insanların; bir saniyecik dinlendiği için vurulması, sigara içtiği için vurulması, hatta sadece orda olduğu için vurulması değil, o son sahnede "1 kişi daha kurtarabilirdim" diye schindler in kendini paralaması 10 saniyelik derin mi derin bir nefes almama ve 1-2 damlada olsa gözümden yaş akmasına neden oldu. bir filmden daha fazlası..
krakow'da esir kamplarındaki insanların yaşamlarını tüm çıplaklığıyla gözler önüne seren belgesel tadında bir film.
oradan oraya sıkış tıkış vagonlarda taşınan, gece gündüz çalıştırılan insanlar, eşlerinden ayrı kalan kadınlar, küçük çocuklar ve tüm bu kötülüklerin içinde umut ışığı olarak görülen schindler ve daha iyi şartlarda çalışma imkanı sağlayan fabrikası.
schindler'in sahip olduğu tüm parayı yahudileri bu kamplardan kurtarmak için harcaması ve filmin sonundaki sahneler de oldukça etkileyici.
film her ne kadar yahudi propagandası yapıyor olsa da o dönemi daha yakından öğrenebilmek adına izlenmeye değer.
hitler dönemini ve yahudi soykırımını en iyi anlatan belgesel tadında filmdir. izlerken göz yaşlarınıza hakim olamıyorsunuz. John williams'ın müzikleriyle hayat bulmuştur. izlemeyip sadece müzikleri dinlemek bile ağlamak için yeterli. siyah beyaz olmasıda ayrı bir tat vermiştir filme.
195 dakikalık bir işkenceden öteye gitmeyen vasat film. sırf sonunda ne oluyor diye 2 arkadaşla değişmeli olarak 4 günde izledik ama bir sikim olduğu da yokmuş. giden 64 dakikama yazık oldu.
bence liam neeson'ın en iyi filmidir. aynı zamanda insan sevgisini en iyi anlatan filmdir. oyuncu kadrosu; real madrid gibi yıldızlar karması, barcelona gibi olağanüstü performansörlerdir*. yönetene diyecek yok zaten.. film sonunda, gözlerde kızarıklık ve boğaz düğümlenmesinden ötesini yaşayamayan ben bile göz yaşı döktüm.
çekim teknikleri ve oyunculuk olarak iyi filmdir, ancak olayları ele alış şekli klasik holywood aldatmacasından öteye gitmez. duygu sömürüsünün dibine vurmuştur.
bir listede adının yazıp yazmaması ne kadar önemlidir? ölüp ölmeyeceğine dair karar, kurallara bile bağlı değilken neye göre yaşama hakkını elde edersin ki? ölüm her an yüzünü okşayan bir rüzgar gibi ani, görünmez, sen istemeden sana gelen.
hiçbir zaman diyemem, demem (!) yahudiler masum, almanlar kötü, naziler gebersin diye. sonuçta birşeyler oluyorsa bir nedeni vardır. kim masum ki? beni ilgilendiren bu tür olayların zamanında yaşanmış olması, yaşanıyor olması ve yaşanacak olması. bir insan nasıl tereddüt etmeden diğer bir insanın canına kıyabilir ki? nefesleri harcamak bu kadar mı basit? neler yaşadın insanoğlu derininde sen ki bunları yapıyorsun?
bu liste tek kelimeyle çok iyi. bu liste hayatın ta kendisi! yazılı alanın dışındaki kenar boşluklarında ölüm kol geziyor. itzhan stern (ben kingsley)
Film izlenesidir. izlettirilmelidir.
(bkz: john williams)
şu yaşıma kadar izlemediğim, boş geçen bir günde izleyeyim diyerek koltuğuma oturduğum film.
Film gerçekten güzeldi. Öyle aman aman değil, bir başyapıt değil bence ama güzel bir film. liam neeson'ın birçok filmini izlemişimdir. Ama oyunculuğunun doruğa çıktığı film bu film diyebilirim.
Ve aynı zamanda liam neeson'ın muhasebecisi rolünde oynayan adam bir harikaydı. Yardımcı rol ile bir filme ancak bu kadar renk katılabilir.
her ne kadar sinema sanatı açısından çok zengin unsurları barındıran bir yapım olsa da, içinde gizli bir piçlik olan, yahudi soykırımını anlatan 2343454656343396897523563452463467835436456834593469497 filmden biri.
çoğunuzun bildiği üzre, holivud sektörünün çok büyük bir kısmı yahudilerin elindedir ve yahudiler bu gücü neredeyse mükemmel bir şekilde kullanır. örneğin hitler piçi, çingene soykırımı da yapmıştır. ama bünyelerimiz bir tane bile çingene soykırımı filmine vakıf olmamıştır. evet sözlük okuyucusu, cevap çok basit:
8. sınıfın sonunda hümanist bi tarih hocamın zoruyla sınıfça izlediğimiz o zamanlar: '' ne lan siyah beyaz film mi kaldı dünyada '' dediğimiz yıllar sonra şans eseri tekrar izleyip bizi bizden alan baş ucu filmidir. steven spialberg'in klasik yahudi propagandası yaptığı filmdir yönetmenidir. herkes izlemeli izletilmedir. hümanizm kazandırır polat alemdar'ın furya olduğu ülkedeki beyinlere.
vizyona girdiği dönem ve hala sinema aşığı olan şahsım filmin türkiye'ye gelmesini beklemekteydi. o dönem bu takip olayları kıytırık trt sinema programlarında, reklamdan az vakit verilen radyo köşelerinde adı ya geçer ya geçmezdi. sinema dergilerinden takip edip sağa sola haber verirdik.
"şipilberg yeni film çekiyormuş, ayık olalım kaçırmayalım" muhabbetleri dönerdi arkadaşlar arasında...
neyse film vizyona girdi ilgisizlere inat...
ben ve üç arkadaşım ile birlikte bir de bursa'da yaşayanlar bilir altıparmak'da hala her şeye rağmen ayakta duran burç sineması'nin müdürüyle...
toplam beş kişi seyrettik filmi ilk gösteriminde.
ardından oscar ödülleri dağıtıldı, sildi süpürdü bu film ödülleri, ne varsa aldı.
başka bir film için gittiğimiz burç sineması'nın yer aldığı hana girmek ne mümkün, inek atsan yere düşmez o derece kalabalık. neler dönüyor diye bakınırken filmin ikinci bir salona daha taşındığını gördük ilgiden.
reklamı iyi yapılan ürünlerin ilgi budalası olduğunu gördük...
garip bir gurur kapladı tabi içimizi "sizi uyuyorken, aylar öncesi biz bu filmi seyrettik lan" dedik kendimizce.
sözlükte de benzer durumları görmek mümkün.
sinema ile ilgili anket açılınca akla gelen, seyredilen film sayısı iki elin parmaklarını geçmiyor, reklamı iyi yapılan filmlerin dışında bilgi sahibi olan, seyreden yok denecek kadar az.
ağır filmdir. izlerken yorar, kilo verdirir, strese sokar kısacası adamın amına koyar.
fakat film ayrıntılarıyla meşhurdur, neredeyse her obje bir anlam içerir.