stefan zwieg'in uzun ve güzel bir öyküsüdür ki ayrıca alman edebiyatının en önemli eserleri arasında gösterilir.
eser konu olarak naziler tarafından bir otel odasında mahkum edilen dr b.nin satranç öğrenmesiyle günlerini nasıl geçirdiğini, yaşadığı psikolojik süreci mükemmel bir şekilde anlatıyor. daha sonra olay, bir gün dr b. gemiyle new york'tan buenos aires'e giderken dönemin dünya satranç şampiyonu olan czentovic ile karşılıklı oyun oynamasını ve gemide geçen bir takım olayları anlatıyor.
zwieg bu kısa ama öz romanıyla nasyonal sosyalizmi satranç üzerinden etkili bir şekilde anlatmayı başarmış.
öykünün baş kahramanı dr b. hümanizmi temsil ederken, czentovic ise katı tutumu, duygudan mahrum yapısı, sert ve donuk bakışları, çoğu kez spastikçe davranışlarıyla nazileri temsil ediyor.
kitapta geçen muhteşem sözlerden biri;
"siyah olan ben, beyaz olan ben'in yapacağı her hamleyi heyecanla bekliyordu."
bir düşünün, bu dünyada yaşadığımız herşey aslında gerçek ben ile olmak istediğimiz ben arasında gidip gelmemizden ibaret değil mi? ya yaşadığımız sorunlar; siyah ve beyaz ben'in çatışmasından çıkmıyor mu?
kitaba ayriyeten hava veren şey ise yazarın kitabı yazdıktan iki ay sonra eşiyle beraber brezilya'da intihar etmesi.
Psikolojik açıdan irdelenmesi gereken bir kitaptır.
Yazar, freud başta olmak üzere psikolojinin öncülerinin hayranıdır bi kere. Ve yazdıklarında, psikoloji bilgisini de konuşturur muazzam bir biçimde. "Satranç zehirlenmesi" diye bir şey duymadıysanız, bu kitabın iki kelimelik özeti olduğunu söylememde bir sakınca yoktur sanırım.
kitapla ilgili düşüncelerim yaz yaz bitmeyecek nitelikte. Bu yüzden kısa bir alıntı ile sonlandıracağım.
Sevgilimle kelimelik oynuyordum birkaç haftadır. Tabi beni yeniyor, ben de çıldırıyorum. Dün akşam, sırf yeniliyorum diye sinirden oyunu kaldırdım telefonumdan. Sonra bu kitabı aldım elime ve birkaç sayfa sonra şu bölümle karşılaştım:
"... En önemsiz oyunda yenik düşmeyi bile, kişilik bilinçlerine yönelik bir aşağılama sayan, başarıyı saplantıya dönüştürmüş megalomanlardandı."
Her kitapta beni ifade eden cümlelerle karşılaşırım evet; ancak beni gerçeklerle bu derece burun buruna getiren cümlelerin sayısı azdır. Acımasız gerçekler...
Beni satrançtan soğutan bir Stefan Zweig romanıdır. Ancak buradaki soğumanın nedeni romanın kötü olmasından dolayı değil, romanın mükemmel olmasındandır. Roman kısa bir hikaye barındırmasına rağmen mükemmel kurgulanmış, mükemmel bir anlatımla süslenmiştir. Satrancı iyi bilen bir ustanın elinden çıktığı belli bu eser.
Bu romanı okuduktan sonra benim kendi fikirlerim şöyle gelişti., Stefan Zweig satrancı iyi bildiğini göstermenin bir yolunu bu romanı yazarak bulmuştur diye düşünüyorum. Konusu satranç olan bu kadar iyi bir eser dünya üzerinde bir tane daha tanımıyorum. Ayrıca satrancın fazla oynandığında ben de yorgunluk yarattığını bildiğimden sanırım, bu romandan sonra satranç tahtalarına pek yaklaşmayacağım. işin esprisi tabi, biz romanın konusuna geçelim. Eserimiz oldukça kısa bir hikaye barındırıyor bünyesinde.
Hitlerin baskı döneminde uzun süre psikolojik bir işkence ile bir odada çürümeye bırakılan Dr. B'nin bir satranç kitabı hırsızlığıyla başlayan hikayesinde zamanla yalnızlığını satranç ile birlikte yenerek, kendine iyi bir meşgale yaratır. Kitapta yer alan satranç kuramlarını ve eski satranç maçlarını çok iyi bir şekilde ezberler. Zaman içinde kafasının içinde kendi kendine maç yapacak kadar kendini geliştirir. Bir müddet sonra beynini ikiye bölerek siyah ve beyaz rakipler olarak maç yapması onda bir takım sanrıların ortaya çıkmasına neden olur. Sanrılar yüzünden DR. B. Neredeyse aklını yitirmiş bir haldedir. Kendini kontrol edememeye başladığı bir anda kendini kaybeder. Doktor gözetimine alınır. Eski saray mensubu olmasının nüfuzundan da faydalanarak mahkumiyeti son bulur. Ancak doktorunun verdiği tavsiye ile bundan sonra hiç satranç oynamayacaktır. Ta ki gemide -muhtemel- yazar Zweig ve dostlarının dünya satranç şampiyonu Czentovic ile olan maçlarını görene kadar. Sürekli kafası içinde oynadığı oyunlardan dolayı gerçek bir rakiple maç yapabileceğini düşünmeyen B. Ye bir maç teklifi gelir. Czentovic ile kendini denemek için bir satranç maçı yapmaya karar veren B. ilk maçını rahat kazandıktan sonra sanrılarına kendini kaptırarak, rövanş teklifini de kabul eder. Fakat bu, onun hastalığını açığa çıkartarak belki de bir daha asla satranç oynamamasına neden olacaktır...
Bu romanın beni satrançtan soğutmasının nedeni ise karakterimiz Dr. B.' Nin hastalık derecesinde bağlandığı oyunun beni korkutmasındandır sanırım. Yazar o kadar güzel ve gerçekçi bir hikaye anlatmış gibi geldi ki bana, bir an Dr. Bnin durumuna gerçekten üzüldüm. Stefan Zweig' in eşsiz eseri defalarca okunmayı hak edebilecek bir yere sahip...
"Yazık. Aslında o kadar da kötü düşünülmemiş bir hamleydi bu. Bu bey amatör olmasına rağmen iyi bir iş çıkardı. "
goethe' nin klasik romancılık anlayışına uygun olarak, duyulmadık bir olayın sanatsal düzlemde işlenmesi tekniğiyle yazılmıştır.
dr. b' nin, dünya şampiyonunun psikolojisi iyi yansıtılmıştır zweig tarafından. bunun haricinde fazla da bir olayı yoktur. çok satılması gerekmemektedir zannımca.
bu kadar geç okuduğum gerçekten için üzüldüğüm, stefan zweig in intiharından birkaç ay önce tamamladığı öyküdür.
"sabit fikirli, kafasını tek bir düşünceye takmış her türlü insan, yaşamım boyunca beni çekmiştir, çünkü bir insan kendini ne kadar sınırlarsa, öte yandan sonsuza o kadar yakın olur."
Stefan Zwieg tarafından yazılmış 80 sayfalık bir kitap.
incecik olmasına rağmen içine çok şey sığdırmıştır.
Kitabın olay örgüsü, bir gemide yapılan satranç düellosu etrafında şekilleniyor. Biri var olmak, diğeri ise yok olmamak için satranca sarılmış olan iki rakibin mücadelesine tanık oluyoruz. iki rakibin geçmişinden, dolaylı olarak 2. dünya savaşından bahsedilen kitap New York’tan Buenos Aires’e giden bir gemide geçmektedir. Dünya satranç şampiyonu Mirko Czentovic' te bu gemidedir.
Spoiler vermeden ancak bu kadar.
Keyfinize düşkünseniz 1-2 günde bitirirsiniz. Zararlı tek etkisi satranç oynama isteği yaratmasıdır.