Bir Schopenhauer-Woody Allen sentezi lazım insana. Bu da şöyle olacak: Temelde şahit olduğun her aşağılık, mide bulandırıcı, sinir bozucu olayın gülünecek bir yanını bulup güleceksin
Son zamanlarda 'bir genel yayın yönetmeninin yaşamını nasıl daha anlamlı kılarım' diye bir arayışa girdim.
Tecrübeli bazı arkadaşlar, 'boşuna arama, imkansız bulamazsın' dediler.
Tanım itibarıyla anlamsızlıklarla dolu olması gereken bir görevi anlamlı kılmak arayışı abesle iştigaldir diyenler de oldu.
Onlarla tartışmak istedim ama karşı argüman geliştiremediğim için mecburen sustum.
Ama ben kolay pes etmem. Felsefe okudum. Neitsche okudum. Baktım olacak gibi değil. Heidegger ne alaka, Hegel olabilir dedim bir ara. Çünkü hayatım son zamanlarda bir dizi uzlaşmaz çelişkiye dönüştü. Üstelik görünürde hiçbir sentez de yok. Hegel'de de bulamadım aradığımı. Karl Marx'ı da sadece el kitaplarından okuyanlar onun aslında büyük filozof olduğunu bilmezler mutlaka ama o da kesmedi beni. Bu kez-ne yapacağım yani bu yaştan sonra patronlara isyan filan mı edeceğim-(aslında fena fikir de değildi bu ama pek gerçekçi değildi diye vazgeçtim), Kant'ı da okudum ama Kant hiç olamayacak gibi geldi bana. Çünkü o 'Aydınlanma' düşüncesini yazıyordu. Gazetelerin aydınlanma ile bir alakası olmadığından hatta gazetelerin aydınlatmama görevi olduğu bile söylenebileceğinden Kant'ı da koydum bir yana. Daha sonra Jean-Paul Sartre bana uyar gibi geldi ilk başlarda. Çünkü onun 'Bulantı' adında bir kitabı var biliyorsunuz. Eh; gazeteci olup da arada bir bildiklerinizden, öğrendiklerinizden bulantı hissetmemek mümkün olamadığından bu bizim hayatımıza biraz uyar gibi oldu. Ama daha sonra onun ego'yu ele alışından hiç hoşlanmadım. Biz gazeteciler saf ego'dan oluşuruz, ego'muza dokunanı öldürebiliriz bile. Sartre'yi de böylece eledim.
Sonunda geldim Arthur'a... Arthur bana tam uyduğu için ondan böyle samimi bahsediyorum, soyadı da Schopenhauer. O bir yayın yönetmeni için en ideal filozof bence. Çünkü o tüm insanların birer pislik olduklarını düşünüyor, insanı ilerletme iddiasıyla ortaya çıkan her ideoloji onun midesini kaldırıyor. insanların iyi olabileceğine inanmıyor. Bu bakış açısı onu acayip de kötümser yapıyor tabii ki... Adamın düşüncelerini okurken kendi yaşamımı düşünüyormuşum gibi geldi bana. Evet; Türkiye'de çok fazla habere muhatap kalırsanız sonunda mutlaka kötümser olursunuz, başka çaresi yok. O nedenle yayın yönetmenleri için en ideal filozof Arthur Schopenhauer'di. Sonunda buldum işte...
Ama hem Schopenhauerci olup hem de yayın yönetmenliğine devam etmeye çalışırsanız, kötümserlikten kısa sürede intihar edersiniz. Bu tehlike de vardı. O nedenle Schopenhauer'e bir ince ayar gerekiyordu. Bunu da Woody Allen ile sağlayabilecektim. Bana göre o da bir anlamda filozof. (Mizah yazılarını okursanız anlarsınız bunu). Çözüm tam anlamıyla buydu. Bir Schopenhauer-Woody Allen sentezi lazım insana. Bu da şöyle olacak: Temelde şahit olduğun her aşağılık, mide bulandırıcı, sinir bozucu olayın gülünecek bir yanını bulup güleceksin. Ki ben yazarlık hayatımı zaten bu amaca adamış durumdayım. Yani ben genetik olarak belki de doğuştan Schopenhauer-Woody Allen senteziyim tavır olarak.