kahkaha atmamamı olanaksız kılıyordu. yürüyüş yapan yaşlı dedelerin poposunu sıkıyor, yaşlı teyzeleri ise yere düşürüp suratlarını tekmeleyerek kaçıyordum. tanrım çok mutluydum...
tam da bu sırada mpt'nin pembe beresinin düştüğünü fark etmiştim.
minik pembe tolga uyanıyordu...
bunu nasıl olur da öngörememiştim. dedelere attığım her bir şaplak mpt'yi erekte olmaya davet etmişti.
endişe içinde sağa sola bakınıp bir esnaf, belki bir amele, en olmadı çelimsiz bir dilenciyi becerebilmek umuduyla gözlerimi açtım.
nereye baksam hiçbir erkeğe rast gelmiyordum. tam umudumun tükendiği sırada imdadıma hızır gibi yetişen, hemen ilerideki sokakta dikilen travesti çetesini fark ettim. başka çarem yoktu... koşarak yanlarına gidip seslendim:
- merhaba ben pembe tolga.
+ ayol bu kadar hazırlıklısını da hiç görmemiştik. ahahaha... (çıplak bedenimi işaret ederek).
aralarından en çirkin olan, en sakallı, poposunun sağ ve sol lobu defalarca ayrılmış fakat popoluğundan asla ödün vermemiş, geniş omuzları sistematik bir açıyla yerleştirilmiş, göbek deliğinin genişliği darp etmeye müsait, kulak memeleri matkapla delinmelik en yaşlı travestiyi aralarından seçip, hemen arkasındaki bahçeye fırlatıverdim. bekleyecek ya da eve götürecek zamanım yoktu.
bir hışımla eteğini aralayıp mpt'yi içine empoze ettim. onu bir yandan beceriyor, diğer yandan da dövüyordum.
arkadaşları kuşkulu gözlerle olan biteni izliyordu. onun içine gidip geldikçe kahkahalarla suratını tekmeliyordum.
bu çirkin adam gerçekten de çok dayanıklıydı. yanıma pense almadığımı hatırlayıp, adamın taşaklarını ezmek için yanımdaki kaldırım taşını uzanıp aldım. bir elimle de elimi bu çirkin adamın taşaklarına uzatmıştım.
tanrım hiçbir şey yoktu... hiçsizliği avuçlamıştım. minik hayalı olabileceğini umut ederek son kez elimi götürdüm.
bu bir vajiydi... korkunç gerçekle yüzleşmiştim. az önce bir kadını umarsızca becermiştim. hemen yere yatıp önümdeki çam ağacının dibine kustum. ben kusarken kadın bir yandan kahkahalar atıyordu. sanki az önceki rollerimizi değişmiştik.
bir iblisin bedene bürünmüş ruhuydu bu kadın. ondan nefret bile edemiyordum. az önceki yaşadığım skandalı hayatım boyunca benliğimde taşıyacaktım.
daha fazla düşünüp, pembe ruhumu zedeleyecek kayıtsız "keşkeler"i bir kenara bırakarak kadının suratına çürük bahçe demirini sapladım. yerde can çekişen kedi gibi dönüşü biraz olsun hüznümü gidermişti. bıçaklarla yardım için üzerime koşan arkadaşlarının suratına para saçıp geriye püskürttüm. arkadaşları mutlu bir şekilde paraları sayarken, bu iblis kadının yüzünü az önce elimde tuttuğum kaldırım taşıyla ezmeye başladım. her darbemde çatırdayıp kırılan kemiklerinin sesi kahkahalarıma karışıyordu. tuz buz ettiğim çenesini koparıp çöpe fırlattım. ardından elime bulaşan beyin parçacıklarını toprağa sürüp ayağa doğrulttum çıplak pembe bedenimi.
yürüyordum...
bu sefer ağlamıyordum.
tebessüme karışan umuda yenik düşlerim can çekişiyordu.
dönüp bir daha baktım arkama;
gülümsüyordum evet... bir yandan da huzur kokan bir meltem fısıldıyordu kulaklarıma...
göz yaşlarımın içindeki tüm çığlıklar suskun gidişine,
baksana yokluğunun en meçhul saydamlığı kanıyor tüm renklere
fırtınaya tutunan tüm eli yaralı çocuklarar pişman,
arşa değmez günahların kanatsız yarınları pek yavan,
şimdi o kadar piç bıraktın ki bu masalı;
ışığa hapsolmuş şehvetinin en karanlık vebali gülümsüyor gelişine.
gelişine vurduğun her bir piç benliğin intihar çocukları dokunuyor tenime...
esnaf, amele ve fakir-fukaranın kıllı sert gtüne alışmış yrrağın; kadın gtüne girmesiyle tattığı yumuşaklık, hezeyanla son bulacaktır.
ne dedim la ben?
yıllar önce kaybettiğiniz zippo çakmağı odanın bi köşesinde temizlik yaparken bulmak gibidir. amaç başkadır kazanç başka. adamın içinde bir kedi yumakla oynamaya başlar. bebişim senin çükün yok. duygular şelale.
Piyasasi daha pahalı olan travesti gibi davranmak Zorunda kalan fakir kadın fahişedir.
Hadi şimdi sıra sende dediğinizde hayal kırıklığı kaçınılmazdır.