bir örnekle açıklamak gerekirse; penguen'de yayımlanan vatandaşa sorduk köşesi örnek gösterilebilir. bence saçmalamada sınır tanımamak insanın kendine yakışanı giymesidir. kendime teşekkür ederim.
günlerden bir gün kahvede maça kızı oynarken aklıma bir sorun takıldı. yahu dedim kendi kendime halkekmek bayiileri abonman satiyor ama nedense firinlar satmiyor diye kendi kendime önce söylendim. sonra da varsayimlarda bulunmaya basladim.
bunlar şimdi halk ekmek ve firinlar olarak ekmek satiyor. hatta ikisi'de kirik krak falan satiyorlar ona eyvallah ama neden firinlar abonman satmiyor neden?
işte bu hırsla kagitlari biraktim - en iyisi firinciya sormakti nedenini- kahveden firladim disari. en yakın firina kosa kosa topuklarimi kicima vura vura depar attim.
tam firinin kapsindan ayağimi atacaktim ki o da neydi öyle...
kelimelerle anlatilmaz bir durum gelmişti basima bir an.
kafama futbol topu doink diye düşmüştü ve hemen kafami kaldirdim avanak avni gibi gülen ehehehe gülen bir eleman göt korkusu ile 'abi pardon topu atabilir misin, abi top ' diye istirham ediyordu 5 katli bianin altinci katinda.
babandir ulan top diyip keh keh gülerek topu alip güzel bir bilek hareketi ile karpuzlama attim onlara.
takarim firinciya da abonman biletine de diyip usul usul yürüdüm kırlarda cilginca kosmak için.
hayatın dönüm noktasını oluşturan aktif ve pasif unsurlar vardır. unsur dediysem de siyasi kavram gibi falan algılamayın. olay gibi bir şey işte. pasif unsur deyince başınıza gelip hayatınızı bir anda değiştiren olaylardan bahsediyorum. çevre faktörleri yani. aktif unsur deyince de sizin hayatınızı değiştirmek isteyip bir şeyler yapmanızdan bahsediyorum. bizim için önemli olan, çaba gerektirenler zaten hep aktif unsurlardır.
dersiniz ya hani; "tamam abi, bugünden itibaren hayatımda değişikliğe gidiyorum" diye. gerçi bu sözü söyleyip de hayatında değişiklik yapmayı başaranını henüz göremedim ama böyle dönüm noktası yaratma çabası içine ben de çok kez girdim.
hayatın monoton akışı beni bu değişikliği yapmaya itti ki farklı bir şeyler yapma çabası içine girdim.
çatıya hep anteni düzeltmek için çıkacak değildim ya. bu sefer çıktım; kıçımdaki pijamayı çıkarttım, çatıdaki antene bağladım. rüzgarda dalgalanışını izledim. bayrak gibiydi bacakları. o huzurla gevşemişken kıçımdaki puanlı boxer donumla çatıdan aşağı yuvarlandım. hayat bayağı farklılaşmıştı. yani akıcı bile olmuştu belki gözümde.
ama sonrası hastanede iki ay monotonlukla geçti o ayrı... o iki ayın monotonluğunu bile atlattım aktivitelerimle.
hayatım hareketlensin diye istanbul'a gittim. hani kozmikpolik bir şehir ya. ben de iç çektim. hayatım farklı olsun diye ortaköy'de gözlerimi faltaşı gibi açıp istanbulu dinledim. hep gözlerimi kapayıp dinleyecek değilim ya.
ha farklılık olsun diye kulaklarımı da kapatır dinlerdim, o ayrı. sesleri hayal etsem yeter.
bu akıcılıklar bana bir süre yetmiş gibi gözükse de hep daha fazlasını istedim. o çatıdaki pijamalı anteni aldım, hem de düşmeden. önce everest'e diktim o anteni. sonra kesmedi aya ilk giden astronota verdim aya diksin diye.
hazır everest'e çıkmışken zirvedeyken bırakmalı diye düşündüm... bıraktım bu akıcılığı. monoton hayatıma geri döndüm...
bazı insanın içine başarısızlık işler ya. hiç bi işte başarılı olamaz. ben de onlardanım herhalde. şimdi başarısızlıklarımı teker teker yazıp kendimi hıyar durumuna düşürmek istemiyorum. zaten herkes biliyor benim başarısızlıklarımı. elektronik aletler bile biliyor benim başarısız olduğumu... arkadaşımın bana yolladığı mesaj bana ulaşmayınca telefonda "ulaşmayan mesajlar1 bölümündeki ibareyi okuyorum; arkadaş okutuyor. "ahmet: başarısız"
ismim ahmet değil bu arada. şimdi kendi ismimi verip rencide etmek istemem kimseyi.
eh yani, insanın bu kadar da yüzüne vurulmaz ki; mesaj ulaşmadı yaz, ne bileyim "gitmedi" yaz. cevab veremedi yaz ama "başarısız" yazma. yapma bunu bana.
çiftetelli'ye zaman zaman duble telli demek geliyor içimden. bir duble rakıya da çifte rakı demek isterim yeri gelirse. yeri gelmişken eşekten de bir duble yiyip eşek cennetini boylamamak lazım.
sucuk yapılan eşekler şimdi eşek cennetindeler...
kimisi gel de "nur cemalini görelim" der, kimisi de "gel de bir nur cemaatini görelim" der. haz etmem ben onlardan.
karnınız çok açsa otobüslerde havada asılı halka şeklindeki tutamakları kangal sucuk olarak görürsünüz. daha da açsanız ısırırsınız onları. olur öyle arada...
şimdi sen mi açsın? karnın mı aç? o da var tabi...
"arda,seni annene bağlıyım mı, yoksa ananı da alıp gidecek misin"
benden baba olmaz diye dizi varsa onun takliti "benden cacık olmaz" isimli bir dizi de çekilmeli.
dünyada kaç tane belgesel müdavimi olduğunu hep merak ederim. yani haftaya "bilmemne dizisinn şu bölümü olacak" der gibi belgesel bekleyen insan görmedim ben hiç. ama rastgeldik mi hepimiz birer belgesel müdavimiyiz. kimisi belki o şekilde biyolog falan olmuştur.
geceleri ağladım gizli gizli... bok afedersin. yalan. külliyen yalan. yiyosa çıkar salonun ortasında ağlarsın. sümük akıta akıta. hıçkıra hıçkıra. var mı öyle iki damla yaş akıtıp gizli gizli ağlıyorum demek. var mı yastıkları pisletmeye hakkın?
işte ben buna ağlıyorum geceleri gizli gizli... bunun için çıkıp ağlayamıyorum ortada.
hep geceleri gizli gizli gülüyorum. benim gibi ruh hastaları ancak bunu yapar.
"ne oldum delisi olmamak lazım" derler bazen. kimisi ne oldum delisi dedikleri şeyden olurmuş. hastalık gibi bir şey olsa gerek. yayılır hızla.
"ne oldum değil ne olacağım" demeli...
"ne oldum değil ne oluyoruz" demeli...
"ne oldum değil, hooooppp n'oluyoz ulaannn" demeli!
işte şimdi dur orada. sen böyle hırslı bir bünyeye hoop deyip üstüne noluyoz dersen, üstüne de "ulan" ı yapıştırırsan "n'olacağım" diyemezsin. ölürsün. geleceğin biter. ölmesen bile eskiden ne olduğunu düşünürsün. o yüzden terbiyeli olmakta fayda var. hatta fayda yerine faide dersek daha terbiyeli oluruz.
ya biz ne olacağız? önceden neydik ki?
tarama ucu karikatür çizene,meme ucu da kestane çizene zevk verir *
ufukta var bir gemi bandırası belli değil, cebimde bir kimlik kartı bandrolü yapışık değil...
sümük kardeşliği vardı çocukken. soğukta her oynayanın sümükleri burun ve dudak arasında bir damga bırakırdı. mendil icad edildi bozuldu kardeşlik...
"sus seni çingeneye veririm" diyenler için çingene dostlarımız desinler ki "sus yoksa seni alırız". nere alıyonuz? lost'un others'ı mısınız ulan siz? haddinizi bilin.
hadi şarkı sözlerini yanlış anlayıp abudik gubidik sözler uydurursun da koskoca elvan abelygesse'ye sen nasıl "elvan abırızigeey" dersin? deli derler adama.
yazdığına kendisinin bile inanmadığı sazan avı meraklılarının sözlükte fink atmasına, durduk yerde diğer yazarların sinirlerinin gerilmesine neden olan eylem.
aslen "sözlükte huzur bozmak" ana başlığı altında bir cezâ maddesi sözlük formatında içerisinde yer almalıdır. böylece sözlük az biraz reyting(!) kaybetmek uğruna daha sâkin bir yere dönüşebilir.
işin kötüsü duyarlı sözlük kullanıcıları da bu tip adamları bir şey sanmakta ve içlerindeki tepkiyi yansıtınca otomatikmen "sazan" konumuna düşmeleri. aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık durumu. e arası kaldı artık.
Kendi kendine saçmamalamanın verdiği yellenme hissi her kula nasip olmasa gerek der bir örnekle sevgimizi pekiştiririm.
duruyorum ayna karşısın da sivilcemi ne çıkmış kulak meme yakı bi yer de. operasyonu planladın indiricem o nu aşağı , patlatıcam übübüğünden. Harekata başladım baktım engel oluyo bana. Neymiş sıkarsam mantar gibi yeniden bitermiş. Sana ne lan sana mı kaldı niye ecelinle oynuyosun dedim bön bön baktı canımı sıktı. Çıkar lan gözlüklerini dedim .tamam abi bi şey demedim dedi affettim . vaz geçtim imha çalışmasından belki de haklıydı ha ,ya yeni den çıkarsa. Boş yere kırdım çocuğun kalbini. Aynaya baktım yeni den köşeden 3. ben geliyo hiç te sevmem bu gıdılağı da niye geldiyse sanki. Abi senin burnun mu büyümüş dedi kafam attı benim . lan git başımdan dedim , hangi baş abi burundan bi şey görünmüyo ki dedi pis pis güldü . kendimi kaybetmişim daldım kaş göz buna ver Allah ver ver Allah ve 2. ben ayırmaya kalkıştı bi tane de ona vurmuşum o hırsla . sonra sakinleştim ama neye yarar ikisi de yerde pelt olmuşlar. 3. ben ayağa kalkar gibi oldu hafiften üzüldüm tabi bununki de can yardım ettim. Son attığım kafa için özür diledim. Ne kafası abi bana attığın burun darbesi beni bu hale getir di dedi , Allah yarattı demedim bi daha daldım ama sıyırmışım o kadar yani. Sonra yoruldum tabi kenara çekildim bunlar da yağa kalktı.2. ben ağlıyor hüngür hüngür , çok ta mızmız dır bu karı gibi sus dedim ağlama bak harbi dalarım sana dedim pırstı bu. Baktık ole boş boş sonra ağabeylik gene bende kaldı öpüştük barıştık. Bi kaynaşma ortamı olsun diye okey oynayalım dedik , 4.ben eksik . 3. bene git çağır şunu dedim ben sana küstüm dedi . olum sen de kaşındın ama dedim uzatmadı gitti çağırdı. 4. ben efendi adamdır geldi kırmadı sağolsun .
okeye başladık 3 tur oldu oyunu hep hep 3. ben alıyo kılandım tabi ,takip ettim godoşu . ana taş çalıyo ..bne ıstakayı tuttuğum gibi kafasına bi gödüm yere yığıldı olece . aha öldü dedim ben 4. ben ağır başlı adamdır sakinleştirdi beni. 2. ben zırlıyo gene sinirlerim gene tavan yaptı bi tane de ona kodum destekli oda yığıldı kaldı , bi rahatlama aldı beni ohhh . 4. ben ne baktım canı sıkılmış noldu lan dedim. Abi naptın ya dedi barbar mısın sen ben durmam abi senle dedi kalktı gitti . .. kime kadar yolun var lan dedim ıstakayı arkasından fırlattım allahtan çarpmadı bi tarafına . bazen kıllığı tutsa da severim keratayı..
yarım kalan operasyon aklıma geldi tekrar aynaya baktım , kordinatları belirledim obaaaa annem çağırıyo
-olum napıyosun iki saattir bi başına banyo da-tamam anne çıktım tamam yaaaaaaaaaa öffff
yeni birilerini transfer ediyorsak o kişiye abudik gubidik işler yaptırmazsak olmaz. efendim dünya yıldızı bir futbolcuyu transfer ediyoruz, hemen kameraların önünde adama top sektirmesini söylüyoruz. kazayla sektiremese vasat futbolcu olacak o adam.
"ben futbolcunun top sektirenini severim" demiş halkımız.
efendim bir yarışçıyı getiriyoruz, adam arabasıyla önümüzde patinaj yapıp lastik yakıyor. motosikletçi geliyor ön kaldırıyor.basketçi geliyor parmağında top çeviriyor. bunlar mı ölçüt?
üniversitede aynı dersi dört beş kez alarak her tür soru tipini sınavlarda görmüş oldum. ama henüz bu soru tiplerinin çözüm tiplerini öğrenemedim. bir beş kez daha alırsam o dersi çözüm tiplerini de öğrenirim elbet.
şu çağrı merkezleri de ne acayip yahu. telefonu açar açmaz efendim ben bilmemkim diyorlar. napayım ben senin ismini?
türk telekom adsl çözüm hattı ile herkes çözüm yaşamıştır. ben de yaşadıydım bir ara. dört gün üst üste. ilk gün aradım müşteri hizmetlerini. "buyrun ben osman nasıl yardımcı olabilirim" dediler. adam öyle samimiydi ki! yani osman'a sempati duydum. osman'ı sevdim. ikinci gün sorunum çözülmediği için bir daha aradım. bu sefer "buyrun ben ebru, nasıl yardımcı olabilirim" dediler. ne ebrusu? ne yardımı? babayı yardımcı olursun. osman'ı getirin bana dedim."hasta mısınınız" türünden bir soru sorarak sorunumu çözmeye çalıştılar. ama ben osman'ı istedim hep. ertesi günü aradım hikmet çıktı telefona. dördüncü gün ise telefondaki haydar'dı. korktum haydar'dan. kapadım yüzüne.
millet vekilleri de relefondaki müşteri temsilcileri gibi konuşsalar ya! "buyrun ben ali babacan, nasıl yardımcı olabilirim?" gibi. hepsi de bir temsilci nasıl olsa.
farza mahal vermem farz-ı mahal diyerek!
sokaktaki insana sorup duruyorlar boyuna. ama o sokaktaki insan da öyle bir insan ki hep istiklal caddesinde arkadaş. yani hava çok kötü de olsa hep sokakta bir insan var. yok yani evimde bile otursam ben sokak adamı oluyorum. nasıl iş bu?
sokaktaki insan merak ediyor, sokaktaki insan soruyor. bok mu var? ne meraklısınız lan?
kamer genç buna en iyi örnektir.zira meclis kürsüsünde söz alıp konuşmaya başladığı an milletvekillerine beni 11 inci cumhurbaskanı yapın ben kendime kefilim demiş mecliste has*tir havası yaratmıştır.hasan mezarcı bile bu kadar saçmalamaz dedirtmiş, bu adamı meclise kim koydu? sorusunu sordurtmuştur.
hani bazı insanlar vardır; bir şey, yapması gerekiyorsa mutlaka yapması gerekir. yapmazsa rahat edemez; içini huzursuzluk kaplar, sağlığı bozulur. ben de onlardanım.
belki iğrençlik olacak, kimisinin deyimiyle bok muhabbeti olacak. onlar okumasın efendim. ben de tuvaletimi yapmam gerekiyorsa mutlaka yaparım, yani ne yapar eder mutlaka yaparım. kimi insan saatlerce tutar, günlerce tuvaletini yapmadan yaşayan insanlar vardır; ben onlardan değilim. ben afedersiniz ama büyük tuvaletimi yapmam gerekiyorsa mutlaka yapmalıyımdır. bununla ilgili sizlere bir anımdan bahsetmek istiyorum biraz. iğrenen okumasın...
istanbul'daki dostlarımı ziyarete gitmiştim; eğlence diz boyu. geyik geyik üstüne. klasik öğrenci evi hesabı buzdolabı yine bomboştu; profilo alışveriş merkezi yakınında bir börekçide bomboş mideyi börek ve buz gibi limonata ile doldurarak güne başladık. boş mideye soğuk limonata içilince bağırsaklar çalıştı tabii, hem de feci...
herkesinki çalışır, ama benim gibi bir hasta var ortada. tuvaletim geldi oradan kalktıktan on dakika sonra. pier lotti'ye gitmemiz gerekirken ben tuvalete gitme konusunda ısrarcıydım. bana dediklerine göre civarda tuvalet veya tuvaletli bir mekan yoktu. ne yapıp edip bulacaktım o tuvaleti...
gerekirse böyle ilçenin içine zıçarım deyip zıçacaktım orta yere... yapabilirdim bunu!
neyse efendim, herkesi oracıkta bırakıp alabildiğine yürümeye başladım. normal insanlar yüreklerinin götürdükleri yere giderken ben kalın bağırsağımın götürdüğü yere doğru gidiyordum. aksi gibi yüz metre geride dükkan ve kafe dolu olan semt bu civarda ıssızdı deli gibi. arandıkça arandım.
kaan ertem'in efsanevi karakteri zıçan adam gibi terler döküp "ters v şeklinde kaş" moduna girmiştim bile. toplumsal sorun gördüğüm an zıçabilirdim.
biraz daha yürüdükten sonra altında dükkanlar olan bir bina ile karşılaştım. dükkanın biri yüzbinlerce dolarlık arabaların satıldığı kiralandığı bir oto galerisiydi. kapısında bir corvette ve bir hummer vardı. insanlık her ne kadar ölmemiş olsa da ben buraya kaka yapma amaçlı girsem beni kakadan beter ederdi bu adamlar. ne yapmalıydım?
hayatım gözlerimin önünden bir film şeridi gibi geçiyordu. bok yoluna gidecektim resmen; mecaz değil gerçek anlam yani.
kasılarak biraz daha yürüdüm ve bilgisayar sarf malzemesi satan bir dükkanla karşılaştım. burada işimi görmeliydim artık. içeri hışımla girdim. müşteri velinimet mantığı ile beni karşılamaya gelen eleman ile bakıştım ve soruyu yapıştırdım; "boş dvd'niz var mı?" dedim. öyle normal bir soru soruş tarzı değildi benim ki. yani hizir idi yunus idi tadında aceleci bir tavırdı. o boş dvd'yi de ihtiyacım olduğundan falan değil, sırf tuvaletlerini kullandım diye sus payı olsun diye almak istedim.
adam boş dvd olmadığını söyler söylemez, "tuvaletinizi kullanabilir miyim" dedim. hayretler içerisindeydi... "tabii" dedi. işimi gördüm, adama teşekkür edip ayrıldım oradan, onun hakkını ödeyemem o ayrı...
sonra düşündüm, orada boş dvd olsaydı ve alsaydım boş dvd'yi; sonra adam deseydi: "tuvalet yok" diye. ne yapacaktım? boş dvd aldığımla kalırdım. dünyanın en şanssız insanı olacaktım belki de o an.
dört gigabayt zıçardım orada tuvalet olmasaydı ve o dvd'yi almış oslaydım herhalde!
"gelin, bir planım var" kadar da aptalca bir dizi cümlesi duymadım şu zamana kadar. yani daha aptalca bir cümle duymadım şu ana kadar. yok arkadaş, hani askeri bir dizi çekersin, efendim macera çekersin, polisiye çekersin plan yapar karakterler. "bir planım var" da der. desin de zaten. ama sitcom gibi dizilerde elleri omuz üstünden atıp fısır fısır konuşup plan yapmaya ne gerek var?
sitcom gibi dizilerin çok basit günlük olaylar üzerine döndüğünü hepimiz biliyoruz. ama sanmayın ki öyle basit. karakterler olmadık zamanlarda "bir planım var" deyip her olayı komplike hale getirme özelliğine sahipler. "vedat abi, bizim ayakkabı çekeceği kaybolmuş" gibi bir cümlenin üzerine "bir planım var,dinle beni" diyeceğiz; ellerimizi vedat abi'nin omzundan atacağız gizlice kulağına fısıldayacağız ki dünyanın en gerizekalı manzaralarından birini görsün insanlar...
ille size "plan yapmayın plan" gibi faşist bir söylemde mi bulunalım "bir planım var" demeyin diye?
akıl yaşta değil maybaştadır bu devirde; maybaşıma gelenler...
maybaşa şimşir tarak!
recep tayyip erdoğan üç kişilikli olsaydı o kişiliklerinin isimleri sırasıyla recep, tayyip ve erdoğan olurdu. ali babacan çift kişilikli olsaydı kişiliklerinin isimleri ali ve babacan olurdu, ortalıkta bir baba evi,yaprak dökümü havası eserdi. onur öymen çift kişilikli olsaydı onur ve öymen bizlere "hey maan" gibi bir zencisel hitap yaraştırırdı. kemal ve unakıtan ise isteyeceğimiz en son kişiler olurdu belki de...
kim bilir ferhat ile şirin, leyla ile macun da birer çift kişilik sendromunun ürünüdür?
çift kişilik bir kişiliğin mitoz bölünmesiyle oluşur belki de, olamaz mı?
bir keresinde otobüste solda tek oturan ve uyuyan yirmili yaşlarındaki gence iki hanım kızımızdan biri "siz şöyle geçseniz de biz kız kıza sizin yerinize otursak,olabilir mi?" demişti de çocuk "olamaz" demişti. olmaz falan da değil. olamaz. çok katı kuralcı bir çocukmuş.
hanım kız lafını hiç sevmeyerek de olsa kullandım, neden mi? o kızları sevmemiştim. ikisini de gözüm tutmamıştı,hanım kız dedim onlara o yüzden.
bazen tuttuğumuz takımın sahaya sürdüğü kadroyu hiç gözümüz tutmaz, ama yine de tutmaya devam ederiz o takımı.
çevik kuvvetin olaylara çabuk yetişemediği ve zamanında müdahale yapamadığı zamanlarda ben ona çevik kuvvet demem. sadece kuvvet derim. ha eğer hiç bir müdahalesi yoksa kuvvet de demem. belki çeviktir beni ilgilendirmez. isterse aynı zamanda zeki ve ahlaklı olsun!
boş akbil sesi hayatın akıcılığını engelleyen en büyük engeldir diye düşünüyorum. öyle bir laylaylom olmuşuz. hızlı hızlı geziniyoruz yaşııyoruz ki.. hızımızı alamayıp akbili bastığımız an o sesle donakalıyoruz. soğuk terler döküyoruz adeta...
benim akbilim dolu başkalarınınkiler boş olduğu anlarda ise benim hayatımın akıcılığına bir sekte vuruluyor. otobüsün her boş akbilde iki dakika beklemesi ne demek? sen biliyin mi?
madem binlerce dansöz var, hepimiz dansözüz.
ayna grubu pek popülerken bir şarkılarının sonunda bir şiir vardı şu şekilde;
artık çıkmıyorum istiklal'e
sabahları fatma hanım uyandırıyor
helva ekmek çay
ayna'ya da, bu şarkıya da şiire de çok kıldım. o yüzden hep ikinci mısrayı atarak okudum bu şiiri. artık çıkmıyorum istiklal'e,helva ekmek çay...
sosyologlar belki bir nevi insan mühendisidir.
biri gelse feysbuk sayfamı açsa "amma da geniş çevresi var" der. belki de herkese derler. yok arkadaş. habire bir arkadaşlık teklifi, hepsi de eski arkadaşlarımız,tamam bu da kabul. ama yok,hangisiyle oturup muhabbet ediyorsun? ya da ediyorum? kalabalık yapıyorlar sayfamda. iptal da edemiyorum.
herkesi feysbuktan eklemek gerçek hayatta olsa şöle olurdu; ahmetle mehmetle tanış, ama hiç muhabbet etme. eskilerden de biraz arkadaş bul. şimdi bütün konuşmadığın feysbuk arkadaşlarını topla,doldur salona. oturt sağa sola. kalabalık gözüksün. arada bira mira da yolla da tam feysbuk olsun.
lisedeyken bir karikatür çiziyordum. "kahve" yazacakken yanlışlıkla "kakve" yazmışım... kakve o gün bu gündür pek akıcı oldu dilimde.boş akbiller bile durduramaz bu akıcılığı...
amerika'yı anlamıyorum arkadaş, anlamayacağım da. artık amerikan karşıtı mı dersiniz ne dersiniz bilmem. benim düşündüklerimi gerçekten kimse bilemez. annem babam bile. bir allah bilir derler.
kim bilir?
amerika bilir. evet, amerika bilir. bildiğini iddia eder. insan gibidir amerika. sevdiğimi falan sanmayın amerika'yı. bir blues severim ben. yoksa amerika'dan zerre hazzetmem. ama bildiğiniz karışan insan tipi derler ya, öyle bir ülke amerika.
tutun ki karnınız acıktı; kedinizi bile yiyebilirsiniz. aç olduğunuzu bir siz biliyorsunuz. kendi köşenizde oturuyorsunuz. derken biri geliyor, "madem açsın, ver sen mideni bana" diyor. ne yapacaksın, diyemiyorsunuz. midenizi kesip alıyor. itiraz edemiyorsunuz. "doyurup getireceğim" diyor. ama bakıyorsunuz, ne gelen var ne giden... o "biri" midenizi alıp götürüveriyor. gelmiyor mide. o "biri" amerika. ırak'sınız belki siz. demokrasi getirecek size,midenize. allah'ın midesizi...
"biri" geliyor ve size "kalın bağırsaklarınızda yüksek oranda kimyasal gaz ve atık var" diyor. çevreye zararlı olduğunuzu söylüyor. itiraz ediyorsunuz, bağırsaklarınızla barışık yaşadığınızı ifade ediyorsunuz. bu sefer işin bokunu çıkarıyor. bağırsaklarınızda kimyasal ve nüklear silah taşıdığınızı söylüyor o biri. "bok mu var" diyeceksiniz belki... ama hakikaten de bok var,bağırsaklarda.. bir de gaz. bulamıyor silah falan...
tıpkı ırak'ta gizlendiği iddia edilen nüklear silahlar gibi...
birileri sırt kaşımak bahanesiyle sırt kaşırken koparılan dört beş afet tüyden bahsediyor. gerçekten de kopan üç beş adet tüy var. derken o üç beş adet tüy nasıl olduysa bir post halini alıyor, "postumuz yüzüldü" deniyor. post dedikodusu tüm dünyaya yayılıyor, gerçekler çarpıtılıyor. "postumuz yüzüldü" lafına itiraz edene ağda yapılıyor. sonra bir avuç insan "sözde post tasarısı"nı onaylamaya çalışıyor, oylamalar yapılıyor...
tüysüz olan bir sırt ayı postu gibi kabarıyor.
tıpkı amerika senatosunda onaylanan ermeni tasarısı gibi...
post var deniyor ama şöminenin başında viski içen birileri var, uzaktan sinsice gülümseyerek...
otobüse binersiniz, koltuğunu zart diye kucağınıza yatıran tırtlar vardır; başka otobüse binersiniz bacaklarını açarak oturan tırtlar vardır; metrodan inerken yol vermeyen tırtlar vardır, lokantada çay getirmeyen tırt garsonlar vardır... şimdi diyeceksiniz ki "sen de amma tırtsın, her aksilik de sana mı". hayır efendim her ortamın bir tırtı var.
tırtıl da ne tırt bir hayvan. balkon altına koza yapıp içinde ölüyor, alamıyorsun onu bir daha. kalıyor yıllarca kozasıyla birlikte o balkon altında.
ilhan şeşen derbederdir; kenan evren darbedar...
orhan,babadır; ferdi isyankar...
"sözsüz müziğe müzik demem" diyen bir arkadaşım vardı. neymiş, söz duymayınca ne anlarmış ondan. iş sözde bitermiş. o zaman şiir oku arkadaş. chopin olsun, linzt olsun bu adamlar neden efsane olmuş?
hükümetlerin fındık politikası yüzünden "e bi daaha yeşillendi fındık dalları" diyemeyecekler belki de...
yeni tıraş olup da ağzın ördek gagası gibi çıkmasını bir yaşayan bilir. yani donald duck gibi "kıvavavavva" yapmadığı kalıyor insanın. zaten o huzursuzlukla o da yapılır. hani tüylü terrier köpekleri tıraş edersiniz de huysuzlanır ya ondan. bir de sen tıraş ol, parlamışsın diye şaka tokadı ye. ne dedin sen? ne dedin sen?
dayak yiyip, yüzü gözü şiştikten sonra "acıyor mu" sorusuna, "yok.. yani biraz" diye cevap veren sevgililerle dolu bu memleket. yakında uluslararası hale gelir bu sorun.
çarşı herşeye karşı. çarşı duvara karşı.
günler birbirini kovalamış. göz açıp kapayıncaya kadar gelen ramazan, göz açıp kapayıncaya kadar bitmiş. yine iyi bayramlar desenize...
eşşeğe altın semer vurmuşlar; "ah ben bir eşşeğim" demiş.
bir arkadaşım da şöyle demişti bunlara istinaden: "düldül'ü altın kafese koymuşlar, iyi de ben bir atım demiş" farklı bakış açıları...
sıkıyönetimle yönetilen ailelerde kız evlat gece dışarı çıkabilmek için bir haftalık müzakere sürecinde epeyce yıpranır. avrupa birliği maymunu hesabı, herşeyden vazgeçer. sonra araya anneanne babaanne gibi süpergüçler girer. dışarı sınır ötesi bir operasyon düzenlenir.
öztürk serengil öldüğünde cenazesinde imam "rahmetliyi nasıl bilirdiniz" dediğinde cenazesinde "kelejjj" diye yanıt veren var mıdır? nur içinde yatsın...
dişine dolgu yaptırmayana kültür sanat dergisi yok! benim kültürüm dişçilerde arttı. her dolgu yaptırmaya gittiğimde kültür sanat dergisi okudum ben.
ünlü satranç ustasının şaheseri: şahmat
birbirlerine kuzu diye hitap eden sevgililer bakışır da konuşmazsa o ancak kuzuların sessizliği olur. size bir de hannibal şiddeti lazım.
her yerli veya yabancı türk dizisine bir hamile bir de trafik kazası eklerseniz dizi dört sezon uzar.
açın şimdi televizyonlarınızı hamileler ve trafik kazalarıyla dolu dört sezon yaşayın.
bir eşofmanım var. ne marka dersiniz? markası handex. pazar malı olabilir, türk malı olabilir... sonra zaten kaliteli bir mamul, yerli malı onu kullanmalı. ama o marka olmamış. isim kötü. hadi diyelim firmanın sahibinin ismi hande, kabulüm. ya sahibinin ismi abdullah olsaydı? abdullax?
davut güloğlu'nun bir ara "kömürlen mi yazılmış" diye bir şarkısı vardı. sonunda "allahum, kömürlen mi yazilmuş benim kaderum" diye şiir okuyordu. kendisini de şarkısını da sevmezdim de o şekilde bir şiir ciddiyeti bozuyordu.
bursa'ya gelip giderken gemlik'ten geçerken hep sola doğru denizi görüp şaşırıyorum. orhan veli'ye rağmen...
o kadar huzur kadın kızında da olur.
el oğlu hıncal'ın topuğuna sıkmak ister; ben direk dilini kesmek isterim. sussun diye. topuktan vursan daha çok öter. susmaz bir daha. gülemez itici bir şekilde. kumpir bilem yiyemez puştogli.
smeşink pamkins: emme basma tulumbalar...
abbas yolcu ile geç bakış. azıcık erken davransaydık geç kalmazdık hiç bir konuda. bundan mütevellit herkes abbas yolcu. hepimiz abbas'ız. o derece.
günlerden bir gün, kanlardan gençkan'ın müzik kalitesini kanlardan cankan'la kıyaslarsanız gençkan'ın gerçekten kalite konusunda kendini kontrol edemediğini görürsünüz.
hepimiz birer "maskeli balon"uz. sahte uçuşlar. sahte yüzler.
yasama: buralar benden sorulur demektir. soruları da ben hazırlarım demektir. yürütme: çaktırmadan saman altına su sokup olur paşam demektir. yargı: öss türkçe sorularında vardı yargı sadece. aşağıdakilerin hiçbirinde ulaşamıyorduk ona.
üniversite öğrenci kültür merkezini öğrencilerimiz genelde sadece tuvalete girme amaçlı kullanıyor. kim utansın? kader utanmasın da...
bu feysbuk, yonja gibi sitelerin işleyiş prensibi bildiğin lost. hatta feysbuk bu konuda epey abartmış. birini buluyorsun, ekliyorsun, arkadaşının arkadaşı çıkıyor. sonra sarı çizmeli mehmet ağa ile bir yerde bir ortak noktan oluyor. lost gibi ulan aynı. bir paniği eksik. hatta site yöneticileri de bildiğin others... her an her yerdeler.
bazı garsonlar vardır, aşırı asabi olurlar. gerilim saçarlar. o gerilimle bir mahalleye elektrik beslerler. belki o kişilerden elektrik alırsınız ama bildiğiniz türden elektrik değildir o. iyi de ne bu sinir? çorba getirirken alnında "adalet mülkün temelidir" yazar, çay getirirken tek hiza surat olur... kazayla eline çarpsan adamı kaldırır atar bunlar lokantadan.
bazı anlar vardır... baltalamak istersiniz. garson çorbayı getirir. boş tabağı alırken "çorba da bok gibiydi amuğa goyim" demek gelir içinizden. ikinci tabağı da alırken "ıslak makarna gibi kadayıf mı olur hamuğa goyam" demek gelir tekrar içinizden. çorbanın, kadayıfın kötülüğünden değil ama. sırf gıcıklık olsun diye. sırf adamdaki yüz ifadesini görmek adına...
bazı anlar vardır... bir şey anlamazsınız. bazı anlar vardır, geçmek bilmez.
"an" ın bir zaman birimi olduğunu söylemişti ilkokulda öğretmenimiz. bir an düşündüm. sonra bir saniye düşündüm. sonra bir dakika... an diye zaman birimi mi olur ulan, dedim içimden.
hani bazı belediye otobüslerinde yazar yolcu adedi; oturan on beş, ayakta yirmi beş. arabada beş evde on beş gibi aynı. yalnız ayakta istif istif yolcu taşıyınca o otobüse ben otobüs demem. olsa olsa insan kamyonu olur o. ne farkımız kaldı banvit piliç'in tavuklarını taşıyan kamyonlardan?
her dağın ismi var; kaz dağı, haasn dağı gibi.
uludağ dağı.
bu feysbuk yüzünden her şey sanallaştı. bira yolluyorlar, efendim kabul et veya etme. yok dürtüyorlar. sanal dürtü. sanal fesstival, sanal vampir. hepimiz sanalız.
eşşek eşeğin daima fazla anıranıdır. eşek hoşafın daima iyisinden anlayanıdır. eşşek de eşek de armudun iyisinden anlamaz. iyisini verirsen yer, vermezsen çürük armut da yer. yersen...
"babında" diye bir laf var ya hani. "bağlamında" anlamına gelen. dost babında. ufaktık tabii biz de vakti zamanında. her kelimeyi tam anlayamazdık. ya da kökenini çözmeye çalışırdık. dilbilim babında. her çocuğun içinde belki de bir dilbilimci vardı. işte şaka bir yana, ben bu babında kelimesini yıllarca yadırgamıştım. babında... bab ne lan? bab bab şubap.
şebeke kelimesi kadar da garip bir kelime yok. şebek gibi. şebek meşgul. muz atmayınız.
bir dostum köy düğünüyle evleniyor. tabii adamı gerdek gecesi öyle bir yumrukluyorlar tekmeliyorlar ki adam dötü sallayarak yürüyor resmen. ördek gibi. adamın gerdek gecesi olmuş ördek gecesi.
el oğlu kanalizasyonlara ışıklandırma yapar, içinde film çeker biz içine lağım farelerini bile sığdıramayız. el oğlu kanalizasyonda ninja kaplumbağaları kavga ettirir biz su kaplumbağalarını yüzdüremeyiz bile. o kadar dar bizim kanalizasyonlarımız. ota boka tıkanıyor. hakikaten. otu geçtim, çer çöpü geçtim yakında boka da tıkanacak bu kanalizasyonlar. "zıçmayın" diyecekler.
bir şeyimi, eşyamı hele ki en lazım olan eşyamı kaybedene kılım. eşyamı kaybedeni sevmem, aratandan ötürü. aratmayın.
"defansın emniyet subabı" gibi bir tabir veya içinde emniyet subabı kelimesi geçen bir tabir kullandı geçenlerde sabri ugan. ulan emniyet subabının ne işi var fitbol sahasında? ortasahanın kompresörleri; sağ kanadın ana valfi, sol kanadın benzin pompası, kalenin egsozu gibi tabirler de çıkarsa yakında şaşmayın.
bazı insanlar vardır hani; direk bakarsınız. birader senin ismin emre, senin ismin mahmut, kızım senin ismin ayça dersiniz. işte ben bu gripin grubunu ilk 2004 yılında dinlemiştim. vokalistin isminin birol olduğunu da o zaman öğrendim; içimden şerefsizim benim aklıma gelmişti demek geldi o an. şimdi görsem bu adamı "birader sen hakikaten birol'sun. öyle böyle değil, isminle değil, sen ruhunla birol'sun" derim. deli desinler varsın.
yarasa bir işe yarasa gam yemem.
gam yemem sörf tabii ki yerim.
we are the ambiance,my friend!
pörtlek göz'ün pört'ünü, cırtlak renk'in cırt'ını ve gömlek'in göm'ünü asla anlamayacağım.
ne mutlu ki bize bir tolga abi'miz var, "yüreğimiz ağzımıza gele gele ağzımızda yer kalmadı" diyen bir ilker yasin'imiz var, her telden çalan bir abbas güçlü'müz var, sürekli gülen bir mustafa sarıgül'ümüz var... her şeyimiz var. mutlu olmamamız için bir sebep yok.