saçmalamada sınır tanımamak

entry223 galeri0
    148.
  1. ne alırdınız efendim? çay? kahpe?

    kahpe olmasa da kahve feleğin yediğinden alırım efendim. o zaman iki elin balda, bir elin kanda diğeri yağda olsa gel.

    şimdi baktım da televizyona, amcamın biri yanmayı engelleyici taş suyunu icat etmiş. onu anlatırken bir anda zeytinciliğe de atladı. zeytinleri anlatıyor şimdi de. yanmayan zeytin mi yaptı ne yaptı?

    ha hasan kel, ha kel hasan.

    ha recep tayyip erdoğan, ha "recep tayyibani".

    bugün televizyona odaklanma günümmüş, onu anladım. hayvansever bir amcamla reportaj yapıyorlar. "neden sivas kangalı" diyorlar. o da "hasta olmuyor" diyor. başka neden saymasını istiyorlar yine aynısını söylüyor. hasta olmasına olmamasına göre köpek seçen bir adamı da ilk defa gördüm.

    garipliklerin insanıyım ya; dört hıyar bir odada uyumaya çalışıyor. biri de benim. ne mi yaptık? "haydi lost kelimesinin harflerinden cümle üretelim" dedik. başladı cümleler saçmalamalarla. "lopları olga'nın sertti, taştı" cümlesi bardağı taşıran son lop, pardon damla oldu.

    avrupa yakası yıldızlarından şahika koçarslanlı'dan bir kez "gerizekalının bakanlar kurulu" demesini istiyorum. nedir yani?

    söz vermiştin bana, yanı başımda haşlanmaya!

    14 şubat rant gününde ne pazarlıyoruz?

    el oğlu dişleriyle 224 tonluk treni çekiyorum diye rekorlar kitabına giriyorsa ben de burnuna buzdolabı kapağı takan ilk insan olarak giriyorum. tamam mı?

    ok kib bye.
    4 ...
  2. 147.
  3. merhaba ben (...) ve ben bir hastayım. ismimi verip kendimi rencide etmek istemiyorum. merhaba ben bir bağımlıyım desem daha iyiydi yani. ne hastasıyım? bu işlerin hastasıyım. ne işi? kendime, çevremdekilere, insanlara ve dünyama anlam verememenin hastasıyım. bağımlısıyım.

    en başta kendime anlam veremiyorum. neyime? magazincilerin "sivri dilli şarkıcı arto" ifadesini kullanması üzerine arto'nun yılan gibi bir sivri dille çevresindekilerin ensesini yalamasını düşünmeme anlam veremiyorum. bu ne arto'nun garipliği ne benim garipliğim aslında.

    gariplik arto'yu hayatımıza bu kadar sokan magazincilerde. işte buna da anlam veremiyorum.

    teyzeme de anlam verememiştim bir aralar. beş yaşındaki torunu mertcan'ın şehirlerarası otobüs yolculuğu esnasında ağlayıp, otobüsü sürmek istemesi üzerine teyzemin "öyle yaramaz ki, kocaman otobüsü o sürecekmiş" demesi... ben bunu öyle algıladım ki, sanki tüm gariplik beş yaşındaki mertcan'ın otobüsü sürmek istemesi değil de otobüsün büyük olması, kocaman olması. yani onlar o yolculuğu otobüs değil de minibüs ile yapsalar bizim beş yaşındaki mertcan sürecek minibüsü. teyzem garip, ben garip, kocaman otobüs garip... mertcan normal.

    kibarlıktaki "siz ne alırdınız" ifadesinin zamanla oluşan "sissnealırdınısss" şeklindeki tıslama sürecine anlam veremiyorum.

    yıllarca hiç bir politikacımıza da anlam veremedim. şu an çok iyi anlam veriyorum ama politikacılarımıza. gayet anlamsızlar...

    cem ceminay'a yandan baktığımda tükürerek konuşmasına da anlam veremedim.

    her ay magazin programlarında çıkan, ismini bilmediğim gözlüklü diyetisyene de anlam veremedim. hayır, yani her ay yeni bir diyet buluyor adam. "çekirdekle gelen mucizevi diyet, domatesin bin bir faydası, patates kabuğunun özü". "şimdi patates pütürlerini kazıyıp kaynatın, içine kuyruk yağını ekleyin, üzerlerine hibiskus özü ilave edin, kaynatın". haydi bakalım. hibiskus ne ulan? neyine anlam vereyim? hibiskusa da anlam veremedim, bu adama da... bu adamın ismini öğrendiğimde onu hibiskus özüne boğacağım. işin özü bu.

    anlamsız herşey yahu. çevrem yüzünden aptala dönmüşüm de haberim yok...
    3 ...
  4. 146.
  5. hayatına heyecan, hareket kat. ne yani? "patlat bir crunch!" mı demek lazım reklamlardaki gibi? çikolata heyecan ha?

    çikolata heyecan olsaydı her ramazan bayramı'nda yani şeker bayramı'nda heyecan dolu olurduk. gerek yok bayrama çikolataya falan. her konuda heyecan yaratırım ben.

    otobüse biniyorum, bilet atıyorum... elimi cebime atıp biletimi çıkartmamla geçen heyecan dolu dört saniye... işte macera bu!

    saatin kaç olduğunu bilmiyorum. bileğimdeki kol saatimi havaya kaldırıp saati öğrenene kadar yaşadığım heyecan... öyle böyle değil. saat sekiz olmuş. içim titredi be heyecandan!

    kırmızı ışıkta bekliyorum. en yeni moda trafik ışıklarındayım hem de. hani şu saniyeleri geriye doğru sayıp yeşil ışığı yakanlardan. önümde bir araba var. stres doluyum. saniyeler geriye sayıyor... kırk dokuz,kırk sekiz... korna da yok! motor devri iki binde. sessiz ortalık. saniyeler iki, bir, sarı, yeşil oldu... haydi gidelim. son iki saniyedeki stres anımda tansiyonum oldu on sekiz.

    doktor aşırı heyecandan kaynaklanan yüksek tansiyon yüzünden kırmızı ışıkta durmayı da yasakladı bana. işte heyecan! her kırmızı ışıkta geçişimde peşimde bir ekip otosu. sirenler... dikiz aynasından ekip otosunu gözetleyişim, tıpkı macera filmi...

    ha bunların hiç biri olmasa da sadece yeşil ışık yanar yanmaz kalkamadığım an bana korna çalsalar o da heyecan. nedir yani?

    tuvalete gidiyorum, işimi görüyorum. acaba biri gelir mi o an? kapıyı tıklamadan dalar mı? ya da ben "doluu" der miyim? o yankılı "doluuuu" tepkisini vermek mi heyecanlı yoksa bangi campink mi? güldürmeyin beni!

    garson gelmiş. "ne alırdınız efenim?" diyor. acaba ne alırım? terliyorum, alnım boncuk boncuk... fatih terim gibiyim adeta. heyecandan konuşamayabilirim, heyecan olsun sırf. garsona bırakıyorum, ne verirse yerim yani.

    yemeğim de bitiyor... sonra ne yaparım acaba? düşündükçe heyecanlanıyorum. konuşamıyorum daha fazla.

    al sana heyecan, ille sınav stresi mi olsun? anayol kovalamacası mı olsun? kavga mı olsun? fear factor mü olsun?

    ben gerekirse herşeyden mutlu olurum da heyecanlanırım da...
    3 ...
  6. 145.
  7. bazen komik olan ama çoğu zaman tahammül edilemeyen durum.
    0 ...
  8. 144.
  9. kafanın üzerindeki konuşma balonlarını kendi sesinle seslendirmek, düşünceleri mikrofonla kolonlara vermektir. bu cümlenin tanımadığıdır mesela.
    çok katlı bir alıveriş merkezinin boşluğa bakan masasına oturduğunda deprem olursa naparım? diye paranoyadan hayallerle betonların tavandan üzerine düştüğünü hayal ederken( durup dururken evet). birden bunu soru olarak karşındakine yöneltmektir mesela sınırı aşmak. "deprem olursa bu korkuluklara tutunuruz de mi?"
    yav sen manyak mısın şimdi bu bol ışıklı yerde depremin aklına gelmesi insanların aklından şüphe etmesine neden olmaz mı? niye böyle garip sorular soruyorsun?
    hem olsa korkuluklara tutununca nolcak? amerikan filmi mi bu?
    işte. susmalı insan bazen, susmalı.
    3 ...
  10. 143.
  11. haksız olan insanın zeytin yağı misali su üstüne çıkmaya sarfettiği o garip(!) anlarda sarfettiği sözler ya da sergilediği davranışlardır.
    0 ...
  12. 142.
  13. cırcır böceğinin aslında "ishal böcek" olduğunu düşünen ben... ne yani? bir ben miyim ruh halleri garip olan? tamam belki cırcır böceği aslında dünyanın en kabız böceğidir de bir ben miyim en sorunlu? şimdi beni dinleyin de anlayın... hak verin bana.

    bir arkadaşım var, isim verip rencide etmek istemem, ismi size göre ayşe bana göre fatma olsun. bir gün müdavimi olduğum feysbuka girdim ve fotoğraf albümlerimden birine koyduğum karikatürlerimden birine fatma yorum yapmış. yorumu normal. sonra baktım, fatma o gün aynı saatte arkadaş listesinde herkesin fotoğraf albümlerinde birilerine yorum yapmış. ama öyle böyle değil. saatlerini fotoğraf albümlerine bakmaya harcamış. resmen o günü fotoğraf yorumlarına adamış. fatma sizce çok mu normal?

    içindeki çocuğun sesini dinlemek için radyonun ve televizyonun sesini kısan haldun amca çok mu normal?

    heavy metal bir parça dinlerken göğsünün üzerinde gitar olmadan gitar çalan solo atan orhan, dizinde davulsuz bateri çalan ayhan ve karnında bas gitar olmadan bas gitar çalan ogün mü normal?

    söylediğim her şeye "normaal" diye cevap veren kemal normal mi?

    buz tutmuş dimdik bayırda arabasıyla yolda kalan fahri amca'nın arabasına arabayı yere bastırmak için binip arabayı bayırda geri kaydıran dört delikanlı mı normal?

    soğuk gazoz istemediği için garsondan soğuk gazozu sıcak gazozla ılıştırmasını isteyen hayriye teyze mi normal?

    sahte hayret dolu ifadelerle "anam anam ayy ay ayy" diye bağıran seda sayan mı?

    sahte samimiyet dolu yüzüyle yüz kasları gerim gerim gerilen esra ceyhan mı?

    siz mi?

    hepinizin var bir anormalliği. örnek ver ver bitmez... bana laf söylemeyin o yüzden ve gidin. yoksa birazdan size anormalliğin doruk noktasını göstereceğim. kızdırmayın beni!
    1 ...
  14. 141.
  15. kadınların yani annelerimizin, ninelerimizin, teyzelerimizin, ablalarımızın altın günlerini eminim o günlere gidenler hariç seven yoktur. gayet de klişe bir konu olmasına rağmen ben de bu konuyu ele almadan geçemeyeceğim.

    metroya binersiniz evinize giderken, metro merdivenlerinden inen ellerinde çanta ve yün-şiş ikilisini bulunduran poşetleriyle üzerinize doğru koşarak, yerleri sarsarak, kalabalığı yararak gelen teyze çetesi... altın günü çetesi.

    hani evinize yaklaşırsınız, iki yüz metre, yüz metre... bir anda "haaaahohohohohohihhoho" sesi ile yüzünüz buruşur. bir ağızdan konuşup, kahkaha atan teyzelerin sesleri. hani perili evde geceleri rüyalarda yankı yapan ruhlar bile bu kadar korkunç olamaz. o nasıl bir sestir? siz eve yaklaştıkça şiddeti artar. o negatif enerji ve çekim alanının içine girmişsinizdir zaten elli metreden sonra.

    hatta evin kapısının önündeki yirmi çift teyze ayakkabısı öyle büyük bir enerji yayar ki o enerji teyze gülmelerinin sesi ile birleştiği anda sizin ruhunuzu bile emecek kudrettedir.

    eve girersiniz. tam o esnada misafirlikten kalkmak üzere ayaklanmış bir teyze size doğru yürümektedir. belki de deminki bahsettiğim çetenin bir elemanı... her adımı ile sarsıyor. siz donmuş vaziyetteyken kulaklarınızda birbirine karışmış dedikodu ve kahkaha sesleri...

    "ayşehihohanımınhahahakızıkaçmış... kocayahihohahhaha... kızharoşamıbuörgü...hahahah"

    teyze yaklaşıyor size... bir elinde çantası, öbür elinde ören bayan poşeti. poşetin içinden bir çift içeri terliği, iki adet şiş ve bir yün yumağı gözüküyor. yaydığı negatif enerji yürümenizi engelliyor. sömürüyor sizi adeta...

    her adımda bir metre kadar ilerliyor şişman teyze. artık size ulaşmasına dört,üç, iki, bir adım kaldı... ulaştı size. "aman da ne kocaman olmuşsun sen" diyor ve kollarını açıp sarılıyor size. siz ondan çok daha uzun olmanıza rağmen sizi öyle bir kavrıyor ki, sarıyor adeta kollarıyla, eğiyor vücudunuzu aşağı doğru. "aman da aman" dedikçe daha da fazla sıkıyor sizi.

    biraz daha sıksa teyzenin vücudunda kaybolacaksınız.

    binbir çabayla kurtuluyorsunuz. zamanlama hatanız var ama. teyzeler bir anda zengin kalkışı yapıyor. metroda gördüğünüz çete bu sefer sizin evinizde gerçekten. bir ellerinde çanta öbür ellerinde yün-şiş-terlik poşeti ile üzerinize doğru yürüyorlar!

    "haydi yavrum teyzeleri öptün mü"

    ne teyzesi? ne öpmesi?

    "haaaayııııııııır"
    4 ...
  16. 140.
  17. herkes keşfediyor, buluyor birşeyler, teoriler. ya ben? ya da biz? yerimizde sayıyoruz. bunun acısı ile yaşanır mı? yaşanmaz elbet. şu hayat öyle bir hayat ki keşfedilecek madem çokça detayı var; neden bir detayı da ben keşfetmeyeyim?

    gıda mühendisi gıdanın sırrını detayı çözer, tekstil mühendisi kumaşın detayını çözer, makine mühendisi makinenin sırlarını keşfeder... farklı bir şeyler yapmalı. terlik mühendisi olacağım arkadaş ben. tekstil mühendisi olmamın yanısıra ikinci bir dal olsun bana bu. terliğin anatomisini zaten çözdüm ben.

    sizinle de paylaşayım terlik anatomisini. özellikle dinamik görünüşlü terliklerin anatomisini.

    şimdi "dinamik görünüşlü terlik" nedir? diyenler olabilir. kendilerine kızmıyorum ve sabırlı bir şekilde açıklıyorum. "dinamik görünüşlü terlik" dediğim olay hani ismi gibi karmaşık bir olay değil aslında.

    bilirsiniz şu terlikleri; üzerinde "sport" yazar, "malibu" yazar. ayrıca öyle bir desenlendirilir ki o terlikler! aman allah'ım! içerisinde anatomik çıkıntılar, pürüzler öyle bir tasarlanmış ki... adam o üzerinde "sport" yazan terliği giyiyor ve içinde bir koşma isteği uyanıyor.

    koşma isteği deyince bu terliklerin bir de tuvaletlere tuvalet terliği olarak konulduğunu hatırlatmamızda yarar var. şimdi adam önüne gelen ilk tuvalete girdiğinde tuvaletini yaptıktan sonra -ki ayağına sport yazan terlikleri de giyiyor- içinde neden koşma isteği uyanacak?

    terlikle en son koştuğum dönem ayağımdaki terliklerle futbol oynadığım ve her şut çekişimde terliklerimin de topla birlikte kaleye girdiği sekiz yaş dönemimdi ki bu adam tuvalette koşmamalı yani. ne kadar girintili çıkıntılı da olsa o terliklerle tuvalette koşulmaz arkadaş...

    terliğin ayağından fırlar, sen fırlarsın... 90'larda görürsün kendini.

    bir de bu terlikler öyle suyu sevmezler. içlerinde anatomik boşluklar olur, o boşluklu terliklerle sulu ortamlara girmenin sonucunda ortaya çıkan "fırççç" sesi, hatta koşarken çıkan "cılkırıfırçırırıpırçk" sesinin sinir bozuculuğunu bir düşünün...

    aslında terliklerin ne kadar sinir bozucu olduğunu düşünün! gereksiz bir nesne!

    bugünkü dersimiz dinamik görünüşlü terlik anatomisiydi. haftaya havada uçan anne terliğinin hava sürtünmesine karşı direncini işleyen konu ile karşınızda olacağız.
    2 ...
  18. 139.
  19. bu akşam üzümleri evde bıraktım. var mı diyeceğiniz?

    o yüzden üzüm rakısı yerine hüzün rakısı içiyorum. buna da bir şey söylerseniz gidin buradan.

    "salkım hanım" diyerek bir salkım hanım üzüme doğrudan dişi yakıştırması yapanlar kimlerdir hep merak ediyorum. hayır yani üzümde bir efemine yaklaşım varsa üzümün dalı erkektir o zaman arkadaşım. salkım hanım ve dal bey.

    "doğa ana doğa ana" diye diye yıllarca şefkatli bir yüz bekledim, yıllar sonra karşıma çıka çıka biri bizi gözetliyor'da doğa bey çıktı...

    ne olurdu biri de doğa bey'i eleseydi biri bizi gözetliyor'dan? hatta türkiye'den elenseydi...

    elense!

    doğa bey'e elense çekmektir tek dileğim, belki canlanır hıyarto!

    beni omuzlarınızın üzerine yatay olarak alın ilerletin, elimdeki ufak kamera ile jimmy jib olayım.

    siz de ev telefonu, cep telefonu, kapı zili ve kalın bağırsakları aynı anda çalışanlardansınız. biliyorum, benden kaçamazsınız. şimdi zilinize basacağım, telefonlarınızı çaldıracağım... bir de bağırsaklarınız çalışsın size müshil.

    müshilleme.

    kardan madam.

    ha gülşen bubikoğlu'nun bubik'i ha burhan çaçan'ın çaçması. ikisi de benim gözümde eşdeğer.

    hasan kel değişme özelliği olan bir denklemdir.
    1 ...
  20. 138.
  21. en zevk veren olaylardan biridir.
    0 ...
  22. 137.
  23. bu dünyada milyarlarca insan yaşıyor. iddia ediyorum, bu milyarlarca insanın yaşça büyük olanları kendilerinden yaşça ufak olanları gördüğünde "dersler nasıl" diye söze başlıyor. bu kısım dünya nüfusunun %70'ini oluştururken türkiye nüfusunun %83'ünü oluşturuyor. duygusal olan genç kesim de bundan muzdarip bu dünyaya çocuk getirmek istemiyor ve bunu ağlamaklı söylüyor: "ben bu dünyaya çocuk getiremem" diye.

    ne dersiniz belki de fazıl say'ın gitmek istemesinin sebebi de aslında ona birilerinin "dersler nasıl fazıl?" demesidir. ne de olsa ondan yaşlı kimisi. bence fazıl say bu dünyaya veya türkiye'ye çocuk getirmek istemese de kalsın türkiye'de. fazıl say kalsın. hatta ahmet dursun.

    bu dünyaya çocuk getirmek istemememin bir sebebi de "abla teker dönüyo ehehe" esprisine gülmeyen ablalardır. ben isterdim ki ablalar her espriye gülsün...

    ablalar espriye güle dursun benim bu dünyaya çocuk getirmek istemememin bir sebebi de, kaportacıda çırağa çekiç sallayarak konuşan ustadır. hatta başka bir sebebi daha vardır; arabanın altına yatan ustanın arabanın altından çıktıktan sonra, ayağa kalkmadan önce çırağına gözünü kısarak bakmasıdır.

    bu gidişle hayatı çocuksuz geçirecek olsam bile çocuğumun dünyaya geldiğinde doğar doğmaz ona tokat atan bir hemşireyle karşılaşmasını istemiyorum.

    çocuğum dünyaya geldiğinde neden koşarken kalçasını kontrol edemeyen bir köpek görsün? neden?

    çocuğumun dünyaya geldiğinde buzda dans jürisini görmeye ne mecburiyeti var?

    çocuğum küresel ısınma muhabbetini emin olun duymak istemezdi.

    çocuğum doğduğunda emin olun, tülin'in caneri'inin kafasında bardakları bizzat kendi kırardı. caner'e ise dilini kıvırıp dişlerinin arasından "tıss" sesi çıkarmak kalırdı. ama kendisi şimdi dünyaya gelmek istemiyor, caner kurtuldu.

    benim çocuğum doğduğunda annesinin altın gününe gelen teyzelere asla "hoşgeldin" demeyecek! annesinin "teyzeleri öptün mü" sorusuna cevap vermeyecek. "sen ne kadar da büyümüşsün" diyen teyzelere küfür edecek... samimiyetsiz oldukları için...

    benim çocuktan çokça şey istedim; içimdeki çocuktan... ama emin olun benim çocuk belki içimdeki çocuğun bir parçası olacak. beni yansıtacak.
    2 ...
  24. 136.
  25. 135.
  26. 134.
  27. şehriyar'in sehirinden hep selam geldi seneler boyunca. üstüne üstlük vay vay diye uzatmalar eklendi matah bir haltmiş gibi.

    arkadas su sehriyarla bir aldiğimiz verdiğimiz yok, fakat onun sehrinden gelen kişiyle bizim davamiz. yahu o sehirde selamdan baska bir bok yetişmez mi? biraktim havyari, tarhanayi falan filan o selami getiren zirtopoz yolda dinlenme tesislerinden pismaniye getirmez mi? ama nerde o hüsniyet, o zeka?

    hadi onu gectim bosver sehriyar'in adini kullanmayi, nedir bu selam gönderme olayi arkadas? sana selam gönderdim. afferin gönderdin iyi hoş. ama behey deyyus araci kurumlara gerek duymadan ac telefonunu selaminaleykum dedin de biz aleykumselam demedik mi? diyelim ki telefonumuz kapali mektup yazdin da cevap yazmadik mi?

    size selam göndermiş pöh. selami babamda gönderi, selam göndereceğine bir harf değişikliği yap macar salami gönder, cobanin birinden cam sakizi al gönder o da olmadi ne bileyim gazete gönder. ama nerde o beyin.

    birde utanmadan misafir umdugunu değil buldugunu yermiş diyip sakladiğim likorlu taze cokolatalara saldiriyor. ben ki onlari 1935'ten sakliyorum.

    - sehriyar'in seherinden size selam getirmişem vay vay...
    - getirme arkadasim, al sen o selami bük bük kulağini karistir.
    2 ...
  28. 133.
  29. hani kimisi diyor ya "çağımızın en büyük uğraşı internet" diye; yalan efendim. külliyen yalan. halt yemiş onu diyenler. çağımızın en büyük uğraşı: oturmak! evet, doğru duydunuz. oturarak para kazananlara değil sözüm. sadece oturanlara...

    "ne yapıyorsun" sorusuna "oturuyorum" diye cevap vermeyenler bu dünyadan değildir. en azından türkiye'den değildir. hakikaten ya arkadaş, ne oturmaymış bu? telefon açıp soruyorsun ne yaptığını. "oturuyorum" diyor. "daha daha" diyorsun; cevap yine aynı. oturmak aslında bildiğimiz türden basit bir olay değil belki de.

    oturan boğa sizi selamlıyor. o da hep oturuyor.

    ne oturmaymış be arkadaş! kalkın! oturmaya mı geldik?

    bir dakika, gerçekten oturmaya gelmişiz. çünkü; düşünsenize her işi oturarak yapıyoruz. yazı yazmak oturarak, yemek yemek oturarak. yani ayakta yapılan işler az. şu da var: "ne yapıyorsun" sorusuna "hiç" diye cevap verenler aslında bir iş yapıyorlar. oturuyorlar.

    amanın! şu otobüsteki 46 adet koltuğa bakın. hatta hostes koltuğu ve şoför koltuğunu da sayın. 48 koltuk yapar. 48 insan ne yapıyor? oturuyor. neden? çünkü otobüste başka ne yapsınlar? gerçekten de oturmaya geldiler oraya. görevleri oturmak. kimi bir yandan gazete okur o ayrı. ama geneli oturur ve önündekinin ensesini seyreder. önündekinin ense kıvrımlarını sayar.

    bir de oturtanlar var! yani nasıl bir oturmaksa o, insanda aşağılayıcı bir etki yaratıyor.
    "otur yerine!". bundan daha sert bir cümle olamaz. yani orasını belki benimsemedi de yeri olarak görmüyor o kişi, oturtulacak olan kişi. oturmayı önemli bir iş olarak görüyorsa neden aşağılanma olarak kullanıyor kimisi?

    kimisine göre oturmak zaten önemli bir şey. özellikle basurlulara... "abi oturamıyorum basurdan"

    ya da kıl dönmesi...

    yeter oturduğunuz tamam! kalkın! gidiyoruz... otur, nereye gidiyorsunuz?

    bu yazıyı aykırı bir insan olarak ayakta yazdım, hem de bir yandan ayakta yemek yiyerek. "ayakta yenmez midene inmez" diyenlere inat..
    5 ...
  30. 132.
  31. herkesin birçok konuda benimle aynı görüşü paylaştığını sanan bir safım ben. herkesin benim gibi saf olduğunu sanıyorum. siz de mi safsınız?

    siz de diş hekiminizin bekleme salonunda keşif, gezi, bilim dergisi okuyarak kültürünüzü mü arttırdığınızı sanıyorsunuz benim gibi? oysa birazdan dişinizi oyacaklar! içine artık mavimsi grimsi amalgamı basacaklar. bluetooth teknolojili bir ağıza sahip olacaksınız. sizin ne vardı? dolgu mu?

    siz de fender gitarlarının bir "lü" tonu olduğunu mu sanıyorsunuz? "lü" sesi artık hangi manyetikle alakalı ise bilemem de bence bu "lü" yü duyanlar var.

    siz de aile şerefi filmini yüz kez izleyip şevket altuğ'u seslendiren sesin kim olduğunu mu merak ediyorsunuz? hatta o filmde şevket altuğ iyi kalpli olmasına rağmen sesin kötü bir ses olmasını, kötü adam sesi olmasının özel bir nedeni olabileceğini mi düşünüyorsunuz?

    siz de hababam sınıfı filminde inek şaban'a gönderilen devasa tereyağını elbise dolabında neden sakladığını merak ediyorsunuz? hatta onun gerçekten tereyağı olduğundan şüphe ediyor musunuz?

    siz de çekoslovakyalılaştıramadıklarımdan mısınız?

    siz kim oluyorsunuz? gerçekten siz de sizin kim olduğunuzu merak ediyor musunuz?

    siz de amma safsınız.

    sizi seviyorum.
    2 ...
  32. 131.
  33. "yazmaya çizmeye oturayım" deyip de hiç yazamadığınız, çizemediğiniz zamanlar olmuştur herkes gibi. benim de oluyor. ilhamın gelmediği zamanlardan söz ediyorum. ama öyle bir andır ki o arkadaş; nasıl sıkılıyor insan. bekliyorsun ilham gelsin diye... değil ilham, ilhan bile gelmiyor.

    televizyonu açıyorsun ilham gelsin diye... ilhan var. ilhan şeşen'in klibi oynuyor. aferin. hani? yazamadın değil mi hala?

    televizyondan ilham alamadınız. bari ilhan alın. evlenmek için bir adet ilhan bulun kendinize. herşeyi buluyoruz, evlenecek birini mi bulamayacağız? bulan buluyor kendi çapında ve onları izleyen 70 milyonluk türkiye'nin çapında...

    herşeyi yaptınız da evlenecek kimseyi bulamadınız mı? bulamadınız. üniversite hayatınız boyunca "oğlum kız arkadaş edin,neden sevgilin yok" , "kızım sana bir oğlan bulalım, kızım o çocuk kim" gibi baskılarla sıkıldınız ve mezun oldunuz. hala birinci şekil bir birinci tekil şahıssınız. baskılar artıyor.

    mezun oldunuz; iyi kötü bir iş sahibi de oldunuz. baskılar bitmiyor mu? biter mi? bitmez tabii... anneler sürekli çöpçatan dostları aracılığıyla sağdan soldan birilerini bulur getirir. ortalıkta ruhsar dizisindeki ruşen amcanın oğlu sedat'lar türer durur.

    bir gün bakarsınız erkek olmanıza rağmen kapınızda bir sedat belirir. hem de erkek olmanıza rağmen! "kimsin ulan sen" tepkisini verirsiniz. "evlenmeye geldim" cevabını alıp döversiniz sedat'ı bir güzel.

    kapı ertesi gün tekrar çalar. bu sefer gelen aysel teyze'nin kızı neriman'dır. "bir yanlışlık olmuş, sedat size değil üst kata evlenmeye gelmiş" der neriman. üzülürsünüz, sedat'a da boşuna gay muamelesi yaptığınızı düşünürsünüz. gönlünü almaya gittiğinizde yanlış anlaşılmaların boyutu artabilir... aman dikkat!

    siz şu an neredesiniz? nihah masasında mı? ne? yoksa şu an sedat'ın ayağına mı basıyorsunuz? pardon ben sizi erkek sanmışım, evlenebilirsiniz...

    "ne diyorsun sen be manyak, beni iri gördün diye erkek mi sandın,alırım ayağımın altına ayol seni"

    "ah vurmayın neriman hanım"

    evlenin bir an önce...
    4 ...
  34. 130.
  35. dındik dergisi için yazdığım yazılardan parça parça örnekler... bu seferlik...

    itiraf ediyorum ki; Dındik Dergimizin kasım ayı sayısındaki boş dvd rumuzlu, aşırı sıkışıp sokakta altına tuvaletini yapma tehlikesi yaşayan, bilgisayarcıdan boş dvd isteyip sonra hızla dükkânın tuvaletine dalan kişi benim. Bu derecede de dürüstüm.

    itiraf ediyorum ki; bu ay hazırladığım "saçmalığın daniskası" köşemi hazırlarken çok basit bir geyik muhabbeti yaptığım Elazığ-Malatya arasını yaya olarak yürümekteki benzetmeleri editörümüz Fethi Özdenk ciddi algıladı. Biz aşağı yukarı on beş dakika boyunca "kim hangi hızla yürürse o yolu ne kadar zamanda alır" bunu irdeledik. Gayet geyik olan bir konu bu kadar ciddi hale getirilebilirdi. Fethi Özdenk matematiksel hesap yaptı, ben ona uydum; Çok sonradan farkına vardık hatamızın.

    itiraf ediyorum ki; Zonguldak'ta otururken apartmanımızda iki tane yaşlı teyzemiz vardı. "Behice Hanım Teyze ve Fatma Hanım Teyzeler". Hızlı söylenişlerden ötürü bu teyzelerin isimleri herkes tarafından "Beycam Teyze" ve "Fatmam Teyze" şeklinde telaffuz edilirdi. Ben ise onların isimlerini yıllarca "Beycam ve Fatmam" olarak hatırımda tuttum. Asıl isimlerini öğrenişim 1995 senesini buldu. Şu an ise 22 yaşındayım. Görün halimi ey teyzeler!

    itiraf ediyorum dinleyin; internetle ilk içli dışlı olmaya başladığım zamanlarda, reklâm olarak gözüken "Sitemizin 999999.ziyaretçisisiniz. Bizden tatil kazandınız." uyarısını görüp gerçekten tatil kazandığımı sandım. Oradaki adrese mail attım, cevap gelmedi. Tam bir hafta cevap gelsin diye bekledim. Meğerse herkesin başına geliyormuş bu olay. Herkes 999999. ziyaretçi imiş.

    itiraf ediyorum; ellerimle ağzımı kapamama rağmen hapşırdığımda nasıl olduysa bir miktar tükürük baloncuğu ve bir takım sıvılar otobüste önümde ayakta duran adamın omzuna kondu. Kendisine bir şey söyleyemedim, beni affetsin.

    itiraf ediyorum, içerisinde bol miktarda ayna içeren mağazalarda aynalara sürekli çarpan şapkalı ve atkılı kişi benim. yüzümü hala saklıyorum atkıyla.

    itiraf ediyorum ki, şu an yüzüm açık. atkım yok...
    0 ...
  36. 129.
  37. günlerden bir gün ben elma,armut ve kel mahmut dört tekeri patlamiş bir kartali herkül gibi iterken bir baktik havaya helikopter geliyor üzerimize dogru.

    o anda saniyeler ile sayilacak bir sürede aklimdan binbir düsünce gecti. hiç birini hatirlayamiyorum. ama bir tanesi haric... onu gayet net hatirliyorum.

    gecenin bir köründe nasil olmussa hala uykusuz kaldiğim bir vakit elimde konyak sisesi ile sokaklari turluyordum. vakit mutehayyil bir yaz aksami idi. o kanyaği sicak temmuz gecesi hangi akla uyup içtiğimi hala bilemiyorum.

    belki civi civiyi söker hesabi sicağa karsi direnmek için kanyak içiyordum. hani cay harareti düsürür ya...

    eh bende elimde demlik yahut semaverle gezemeceğim için - semaveri yakayim derken istanbul'u yakardim cünküm- konyaği dikiyordum.

    sonuc mu?

    bir boka yaramadi. tabani yanmiş it butun gece sabaha kadar dolandim o gun.

    köpekler kovaladi, ben köpekleri kovaladim, klasik gece sporlari falan filan yaptik iste.

    herneyse işte böyle seyler....

    bir de o gun helikopter zannettiğim sey sadece türk petrol sapkasiymiş. iyi mi?
    2 ...
  38. 128.
  39. 127.
  40. odamdaki kalın, budaklı odunun üzerine "haydari" yazdım. şimdi deseler ki kırk yıllık haydar neden haydari oldu diye, onlara derim ki, "haydar haydar". sonra bana "hasta mısın birader" derler. haydar haydar'ın üzerine "yandan yandan"'ı da eklemeden duramam. sen duramazsın biz durur muyuz a be densiz? üzerime bir saldırırlar. "haydari"yi yedirirler bir güzel. "haydari" mezeyken güzeldir ama odunvari iken hiç güzel değildir. sakın tatmayın.

    "haydari" türü kalın adam dövme gereçleri ince olsa "limoni" olurdu.

    patinaj kelimesini "badanajşşhh" şeklinde kullanan insanları siz de biliyor musunuz? onlar araçlarının patinaj yaptığını "badanajjşşh" şeklinde telaffuz ederken araçlarının yerden daha fazla toz kaldırdığını, çamur saçtığını düşünüyor belki de. ama saçtıkları tek şey tükürük! "gaza bi yüklendim araba badanajjşh çekhti" cümlesini duyan her insan iki litre tükürüğe maruz kalıyor, emin olun.

    bayramda altı ortak birleşip danaya girmek isteyip de danayı elinden otobana kaçıran insanların kendisi bizzat dana oluyor. kurban bayramının tüm danaları olsam altışarlı gruplara bölünürüm. sonra kurban sahiplerine altı dana olarak girerim. kurban bayramında altı dana bir kurbancıya girdik...

    şimdi kurbancıdan çıktık. senin yanına geliyoruz. seni de döveceğiz.

    danaların dövmeye gittikleri kişi; kurban bayramında dört ortak bir iskambil destesini kesen bir grubun beyni.

    belediye otobüslerine öyle garip insanlar biniyor ki, yani insanları kategorize etmek değil ama o garip insanları yazılarıma malzeme etmeden yapamıyorum. elinde çanta ile bir adam biniyor. bana fatih sultan mehmet bulvarı'nı soruyor. ben oraya geleceğimiz zaman ona haber vereceğimi söylüyorum. sonra nasıl oluyorsa başka bir adam bu adamı konuşmasıyla esir alıyor. allahım! yani memleket meselelerinden küresel ısınmaya her türlü konuyu irdeliyor yeni adamımız. işte diyaloglarından bir kesit; bana hak vereceksiniz siz de:

    -ben fatih sultan mehmet bulvarı'nda inecektim şu şapkalı arkadaş tarif etti gerçi de ben yine de size de sorayım dedim.(şapkalı arkadaş derken beni tarif ediyor)
    -tamam ben size söylerim; ne için gelmiştiniz?
    -bursa'ya doktor bir arkadaşımın yanına geldim, ben de doktorum.
    -aa ne güzel. ben de doktor olmayı çok istemiştim, olmadı tabi.
    -olsun üzülmeyin.
    -şimdi üniversitelerde eğitim daha kolay, eskiden zordu. şimdi herkes doktor da olabiliyor mühendis de!
    -heh heh(doktor arkadaş çok sıkılmış)
    -keşke üniversitelerimizde eğitim iyi olsa da gençlerimiz daha bilinçli olsa. şimdi düşünüyorum da gençlerimizin yarısı bilinçsizce eğitim görüyor.
    -hıh hıh(sıkılmış ve terlemiş)
    -yeğenim var benim bir tane; yüz kelime almanca yüz kelime de türkçe konuşabiliyor.
    -hangi üniversitede?
    -beş yaşında daha...
    -heh heh pek güzel.
    -bu arada isminiz neydi? onca yol geldik tanışamadık. ben ahmet.
    -ben de latif. memnun oldum.
    -latif hocam kaç gün kalacaksınız bursa'da? görüşelim, kanım ısındı size çok... bursa'yı gezdiririm size.
    -valla çok isterdim, iki gün kalacağım.(istemediği yüz ifadesinden son derece belli)
    -bu arada geldik,inebilirsiniz... görüşmek üzere latif hocam!

    aman allahım! bu ahmet isimli kişi ne rehin bir adammış. üniversite eğitiminden bilinçten bahsediyor, beş yaşında çocuğa geçiyor. görüşelim diyor. benim danalar'a söyleyeceğim, ona "haydari" götürsünler. en ekşisinden! adam beni bir belediye otobüsünde nasıl gerdi anlatamam. herkes doktor, mühendis ona göre. bu derece kolay hayat. hayvan herif! sana "haydari" yi yedirmeye bizzat ben kendim geliyorum.
    2 ...
  41. 126.
  42. şeker bayramı'nın kasıma denk gelişi üzerine o kasım ayına "sweet november" diyenlerdenseniz bendesiniz. hepinize benden şeker. bayramda aşk başkadır, değil mi?

    siz de şeker bayramı dememe kızıyorsanız ve ısrarla "şuna ramazan bayramı de" diyenlerdenseniz ben kaçıyorum.

    kabızlığı komplike hala getiren insanlardan mısınız siz de? benim vardı böyle bir arkadaşım. aman yarabbim. ne diyaloglar!!

    -bunu yapmalıyım...
    -hayır...
    -evet yapmalıyım,deneyeceğim!
    -olamaz!
    -bu kakayı yapacağım! bana engel olamazsın...

    nitekim, uğraştı, yapamadı kakasını. sezeryanle aldırmayı düşündü. kendisini epeydir görmedim. kakası büyümüştür şimdiye.

    zebra pijamalı at değil, hapishane kaçkını attır. hatta hipodromdan kaçmış bir attır. lama ise her zaman birine benzetilendir!

    lamaya "boynun neden eğri" demişler, "birine benzettiniz galiba" demiş.

    lamanın tükürüğünü karşı hendeğe atlatmak deveye hendek atlamaktan daha zordur. bu arada fillerin, ineklerin ve zürafaların da hendek atlamadığını görmüş biri olarak herkesi kınıyorum.

    hendeklere en kolay atlayan hayvanların ise koyunlar olduğu kanaatindeyim. biri atlasa hepsi o hendekte. o koyunlar kanyon bile atlıyor...

    nazo gelin kafasına takar! ne düşünüyorsa artık?

    seke seke çaydan geçen ceylanların bileğine halhal takarsam rüşvet olur.. hendek atlar hepsi...

    ne hendekmiş be!
    1 ...
  43. 125.
  44. hz.mevlana'nın "ne olursan ol gel" demesi "ne olursun gel" demek gibi ısrarcı bir yaklaşım olsa gerek. eşitlikten yana, ısrarcı bir yaklaşım. ha buna rağmen "mevlana beni görse,sen gelme derdi" veya "gelmiyorum ya mevlana" diyenler var. kendileri düşünsünler...

    "eskiden nasıl eğlenirdiniz" diye soranları kınarım. 1990 senesinde biz "pazar 89" serisi ile başlayan programın sunucusu mustafa yolaşan'ın bıyıklarını sayardık. tek kanal, tek program, 124672 adet bıyık!

    televizyon yoksa "isim şehir hayvan bitki" oynardık. nedir yani? ama o oyun da sıkardı. sapıtırdık. neler yazmazdık ki o oyunda? isim: gudurbet,kudurhan; şehir:jebe; bitki:kelej... oyunun sonundaki şımarmalarımız öztürk serengil olmaya kadar varırdı. mangırej!

    benden habersiz nejat işler!

    "blues brothers" olsa olsa şirinler'dir. mavi mavi biraderler...

    ayran gönüllü insan olur da yayvan gönüllü insan olmaz mı?

    her hükümet döneminde koltuk sevdası adına siyasi görüşü değişen müdürler, yöneticiler aslında geniş görüşlü insanlar! her devrin adamı da olsalar; her görüşe açıklar. neden eleştiriyoruz ki? değil mi ama?

    benden kaçma, benden kaçma, benden kaçma! sevemem ben hiç kimseyi!

    ben edebiyat parçalamam; edebiyatçı parçalarım! boş konuşup, laf salatası yapıp, hiç bir şey anlatamayan edebiyatçıyı parçalarım. eşe dosta dağıtırım.

    "lern mit uns" isimli almanca kitabını seven yoktur. milli eğitim bakanlığı'nın yazdığı bu kitap ortaokul çağındaki çocukları embesil yerine koyardı. hiç unutmam orada "sabi" isimli bir robot vardı. yedikleri yemekler arasında "satz salad"(cümle salatası) vardı. laf salatası gibi ulan aynı! hayır yani insanı yeni bir dil öğrenmekten soğutan bu kitap ne allah aşkına? şaka gibi...

    siz siz olun herhangi bir gsm operatörünün müşteri hizmetlerindeki adama bedava mesajtan "beleş mesaj" diye bahsetmeyin. "beleş" kelimesi karşı tarafta bir duraksama yarattığı gibi siz de de bir laçkalık hissi uyandırır.

    his uyanması; hislerin uyuması... hissizlik ve sonrasında uyuşma!
    3 ...
  45. 124.
  46. Gece hayatında; düğünlerde tepine tepine oynayanlara, bel kıvıranlara, "Amman sabahlar olmasın" diyenlere inat suratsız bir ifade takılacağım. Nedir ulan? Hayat bu kadar toz pembe mi? Değil; o zaman ne bu neşeniz? Selam sabah da vermeyeceğim kimseye.

    Amman selamlar olmasın...

    Düşündüm de; benim gerçekten "Amman selamlar olmasın" diyeceğim insanlar var. Tamam selam vermemek kötüdür, ayıptır, nezaketsizlik örneğidir ama herkese de selam vermek? garip; Bundan altı sene kadar önce Hamdi isminde birini tanıyordum; her yönden garip bir çocuktu. Kdz. Ereğli'deki festivale bir arkadaşıyla gelmiş; herkesle tanışıyor. yanındaki arkadaşını da herkesle tanıştırmayı ihmal etmiyor. Başladı söze: "Ben Hamdi, bu da kankam Osman". Adamın iki lafından biri bu...

    O an Osman'a sormak isterdim: "Osman kardeşim, ne iş yaparsın sen?" diye; kesin şöyle derdi: "ben kankayım." Onun işi kankalık. O da güzel.

    Bir devinim şart insanımızda belki de. Tek yol devinim!

    Siz de kapı zili,cep telefonu zili ve ev telefonu zili, hatta bağırsak boşaltım sistemi zili aynı anda çalışanlardan mısınız?

    Hasta mısınız? Doktorlar sorsaydı böyle...

    Dabbeli matkap.

    Ben senin Çekoslovakyalılaştırabildiklerindenim.

    Çaycı Hüseyin tiplemesi ile Çocuklar Duymasın dizisinde ünlenen Alpaslan Özmol isimli kişinin Topkek reklamlarındaki bağırmaları hala kulaklarımda. Nefret ettirmişti yani kendinden. Uzunca bir süre ne Topkek yedim, ne de ismi Hüseyin olan çaycılardan çay alıp içtim.

    Beni huşu içinde bırakanlara huşuyu soruyorum. Ben durakta bekleyeceğim onları. Gerçekten huşu ne yahu?
    2 ...
© 2025 uludağ sözlük