saçmalamada sınır tanımamak

entry223 galeri0
    51.
  1. kısalar... tek sorunumuz kısalar. halbuki kısalar yakışıyordu ona. işte sorun da burada. o reklamdaki embesil adam ve kızın bir olayı hatta kıldan tüyden bir olayı bu kadar büyütmesi yer etmiş herkeste. tek sorunumuz kısalar olmuş. yakında kısalar uluslar arası bir sorun haline gelecek. kısalar yüzünden müzakere sürecine gireceğiz; sürecek epeyce. avrupa birliğiyle paralel gidecek. on sene kısaları konuşuruz artık.

    "kısalar" gibi bir de eskiden "neşe'nin kepek sorunu" vardı.

    akbank'tan komilere özel; kral komi. yakında baş garson olacaksınız hepiniz. vade komi'ye göre; ödeme şekli komi'ye göre. amma komik.

    domestos reklamlarında "hijyenik temizlik" diye bir kelime grubu telaffuz edildi. temizliğin hijyenik olmayanı nasıl olur; allah akıl fikir versin size. öğrenin de gelin.

    berbere gidip de "kırıkları alalım usta" dediğiniz an bittiniz demektir. berber kırıklarla birlikte kafayı da alır.küçültür. tarık akan gibi girersiniz berber dükkanına ama ilyas salman gibi çıkarsınız. vay halimize.

    300 filminde "spartans;what is your profession" (spartalılar,mesleğiniz nedir) sorusuna askerler "huaahuahulehueğa" şeklinde böğürerek cevap vermişlerdi; gaza gelmişler,kana susamışlar. kardeşler kıraathanesine gittim;köşe başındaki hani. "bizim mahalle, mesleğiniz ne" diye bağırdım. cevap gelmedi, yineledim. kahveci vedat amca elime tepsiyi tutuşturdu "çırak hasta, dört çayı,nalbura götürüver" dedi. peki mesleğim ne? vaah vah vah...

    iki arada bir derede kaldım. truva filminde spartalılar'dan nefret ettim, 300 filminde spartalılar'ı tuttum. huzursuzluk kapladı içimi. tarafsız olamam ben, böyle karaktersizlik de yakışmaz.

    matematikle uğraşırken karmaşık işlemli çarpanlara ayırma soruları veya karmaşık denklemler,diferansiyel denklemler hepimizin karşısına gelmiştir. ama onca karmaşanın sonucu; denklemin kökü sıfır çıkardı. ben bunun kadar da delirtici bir şey görmedim arkadaş. uğraş dur, cebelleş; işlemin sonucu sıfır çıksın. sadist bu matematik.

    kıyamet alametleri diye neler neler çıkar, atılır ortaya hurafeler. içinde "allah" yazdığı iddia edilen domatesi basın mensuplarına göstermek için saklamak, çürümemesini sağlamak için korumak zor olmuştur. alamet midir o bilinmez ama bir de "sakallı bebek" doğacak denir alamet olarak. brad pitt herhalde o da. beybi feys hesabı.
    2 ...
  2. 52.
  3. bu tiplerin bi de haksızken, haklı durumuna gelmek için saçmalamaları vardır ki, kaçası gelir insanın hemen. allah korusun böle insanların gazabından.
    0 ...
  4. 53.
  5. insanoğlu'nun aklının alamayacağı pek çok şey vardır. hani uzayın hacmi mesela. hatta bazen felsefenin yorumlamakta zorlandığı şeyler. ya içeride ya dışarıda olmak, bardağın yarısının dolu veya boş olması gibi. benim de bazı şeyleri aklım almıyor. düşünürken zorlanıyorum. felsefik de olamıyorum. mesela ben, sen, o ve biz, siz, onlar dışında kişi zamiri yok, yaratamıyoruz. yaratabilir miyim diye düşündüm de... yaramaz.

    delikli paspas mafyası olacağım bugünden sonra. hani minibüslerdeki delikli olan paspaslar. içine bozuk paraların düşüp bir daha alınamadığı paspaslar. her gün yedi minibüse binsem her gün her minibüste on kişi bir ytl düşürse o paspaslara... çünkü düşüren bir daha alamıyor o paspaslardan parasını. resmen para yutmak için tasarlanmış.

    daha önce yazdığım yazılardan birinde karayollarının iyi bir nüfus kontrol yöntemi olduğunu söylemiştim, saçmalamıştım yani. ama buna benzer bir saçmalamayı sevgili melih gökçek yaşattı bize. ben "karayolları insanları öldürerek nüfusu kontrol altına alıyor" demiştim. melih gökçek de su sorununu çözmek için insanlara "tatile gidin" ve "iki gün duş alıp bir gün başınızı yıkayın" dedi. hayallerim gerçek oluyor zamanla.

    klavyemde bazı harflerin yan yana olması öyle sinirlerimi bozuyor ki... ulan "ş" harfi ve "l" harfi yan yana konur mu? azıcık hızlı yazmaya kalksam hatlar karışıyor. hayatımı yalıyorum şu an. işte yalamak ve yaşamak birbirine giriyor. allahtan şu ana kadar kimseye msn messenger üzerinden "çok yaşa" demek zorunda kalmadım. çok yala...

    acer ve asus marka bilgisayarları aynı mağazalarda barındırmamalılar. hadi barındırdılar diyelim kesinlikle yan yana koymamalılar. ikisini yan yana koydukları için çok kere kelimeleri birbirine sokup "acur" demişimdir. tabi mağaza görevlisi ne dediğimi anlamamıştır.

    klavyede yazacaklarını asla hızlı yazmayın tekrar söylüyorum. "anan çavuraya" (anan çağırıyor) cümlesini "anan vacuraya" şeklinde yazabilirsiniz. kelime hazneniz genişler orası ayrı. dilinize "vacuramak" diye yeni bir fiil katılmış olur.

    yayları aşırı bozuk bir yatakta yatıyorsanız yatağa kulağınızı dayadığınızda karın gurultunuzun frekansını hesaplayabilirsiniz. kulağınızı dayayın, "drıınnnzzz" sesi gelecektir yaylardan. gurultunun o sese dönüşmesi de ne gariptir.

    lisedeyken kendisine "yes sir" diyen öğrencisine "terbiyesiz, sen bana nasıl sir dersin" diyen bir hocam vardı. o nasıl bir yaklaşım öyle?

    fevkaladenin fevk'i varsa lades'i de vardır. bülent ersoy'la ladesine bile tutuşurum buna dair. fevkaladenin lades'inde şahane. haelkin rızası divanın deyimiyle.
    1 ...
  6. 54.
  7. güldür bakalım isimli program beni güldürene kadar isminin "öldür bakalım" olarak kalmasında ısrarcıyım. zira ben bu kadar sıkıcı bir program daha görmedim, sıkıntıdan öldüm; en kötü tiplemeyi yapıp izleyiciyi sıkan kazanıyor.

    her şarkının sözünde bir anlam vardır; derinden de olsa bir anlam çıkartılır. ceza'nınkiler de bir gariptir. "şimdi bana bi bak laan, mikofonda ben ceza anlat derdini lan! " böyle bir şarkı sözünü duyduktan sonra derdimi anlatacağım varsa da anlatmam. o sözün üstüne derman bulsam ne olur? resmen azarlamış adam beni be...

    doksana takamadım topu, kale eğrilmiş biraz, seksen oldu o.

    el ele tutuşup halka oluşturup savaşa gidersek o dolunay taktiğidir; halkayı bir yerinden kopardığın vakit dolunay hilal olur. hilal taktiği işte sana.

    sorun sen değilsin benim. hayır sorun benim aslında. sen benim kim olduğumu bilseydin sorunun ne olduğunu görürdün. baban gelsin be! işte sorun da bu. piçim ben piç... bazı "piç" senaryolu türk filmlerine böyle bir eklenti lazım. çünkü hepsi aynı; en azından biri farklı olsun.

    kahtalı mıçı iğneli fıçı gibi bir işkencedir.

    üç gün önce televizyonda cüneyt arkın'ın "insanları seveceksin" diye bir filmi vardı ama sevgiyle uzaktan yakında ilgisi olmayan bir filmdi. o ne kavga, o ne şiddet yarabbim. vur kır parçala falan koymalılardı ismini.

    idrar tahlili olurken de elinde çiş bardağı hastane koridorlarında gezmek kadar pis bir şey yoktur herhalde. hele ki hoşlandığın kızla karşılaşırsan durum daha da feci olur. -aa selim naaber canım? -iyidir berna;hayırdır? -ne ols. aa elindeki? çiş mi o? gerçi burada kızımızın da biraz öküzlüğü var; hiç değilse çiş değil de idrar de değil mi? bunun üstüne ben selim olsam sinirlenip çiş de demezdim; sidik derdim sidik. hatta bardağı sallayarak hayvanlık katsayımı arttırırdım. sensin çiş.

    müjde ar'ın iffet filminde malum "yapma cemil" repliğini bilmeyen yoktur, bilmeyen için de ben söyleyeyim, tecavüz sahnesinde müjde ar faruk peker'e söyler bu lafı. neyse ben bu filmi izlerken aklıma hep kosla sıvı reklamları gelir:

    -yapma cemil!
    -yapın yapın... tecavüzcü cemil çamaşır suyundan çok daha öte...

    haydi kosla çamaşır suları da çöpe... yapın yapın!
    2 ...
  8. 55.
  9. her ne kadar ben de bir mühendis adayı olsam da mühendis ve doktorlara kılım. "ne doktorlar, mühendisler istedi kızımızı" deyip durdular yıllarca. ulan sırf size inat kız mız istemeyeceğim. hatta doktor ve mühendisler gelsin istesinler, vermem kız falan. gençler anlaşsa da bana söz düşer efendim. yeter! doluyum size karşı.

    "benim oğlum büyüyüp kocaman adam olacak, doktor olacak, mühendis olacak." bok olacak. işte çocuğa yanlış meslek seçimi yönlendirmesi. hayır efendim benim çocuğum tiyatro oyuncusu olacak, efendime söyleyeyim karikatürist olacak, gitarist olacak; sanatçı olacak. kızım olursa da sanatçı kızımı vermeyeceğim doktorlara mühendislere. işte o zaman belki de söz gerçek olacak. doktorlar mühendisler kızımı isteyip babayı alacak. yaşasın kötülük.

    kızımı ne iktisatçılar, brokerlar istedi de vermedim. ne tuhaf lan!

    lost bağımlısı insan farkında olmadan lost'u koruma güdüsüne sahip olan insan oluyor. "o nasıl dizi abi, kurtulamadılar kodumun adasından" diyen insan anında dayak merkezi haline geliyor. kütükleri, odunları kendine çekiyor. ne bu bağımlılık?

    balkon altında yapılan bir çıkma teklifinin üzerine başımdan aşağı kaynar sular döküldü. serenadı abartmışım; üst kattan kafama su döktüler. bir de reddedilince su ısındı, kaynar su oldu.

    home freak home... ucube evi gibi bizim ev. darmadağın; hippi tadında.

    küfür etmek istemekle istememek arasında kalınan bir an vardır. beynin çeneni kontrol edemez; kaslar seni kasar. dişlerini sıkarak konuşursun o anlarda. bunu "ağzına zıçarım" yerine "ırzına zıçarım" şeklinde söyleyip yaşatan bir arkadaşım vardı. dişler sıkılınca ağız, ırz oluyor.

    taklidin taklidininin taklidini yapan insanlara sinir olurum. tavşanın suyunun suyu gibi. cover'ın cover'ı gibi. tıpkı güldür bakalım isimli programda olduğu gibi.

    ev arkadaşlarımın arkadaşları bize ilk kez oturmaya gelmişlerdi. söylemesi ayıp garip kızlardı. ilk defa tanışıyordum hepsiyle. bir tanesiyle tanışmam çok garipti; yani bu kadar da güldüğümü bilmem biriyle tanışırken. elimi uzatıyorum, "merhaba ben... " diyorum. o da kendini tanıtıyor, el sıkışıyoruz ve kız sağ elinin baş parmağıyla "her şey yolunda" işareti yapıyor. ulan ne bu be? bu kadar mutlu mu oldun beni tanıyınca?

    merhaba ben ali; merhaba ben de veli... her şey yolundaa! oheyyy! eğleniyor muyuz haa!

    siz istediniz bunu.
    2 ...
  10. 56.
  11. yapma öyle en sevmediğim şey; arabayı yavaş sür,en sevmediğim şey; ağzını kapat da çiğne; en sevmediğim şey. ne kadar çok "en" iniz varmış. insanın en sevmediği şey bir tane olur. sizin için her şey en sevmediğiniz şey. hasta mısınız? nesiniz? ben iyiyim. azıcık mantıklı düşünün beni düşündürtmeden.

    açık terlikteki ayak parmakları su damlalarını içine çekiyor. bu kadar da sinir olduğum bir olay yok. "en sevmediğim şey" olmasa da hiç hoş bir şey değil. elinde çaydanlık gidiyorsun; ayağında da açık terlik. şıp! bir damla su ayak baş parmağınla onun yanındaki parmağın arasına damlıyor. terlikte bir kayganlık efekti... sanki yağ damlamış. kurumaz da o. ıslak terlik giymek gibi aynı.

    ya terlik üreticileri sorunlu ya da ben sorunluyum. ama ben her zaman kendimi haklı çıkaracak derecede egoist biriyim. en iyi benim. adamlar bir terlik yapmış, bildiğin açık terlik. üzerine de ayak anatomisi adına girintiler çıkıntılar eklemiş. haydi buraya kadar kabul. ama abartmış, terliğin üstüne girintiler, çıkıntılar, alev desenleri, dalga desenleri... hatta bir de üstüne "sport" ibaresi.. ulan terlikle spor mu yapılır? ayağından fırlar adamın. en son terlikle sekiz yaşındayken koştum ben. ayaklarıma da su damlıyordu. zıçtımın terlikleri.

    bu dediğim sportlu, alevli terlikler için en iyi tabir dinamik görünüşlü terliktir.

    sene 1990 iken çizgi filmleri çok severdim ben. hala severim ayrı. kazık kadar adam çizgi film seyreder mi, evet. işte neyse; star tv o zaman tek özel kanaldı; saat dört buçukta çizgi film saati olurdu. ben belki şansıma erken başlar diye iki buçukta otururdum televizyon başına. ama hiç başlamadı erkenden o çizgi filmler. iki buçukta pembe diziler olurdu. erken otura otura pembe dizi müdavimi olmuştum.

    muavin kelimesini sadece dolmuşlara has bir kavram sanarak yaşadım bir süre. ilk okula başlayınca bu sanrı değişti ama müdür muavinimizi görünce garipsemiştim. muavin dediğin "hoop, devam et,para üstü almayan varmı, indir"der sadece. ama baktım müdür muavinimiz pek bir mülayimdi, bağırmak falan yok. nasıl muavin o?

    ama hepsi dünde kalmış. akşamki kurufasülye bile...
    3 ...
  12. 57.
  13. 58.
  14. ben sana il birincisi olamazsın demedim, bu gidişle öküz olursun, dedim. öküz!

    artistin, magandanın,kılın tekiydin. çalıştın, çabaladın ilçe birincisi ve hatta il birincisi oldun. her yerde bilgiç bilgiç konuştun durdun yıllarca. benden dört yaş ufak olmana rağmen öyle bir konuştun ki yıllarca seni otuz yaşında zannettiler. büyümüş de büzümüşsün. kıskançlık değil bu; ama seni hiç sevmedim. babanı zaten sevmezdim.

    şimdi (... ) üniversitesini kazanmışsın, her yerde de senin reklamın. aferin sana. haydi tebrikler, hayırlı başarılar. bense üniversiteyi bitirme yolunda ilerliyorum yıllardır. ama bir dakika! sen nasıl konuşuyorsun öyle? sen sanki üniversiteyi bitirmişsin. hatta o üniversitenin rektörü olmuşsun. her şeyi de biliyorsun. gel seni cumhurbaşkanı falan yapalım, rektörlük yetmez sana; o bilgiçlikle sen corç puşt bile olursun.

    sen liseyi bitirdin, ehliyet alacaktın bir de değil mi? karga tulumba araç da kullanıyorsun. ehliyet kursuna sana nasıl yazacağını anlatayım ben; ne de olsa üç senedir ehliyet sahibiyiz, araç kullanıyoruz... ha pardon, sen onun da en iyisini biliyordun. hatta ben ehliyetimi alırken keşke sen bana araç sürmeyi öğretseydin.

    sen bir oturuşta iki yetmişlik de deviriyordun. hatta iki yetmişliğin yanında iki tane de ellilik amcayı devirmişsin, öyle dediler. devril ulan karşımdan.

    sanarsın ki herkes seni sever. ben sevmem. benim gibi kılın tekine denk gelme. adamı lafa boğarım ben.

    -bilmemne üniversitesini kazanmış falancanın oğlu.
    -ama kılın tekiydi. artistti. öküzdü.
    -sen de kazan da sen de ol.
    -sen de öküzsün.
    -ama ben orayı kazanmadım.
    -sen de doğal öküzsün, o da. hepiniz öküzsünüz.

    hikayedeki yer ve kişilerin isimleri mevcut olmadığı için kimse hak iddia edemez. ne hakkı iddia edeceksiniz zaten? bu yazıyı ben şahken şahbaz olanlara adadım. onlar anca bunu hak ederler.
    1 ...
  15. 59.
  16. çalgıcı karısı binnaz, esnaf karısı binnaz, kumarcı karısı binnaz... garip bir şarkı sözü. akıllara iki soruyu getiriyor dinlediğimiz anda. ya binnaz'ın kocası dükkanında çalgı çalıp kumar oynayan bir esnaf ya da binnaz aynı anda bir sürü kişinin karısı. ya da bir sürü binnaz ve bir sürü esnaf.

    müdürlere sürekli yalakalık yapan müdür muavinleri muavin falan değiller. onlardan olsa olsa müdür müdavimi olur.

    cansız manken vahe'nin dekorasyon programlarında şuursuzca zıplaması fikrini kim ortaya attıysa aklından şüphe ederim. kazık kadar adamın günlük hayatın durağan aktivitelerini zıplamak ve tepinmek eşliğinde yapması kadar sevimsiz bir olay yok. onlara sorsan vahe komik, yardımcısı sevimli, reytingler tavan. vahey halinize...

    bizim oğlan da televizyonda ne görse aynısını yapıyor, gördüğünü istiyor. geçen gün vahe'nin programını izlerken büyük kanepeyi taşımak istedi. önce döne döne koştu, zıpladı; aynı vahe. kanepeyi sürükledi; baktı olmadı... bu sefer ekranda gördüklerini istemeye başladı. önce vahe'nin elindeki avizeyi istedi. gözü iyice açıldı ve bu sefer de vahe'nin yardımcısı sarışın ablayı istedi. akıllı çocuk.

    hayatımız film şeridi ya hani. ama geri saramadığımız filmlerden. kader yazılmış, sen oynuyorsun. ama insan montajını yapmak ister o filmin. hatta öyle zaman dilimleri vardır ki o film şeridinin bir kısmını kesip atalım, bir halta yaramamış, izleyici beğenmemiş diye. oynayan da izleyen de benim. kendime yaşıyorum.

    "bana bak lan" cümlesini söyleyenler kendine güvenleri sonsuz olan insanlardır. gözlerini kocaman açıp, sağ elleriyle karşısındakinin omzunu sarstıkları vakit korkacaksınız onlardan. bir de "lan" demişler zaten... lan mı, canımız sağolsun ama kanun bu.

    yıllar önce hazırlık sınıfındayken ingilizce öğretmenimiz bir çok fiili, deyimi türkçe düşünmememiz gerektiğini söylerdi ve kızardık biz. ama şimdi ne demek istediğini çok iyi anlıyorum. neden mi? yakınımdaki tarzanca ingilizce konuşmaya çalışan bir vatandaş "dikkat çekmek" fiilini "pull careful" şeklinde ingilizceye çevirdi. öğretmenler her zaman haklı işte...
    0 ...
  17. 60.
  18. bundan yedi sekiz sene kadar öncesinin hülya avşar'lı molfix bebe reklamlarını hatırlayan var mı? ben hatırlarım. saçma ötesi bir reklamdı. pamuk prenses kıvamında bir hülya avşar ve dötünde bebek beziyle dolaşan yedi tane bebek. yedi cüceler'in neşeli, sinirli,bilgin... cüceleri hesabı bebeklere de prensesimiz isim koymuş. "neşeli, neşeli hepsi neşeli... çünkü hepsi molfix bebeli". slogan da bu. neymiş altları kuruymuş da ondan neşelilermiş. ben de acaip neşeliyim. az önce altıma çatır çatır zıçtım, üstüne de işedim... neşemi bilemezsiniz. bebeklerin dilinden anlama şansım olsa hepsine gidip sormak isterim altları yaş mı kuru mu diye. zannetmem kuru olsun. işim gücüm yok el alemin kıçıyla başıyla uğraşıyorum.

    sürekli hollanda hayali ile yaşayanlar kendilerince bir film çeksinler; "finding netherland" olsun ismi.

    ev sahibinin almanya'dan oğlu gelince biz yenilmiş sayıldık. ev sahibi kazandı, oğlu da kazandı. bu işte bir karışıklık var. iki tarafın da kaybetmiş olması gerekirdi. bari biz de almanya'ya gidelim.

    another brick in du var...

    çarşı her şeye karşı olduğu gibi duvara da karşıymış. fatih akın belki de sıkı bir çarşı üyesidir. yersen.

    güneşimsin, pofuduk ayımsın. idil üner duymasın beni. başıma kakar bu sözleri.

    arılar, arılar... şimdi gözümde canladılar. arılar,bu akşam ağlattılar. bu sözler arı kovanını çomakla dürten arkadaşımın son sözleriydi.

    atilla taş'ı ilk duyduğunda, dinlediğinde candan erçetin'le düet yapıyor sanan yoktur herhalde. utanıyorum ama ben öyle sanmıştım; candan erçetin'e ayıp olacak ama malesef öyle sanmıştım. bu kadar da ince ses olmaz ki.

    pazar günlerimiz gittikçe kötüye gidiyor. daha sıkıcı bir hal almaya başlıyor. uydu anteni vasıtasıyla önümdeki 132 kanalda hiçbir işe yarar program bulamamanın ezikliğini pazar 80-90 serisini sunan mustafa yolaşan'ı özleyerek, anarak geçirdim. o zamanlar mustafa yolaşan'ı sevmesem de şimdi onu bile mumla arar oldum. cansız manken vahe'yi istemiyorum ben. yeter.

    vahey the bulgar dağı.

    (behey de bulgar dağı: bir şiirden alıntıdır bu mısra)
    2 ...
  19. 61.
  20. 62.
  21. - 'a çok efendi çocuktur. saçmalarken haddini bilir'
    şeklinde tipler de mi var aramızda yahu. bu neasıl iştir..!
    0 ...
  22. 63.
  23. şahin yılmaz'ı nam-ı diğer şahin k.'ı yaptıklarından dolayı her ne kadar ayıplasak da kızsak da(bazılarımız sever o ayrı) tek sözü tüm kavramları eleştirmeyi; bazı olaylara son noktayı koymaya yeter. "zannedersem tek eksiğimiz ... tı" sözü. evet ben de bu sözle bazı kavramlara son noktayı koyacağım.

    zannedersem tek eksiğimiz ibrahim tatlıses'ti. mecliste onca milletvekili olmaması gerekirken milletvekili veya bakan olan insan dururken üstüne bir de ibrahim tatlıses yersiz olurdu. gerçekten de tek eksiğimiz ibrahim tatlıses'ti.

    zannedersem tek eksiğimiz şebnem schafer'dı. bunu açıklamayı bile gerekli görmüyorum. bekaret gibi bir konuyla gündemde kalan bu kızımız, bekaret diye diye siyasete girmeye de başlamıştı bir aralar. "başımıza bu da mı gelecekti" demeye kalmadan allahtan gelmedi başımıza bir şey.

    zannedersem tek eksiğimiz "biri bizi gözetliyor"du. yıllarını bu programa veren bir insanım. yanlış anlamayın ne bu programa katılıp yıllarımı verdim, ne programda çalıştım, ne de sürekli bu programı izledim. ama zorunlu olarak bu programı izlemek zorudna kaldım çünkü o vakitler içimiz dışımız bokumuz sidiğimiz bbg idi. yemekte eray deyip, tuvalette melih sıçıyorduk. doğa bey de cabası. şimdi hiç bir şey yokmuş gibi yine bu program başlayacak. ulan izlemek istemesen de her yerde duyacaksın, göreceksin bunları. yeter gayri.

    zannedersem tek eksiğimiz tuğba özay'ın 12 memurluk koğuşuydu. acaba rahat mıdır orada? bana nesi be?

    zannedersem tek eksiğimiz magnum reklamlarındaki dondurma çubuğuyla çalıştırılan lamborghini marka spor arabaydı. ah memleketim... o arabayı hediye olarak kazandığında ona binemeyeceğini bilsen o dondurmayı yemezsin bile. çünkü hediye olarak araba kazandığında ötv denen vergiyi ve ekstradan birtakım vergileri de ödüyorsun; yani bir trilyonluk bir aracın 500000 ytl kadarını sen ödüyorsun. haydi bakalım binen binene... hepimiz lamborghini'ye biniyoruz.

    zannedersem tek eksiğimiz okan bayülgen'di. ama evet... şu an okan bey yok. bey diye hitap ediyorum. kendisi her şeyi bilir, bizi aydınlatır, mesajlar verir. o yokken ne yapacağız sahi?

    zannedersem her şeyimiz tammış.
    2 ...
  24. 64.
  25. bugün elimde son kalan jetonla kendimi street fighter denen atari oyununun içinde buluyorum. benim onlar gibi özel güçlerim yok, aduketmiş, foryukenmiş... yok onlar. ancak küfür edip kaçarım ben. ya da kavgalara seyirci olurum; "round one, fight" derim.

    mr.bison da asker kıyafeti giydim diye kendini harbici asker sanıyor. "dikkaaaayt" deyip tüm street fighter karakterlerini sıraya sokuyor. ego tatmini yahu, başka bir şey değil. herkes itaatkar değil ama. ryu ve ken asi. diğerleri hazırol vaziyetinde kıpırdamadan put gibi duruyor. put gibi durmalarından mütevellit guile'ın (hani şu amerikan askeri kılıklı atletli) sırtı kaşınıyor. terliyor ama hazırol vaziyetini bozmuyor kesinlikle... işte disiplin. ya kaşıntı...

    işte o an guile, karşıdaki vega ile bakışıyor. elinde çatalıyla vega ona yardıma yetişecek tek kişi. hemen koşuyor, bölüğün arkasına geçip elindeki çatalla guile'ın sırtını kaşıyor. gitti disiplin... ortalık karışıyor.

    asi ryu ve ken kavgaya giriyor, barışı getirmek için. ama barış gelmiyor. onun yerine sadece arkadaki dükkanda barış manço'nun "arkadaşım eşek" i çalıyor. yazık ryu ve ken'e.

    chun-li ise o esnada batı çevre yolu'nda. mini eteğiyle cezbedici bir görüntüsü var. "yep yep" hareketiyle bacağını sallayarak kendini bir atari jetonuna çevre yolundan geçen kamyon şoförlerine pazarlıyor. bazı kamyon şoförleri perfect bile yapabiliyorlar tek jetona.

    blanca ise kasap blanca isimli kasap dükkanını açıp hayatını kazanıyor, elektriğini tamamen kendisi sağlıyor. honda'yı ise blanca'nın dükkanından et alırken görüyorum. halbuki onca şişmanlık, kollesterol... dikkat etmesi lazım kendine.

    zangief street fighter'dan istifa etmiş. flaş tivi'deki amerikan güreşlerinde tepiniyor.

    dhalsim yamyamlıkta son nokta. nakaut olan oyuncuları yiyor. hatta blanca'nın dükkanındaki etlerin blanca'ya dhalsim tarafından satıldığına dair söylentiler var. yani o etler dana falan değil, hepsi de karakter onların. belki de bahsetmediğim oyuncular. halbuki o oyunc...

    jeton bitti.
    4 ...
  26. 65.
  27. sevimli hayalet casper küçüklükten beri kıl olduğum ama yine de ısrarla izlediğim bir çizgi film karakteriydi. insan kendini "ben sevimli hayalet casper" diye tanıtan birini niye sevsin? onu geçtim; bu hıyarın sevimli olduğuna kendisi mi karar veriyor. ben casper de, efendim, adım casper de... böyle diyerek sevimsiz oluyorsun. o zaman ben de sevimliyim. sevimli misin lan sen? hepimiz sevimliyiz.

    şehirler dolmuş apartmanlarla, gökdelenlerle, yol, su, elektrikle. yol,su,köprü, elektrik iyi bir şey dediler önce, iyiler oldu kötü. doldu her yer. bir dağlar kalmıştı bana başta. ölen ölsün kalan dağlar bizimdir. ölsünler doğayı bozanlar.

    dağlar bile bizim değil, onların. dağlar dağlanmış.

    ben seni sevdiğumi dünyalara bildirdum, bi sen duymadın. sonra bir yerlerden kulağına gelmiş. kızmışsın bana. onu da bana dünyalar bildirdi. kalk gidelum zigana'ya.

    eski sevgiliden de eski sevgiliye benzeyenden de haz etmiyorum. bu yüzden dün gece hiç tanımadığım bir kıza, sırf sana sana benziyor diye usulca sokulup "hasiktir ordan" dedim. hırsımı aldım da eski sevgili duymadı bunu. deli muamelesi gördüm. dayak yedim.

    genco dizisi ilk yayınlanmaya başladığında genco'ya ev ahalisince sinir olurduk. ahalisince kelimesinin ne olduğunu bilmeden veya böyle bir kelimenin mevcut olup olmadığını bilmeden kullanmak ise ayrı bir hıyarlık. efendim neyse, biz bu diziyi tesadüf eseri dışarıdan yemek söylediğimizde televizyon karşısında yemek yerken gördük. aksi gibi her hafta bir kere dışarıdan eve yemek söyledik; o "bir kere" ler de hep genco günlerine denk geldi. genco ile sürekli dalga geçiyorduk, "ahaha adam ışınlanıyor, romantik polat, piyanist şantör... " garip tabirler ile genco sever hale geldik. şimdi hepimiz birer genco fanatiğiyiz. hatta ben org çalarken bir anda beni çağırandan kaçıyorum, kayboluyorum. o derece etkilendim diziden.

    kavak yelleri dizisinde daha ne bir kavak gördüm, ne de bir yel gördüm. bana bunun cevabını versinler yoksa kendimi iyice genco dizisine kaptıracağım.

    leman sam'a saygımız her ne kadar sonsuz olsa da "masal perisi" şarkısını her duyduğumda sözlerini şu şekilde söyleyesim gelir:

    "eğer bir tren ferisi, girerse limanlarına... " diye gider.
    2 ...
  28. 66.
  29. bu günlerde herkeslerden bir şeyleri bana geri ödemelerini isteyeceğim. zamanında veya şimdi herkese bir şeyler vermişim, ödeme yapmışım karşılığını alamamışım. pişkinlik falan değil. hakkımı arıyorum. hakkı.

    iki gün önce bindiğim kısa mesafeli otobüs firmasından 5 ytl'lik bilet ücretinin yarısını talep ediyorum. ayaklarımın arasındaki sandık ayak mesafemin yarısından fazlasını çaldığı gibi bir saatlik yolu diz ağrıları ile geçirmeme sebep oldu. şimdi kimse demesin bana "ne oldu eskidin mi, öldün mü" diye. o otobüsteki 30 yolcu da beş ytl veriyor, ben de. hakkımı arıyorum ben.

    beni idareye değil, idareyi bana versinler. ben onlara yapacağımı bilirim.

    eve gidip gelirken bindiğim minibüsler beni bir kez olsun durakta indirmiyor. ya iki metre ötede ya da beş metre beride. binerken de aynı. hep minibüsün peşinden bir süre koşuyorum öyle biniyorum. ama hep tam para veriyorum. o üç-beş metreleri toplasam fazladan on dolmuş güzergahı eder. türkiye şoförler odasından beni beş dolmuş güzergahı kadar ücretsiz gezdirmesini istiyorum.

    teşhis koyarken apandiksi bile bilmeden alan doktordan alınan apandiksleri geri vermelerini istiyorum.

    yanlış diş çekimi yapan diş hekimlerinden çekilen dişleri geri vermelerini istiyorum.

    kesilmesin istiyorum...

    garanti kapsamı içerisinde ürünümü garanti süresi boyunca serviste tutan üreticiden fazladan garanti süresi istiyorum. hatta vazgeçtim, ömrümü tükettikleri için onlardan fazladan ömür istiyorum.

    sezar'ın hakkını istiyorum.

    "veremem sana acımı" diyen düş sokağı sakinleri'nden acıyı istiyorum. olmadı bu. ben onlara acı vermedim ki. en iyisi; köşedeki lahmacuncudan iki acılı lahmacun istiyorum. fonda da "veremem sana acımı" çalsın. kirlenir yerler, pislenir lahmacun kıymalarıyla.

    beni benden alanlardan beni geri istiyorum.

    istiyorum, veriyor musun? peki öyle olsun...
    4 ...
  30. 67.
  31. geçenlerde on altı yaşındaki kardeşimden benim için bir iş yapmasını istedim. yüzünü bir buruşturdu. öyle bir bakıyor ki bana; bir gören olsa boka bakıyor sanar. azıcık ısrar ettim, yok efendim yorgunmuş, işi gücü varmış. şuncağız çocuğun ne işi olur anlamadım. dedim ergendir boşver. ergen davrandım belki de.

    sonra dışarı bir çıktım ki herkes kendinden küçüklere bir iş yaptırmak istiyor. küçükler yine yüz buruşturup boka bakıyor. yardım isteyenler, gençlerden medet umanlar kalakalıyor. "gençlik ölmüş be" diye geçirdim içimden. ben içimi çekerken birileri dünyayı ele geçirme planları yapa dursun, teyzenin biri yeşil kafalı bir punktan karşıya geçip bakkaldan bir ekmek alıp alamayacağını sordu. yeşil kafalı punkçı gencimiz isteğini yerine getirmedi teyzenin. gençlik ölmüş, punk bile ölmüş.

    "punk is not dead" diyenler bok yemiş bu durumda.

    "check this out şekerim, are u talkin' to meee" diye yapılabilirdi bir şarkı. kliplerimiz zaten hep zenci havasında. şarkılarımız böyle olsa ne olurdu sanki.

    "sanmak" fiilini bir türlü doğru kullanmayı beceremem. sanarım, sanırım,sen ne sanarsın,ne sanırsın der dururum.

    leyla diye bir komşumuz var. zor kadın mı desem, huysuz mu desem. dediklerinizi kabul ettirmek o kadar zordur ki ona. kadınla her diyaloğunuz başlı başına bir mülakat. "leyla'dan geçme faslı" adeta.

    yabancı damat dizisinde yunanlılar neden türkçe-yunanca karışık konuştular dizi boyunca? lost'ta sayid jarrah neden arapça yerine ingilizce konuştu? tüm ıraklılar arapça konuştuğu halde hem de. hatta onu geçtim; sezercik küçük mücahit filminde rumlar neden aralarında bozuk türkçe ile konuştular? "zezer zen gel burayi da zana ne zözdericez" dediler film boyunca. film boyunca da garip oldu, filmin boyu mu olur? gerçekçiliği öldürmekten başka bir şey değil bunlar şaka bir yana.

    kdz. ereğli'deki çingene çocuklar çiçeklere yeni konan gübreleri insanlara atarak şakayı kaka haline getiriyor.

    "kısalar" temalı braun silk epil reklamları için "kısadan hisse" çıkaralım. kısa kısa diye kendini paralayan erkek, reklam filmi sonunda embesil görünüme sahip olur.
    2 ...
  32. 68.
  33. anlamadığım, anlamak istemediğim zamanlardan biri yine. ve bu durumda beynim otomatiğe bağlıyor. kelimeler, cümleler izinsizce dökülüyor dudaklarımdan. "gel" dedin geldim, "sev" dedin sevdim. hep itaatkar olduğuma inandın seni salak, "git" dediğinde gitmedim işte. naaber? dinlemiyorum artık senin sözünü, sen kazana düştün! anarşistlik damarım tuttu yine, karşıyım sana ve kurallarına! uymuyorum işte, var mı diyeceğin? çıkıyorum oyunundan, git kendine başka bi kukla bul. pinokyo olduğuma inandırmıştın beni, yalan söylemedim sana hiç burnum uzar diye. ama sen mephistoydun, yoldan çıkarana kadar yapmayacağın şey yoktu. sonunda çok geldi yedirdiklerin, kustum hepsini biriktirdiklerimle birlikte. kestim burnumu da, bundan sonra yalan söylersem anlaşılmasın diye. çünkü senin oyunundan sonra karşıma ilk çıkan hayat oyunu oldu. ve onun kuralları basitti: kazanmak istiyorsan, o uğurda işine gelen her yalanı söylemeliydin. başladım oyuna, ilk söylediğim yalan "kazanacağım." oldu. kazanmayacaktım, biliyordum. başında nasılsa öyle gidecekti, hissettim. lanet ettim beni getirdiğin hale. seninle birlikte kaybetmeyi kazımıştın kaderime. sahi, kader dedim de, sen de kaderin bi cilvesiydin. iki cilve yapıp kirlettin benim tüm hayallerimi. tamam tamam, biliyorum ağlamaklı biticek bunun sonu. ama neden? bitmesin işte, şaka hepsi. hadi gül, hayır öyle değil, içten gülüceksin. içimdeki tüm karmaşıklığı ve bunalmışlığı döktüm sadece, neden gülemiyorsun? o acıklı ifadeyi de sil gözlerinden, umutla gülümse bana. de ki, geçecek hepsi, sen kuklam değil sevdiğimsin. teşekkür ederim, duymak istediklerim bunlardı. şimdi, güle güle. gitmeni istiyorum senden, sen gidince yalnızlığını görmek istiyorum, sensizliği. bu kez git diyen benim, hadi defol!
    1 ...
  34. 69.
  35. hayatımı gözlerimin önünden bir film şeridi gibi geçiyor dersem yanlış olur, yalan olur. hayatım adeta bir tırmanma şeridi gibi karşıma geliyor. ben tırmanmaya çalıştıkça karşıdan ikinci hatta üçüncü şeridi ihlal ederek gelen olaylar var. kendimi sağa atmaya çalışıyorum. işte o an hayatım gözümün önünden bir film şeridi gibi geçiyor.

    tırmanma şeridisi. ilk bülent üstün'den duymuştum da çok sevmiştim.

    tayyip erdoğan'ın bile değişip, tolga garipoğlu'nun değişmediği bir ülkede yaşıyoruz. yersen...

    türkücüyüm. ne tür türküler söylerim? efendim, çokça şey bilmesem de, birikimim olmasa da sosyal mesajlar veren türküler söylerim. herkes sosyal ve siyasi mesaj veriyorsa ben de veriyorum.

    sosyal mesajımın sonuna,"ok bye kib" de yazacağım. siyasi mesajım olacağı zaman ise resmi olmasından mütevellit "tamam görüşürüz kendine iyi bak" şeklinde yazacağım mesajımı.

    bu aralar "hayalet sevgilim" tarzı hayalet seslerin internette türeyip sağda solda yayılmıyor oluşu çok üzücü. şaka bir yana hayalet sevgilim şarkısının üzerine yazılan hikayeler kadar da yaratıcılığı başka hiç bir yerde görmedim. hadi hayalet sevgilim şarkısı bir şekilde yayıldı, o hayalet hikayeleri nasıl yayıldı yurtta bir anda? yok istemeye gelmişler, kaza olmuş, çocuk ölmüş... ölsün tabi. size müstehak.

    zevk kaçınılmazsa tecavüz etmeye bakacaksın.

    tecavüzlerinize layık olmaya çalışıyoruz efenim...

    allah'ın sobası yok. sopası var... sıcak cehennem.

    dizi yapımcılarımız tek kişi üstüne dönen dizileri yapmaya iyice alıştı. zerda, aliye,genco... başka vardır illa ki. şimdi düşündüm de ismim ahmet olsa mehmet olsa(darılıp gücenmeyin, benim de babamın adı mehmettir, amcam da ahmet) bana çekilen dizinin ismi de ahmet olsa garip olurdu. ahmet bu akşam kanal Ğ'de... ayşeler de tadabilir.

    herkes de bana bir şeyler soruyor, marko polo muyum ben? yok yanlış oldu...
    2 ...
  36. 70.
  37. hayatımda hiç ramazan davulcusu görmedim. yani ramazan davulcusunu sahur davulunu çalarken görmedim. bunun ezikliğini yaşıyorum, içim huzursuz. şimdi diyecekler ki "salak mısın sen, nerede yaşıyorsun?". türkiye'de yaşasam da, oruç tutsam da tutmasam da hiç bir ramazan davulcusunu sahur davulunu çalarken görmedim. çalarken duyuyorum onları, geceleri uyanıyorum davul sesine. göremiyorum sonra. ağlıyorum geceleri. gizli gizli. sessiz sessiz. ramazan bitiyor, davulcuya para veriyoruz... o davulcuyu gördüğüm an bir duygu seli akıyor. sarılasım geliyor adama...

    veririm parasını davulcunun; sarılırım adama. para üstü olarak davul tokmağını yerim kafama.

    "fahiş" kelimesini bir arkadaşım ilk duyduğunda çok garipsemişti. "fahiş fiyat" şeklinde kullanmıştım. "o ne lan" dedi. fahiş fiyat kelimesini pek beğenmedi belli ki. "orosp fiyat" dedi üstüne. güldük. su içtik.

    arçelik demek delilik demek. hakikaten de öyle ama. kim inanır bi robotun liv liv konuşmasına, tavsiyelerine?

    bazı dizilerde filmlerde bir kovalamaca sahnesi var. öyle böyle değil. dostun dostu kovalaması. örneğin genco; aklına bir şey geliyor, başlıyor koşmaya. ulan neden koşuyorsun? o koşuyor, sevgilisi peşinden koşuyor. benim de aklıma bir şe gelse... başlasam bir anda koşmaya. köpeklerin kedilerin bir anda koşmaya başlaması gibi. sonra aniden geriye baksam. kediler köpekler gibi.

    -genco neden koşuyorsun hayatım?
    -kakam var...
    -bekle genco.. genco!
    -hayır...
    -genco dedim...
    -kakam var dedim..
    -amman diyim...

    sıkı bir kontrat.

    sıkı bir kontratak.
    4 ...
  38. 71.
  39. futbolcunun yerde sakatlanıp kıvranması hakemin serbest vuruş düdüğünü duyana kadardır. şimdi futbolcuları küçümsediğim falan sanılmasın, futbolu çok severim. az önce maçtan gelip söyledim bunu. bu kaideyi bozan tek istisna arif erdem'di; o ayrı. arif erdem için her maçlarda şöyle söylenmeliydi: "hakem arif erdem için dört dakika kayıp zaman, genel için de üç dakika kayıp zaman ekliyor." arif'e selam olsun.

    servet çetin için antipatik deyip duruyorlar. yok efendim, uzunmuş, hareket edemiyormuş. o boya rağmen koşamıyormuş. adam turkcell süper lig'in günah keçisi oldu çıktı. iddia ediyorum, servet çetin kısa boylu bir defans oyuncusu olsaydı bu kadar tepki almazdı.

    süper lig'in sponsoru türk telekom olsaydı, telafuzu epey bir zor olurdu. türk telekom süper lig... hele ki işin içine telekominikasyon falan girseydi... ali poyrazoğlu her reklama fazladan on kelime telafuz ettiği için daha fazla ücret talep ederdi.

    hey büyük allah'ım...

    hey büyük allah'ım da ne kadar amerikanvari bir laf. sanki hollywood filminden kopup gelmiş gibi. heey hey hey... büyük allah'ım. hey god. çarpılacağız!

    teknolojimiz deyimlerimize bile etki etmiş. araba olmasaydı; gaz pedalı olmasaydı, basıp gitmek diye bir deyim olmayacaktı. hatta teknoloji romantizme bile etki etmiş, duygulara hükmetmiş. onca romantik bilinen şarkının içinde bile teknoloji var. teoman telefona sarılır; serdar ortaç mesajları okumadan siler. şimdi şarkı sözlerini yeniden yazamayacağım. dinleyin.

    zamanda biraz geriye gidin, geçmişi hatırlayın. 90'lı yılların sonunu hatırlayın. tam zamanını ben de bilemeyecğim. ayna grubu vardı. "akdeniz" şarkısını hatırlamayan yoktur. hit bir şarkıydı. hatırlamayan için hatırlatayım: "bekleer sahilde meltem, içimde fırtına... ". bu şarkının aklımda en çok kalan detayı "yeniden de sevebiliriz, tısssss,akdeniz" di. şimdi de hatırlamadıysanız şarkıyı indirin, beni kırmayın dinleyin. tıs. akdeniz.

    tıs deyince aklıma bir suyu kesik musluk, bir de kafasında bardak kıran caner geliyor.

    ilk maaşını da aldın. e bana da bi lololo yaparsın artık. lo lo lo, lo mahsun.

    "world is mine" kadar da emperyalist ruhlu bir şarkı yok. tamam dünya senin de bağırma bu kadar. "hepsi senin mi" derler adama sonra.

    benim hiç yok...
    5 ...
  40. 72.
  41. futbolu seven ve takım tutan her insanın yaşadığıdır. her ne kadar objektif olmaya çalışsa da bazen öyle sinirlenir ve kendisini aşan laflar eder ki, kendisi bile tanıyamaz kendisini. genelde sakindir, hatta beşiktaşlı olan babasıyla oturup maç izler,

    --spoiler--
    - abberline: barış özbek' e maşallah, ciğerleri sağlammış.
    - baba: evet, her maçta oynamalı.
    --spoiler--

    --spoiler--
    - abberline: delgado gibi adam neden oynamaz, anlayamadım.
    - baba: baştan oynamalıydı.
    - spiker: delgado oyuna girme hazırlığında.
    --spoiler--

    ne olursa maçtan sonra olur ve sözlüğe girdiğinde takımı hakkında yazılanları okur, çileden çıkar. özür dilemek de ister, aksi görüş belirttiği insanlarla muhabbet edecek, çay içecektir. yine de insan doğasının bir sürprizi, saçmalamanın yeri ve zamanı olmaz, futbol olsun, başka konular olsun, insanın sebepsiz yere garip hissettiği karanlık noktalar vardır.
    o yüzden enseyi karartmamalı, en ufak şeyde bile ufak bir gülücük aramalı. saçmalayan sinirlenir de üstelik, insan bazen susmalı ki bünyeye yenilenmek için fırsat versin.
    1 ...
  42. 73.
  43. zamanda biraz geriye gitmek istiyorum. irdeleye irdeleye. ağır ağır. irde ne bu arada? geri giderken de "peeh peeh biz bunun şöyle olduğu günleri biliriz, bizim zamanımızda şu şöyleydi... " diyerek ahkam kesmek istiyorum biraz. etraf biraz hayat tecrübesi koksun.

    facebook ne zaman açıldı? tam açıldığı zamanı hatırlayamıyorum. ama bir sene kadar önce "bilmemkim sizi facebook'a davet ediyor" temalı mesajları okumadan sildiğimi hatırlarım. ne günlerdi... öyle bir dedim ki sanki zorluklarla doluymuş gibi oldu. facebook'la ile ilgili mesajlar geldi durdu... sildim okumadan; derken bir baktım herkes orada. ben de oradayım şimdi. yakındır şimdi akın akın üye olan herkes çok geçmeden akın akın üyelik sildirecek.

    yonjanın yeni açıldığı günleri hatırlarım. pek internet kültürüm yoktu o zamanlar. internet benim için gogıl ve yaho'dan ibaretti. yonja'nın ne olduğunu bile tam anlayamamıştım. anladığımda ben de akın akın üye oldum herkesle birlikte. sonra bir baktım herkes üyelik sildiriyor oradan. gerekçe de herkesin orada olmasıymış. beni ırgalamaz. ırga.

    çok geriye gittim; biraz ileri gidiyorum. ben youtube'un ilk açıldığı günleri gördüm. el alem berlin duvarı'nın yıkıldığı günlerle,80 darbesiyle,68 kuşağıyla övünür, benim yaptığına bakın. youtube olmasa ne yaparmışız diyenler var. ben neler yaptım. videosuz internet çok güzeldi. youtube açıldı mertlik bozuldu. mertliğin bozulduğunu copyright kuralları denen kurallar söylüyor. bazı videoların mertliği bozduğu gerekçesiyle yayınlanması yasak. yani yayın haklarını satın almazsanız mertlik bozulur. günde 10 videonun yayınlandığı youtube'dan şimdiye bir bakın... youtube sanayisi gibi.

    google olmasa ne yaparmışız diyenler de var. google yokken internette gazete sitelerine falan girerdik belki sadece.

    messenger kimisinin hayatının bir parçası olmuş. ben messengersız zamanları gördüm. kimisi "live messenger'çıkmam abi" dese de ben windows messenger'ın bile olmadığı ortamlarda büyüdüm. solitaire oynadım sık sık. bazıları messengerla yatıp onunla kalkıyor. önündekini çağırıryor mesela; duymadı mı önündeki titreşim yolluyor. sarsıyor omzundan. yine mi duymadı; öpücük yolluyor. öpüyor yanağından.

    chat kültürünü hatırlarım. internet kafelerde ismimi bayan rumuzu yapıp insanları işlettiğim günleri hatırlarım. keşke hatırlamasaydım. utanç verici.

    bilgisayarsız günlerimi hatırlarım daha geriye gidip. 90'lı yılları. şimdiki çocuklar gerçekten aziz nesin'in roman ismi gibi bir harika. kafaları zehir gibi. bizim için o yıllarda teknoloji en fazla televizyon bilemedin ikinci televizyondan ibaretti.

    şimdi oturup 90'lı yılların ahkamını kesmeyeceğim bilgiç bilgiç. herkes yaşadı benim yaşadığımı.

    80'li yılların ahkamını ise hiç kesmesem daha iyi. bana beş yaşında okumayı öğreten susam sokağı dışında da pek bir şey hatırlamıyorum zaten.

    80'li yıllar hakkında gerçekten 80'li yılları hakkıyla yaşayanlar konuşsun. hakkı?
    1 ...
  44. 74.
  45. "babında" diye bir laf var ya hani. "bağlamında" anlamına gelen. dost babında. ufaktık tabii biz de vakti zamanında. her kelimeyi tam anlayamazdık. ya da kökenini çözmeye çalışırdık. dilbilim babında. her çocuğun içinde belki de bir dilbilimci vardı. işte şaka bir yana, ben bu babında kelimesini yıllarca yadırgamıştım. babında... bab ne lan? bab bab şubap.

    şebeke kelimesi kadar da garip bir kelime yok. şebek gibi. şebek meşgul. muz atmayınız.

    bir dostum köy düğünüyle evleniyor. tabii adamı gerdek gecesi öyle bir yumrukluyorlar tekmeliyorlar ki adam dötü sallayarak yürüyor resmen. ördek gibi. adamın gerdek gecesi olmuş ördek gecesi.

    el oğlu kanalizasyonlara ışıklandırma yapar, içinde film çeker biz içine lağım farelerini bile sığdıramayız. el oğlu kanalizasyonda ninja kaplumbağaları kavga ettirir biz su kaplumbağalarını yüzdüremeyiz bile. o kadar dar bizim kanalizasyonlarımız. ota boka tıkanıyor. hakikaten. otu geçtim, çer çöpü geçtim yakında boka da tıkanacak bu kanalizasyonlar. "zıçmayın" diyecekler.

    bir şeyimi, eşyamı hele ki en lazım olan eşyamı kaybedene kılım. eşyamı kaybedeni sevmem, aratandan ötürü. aratmayın.

    "defansın emniyet subabı" gibi bir tabir veya içinde emniyet subabı kelimesi geçen bir tabir kullandı geçenlerde sabri ugan. ulan emniyet subabının ne işi var fitbol sahasında? ortasahanın kompresörleri; sağ kanadın ana valfi, sol kanadın benzin pompası, kalenin egsozu gibi tabirler de çıkarsa yakında şaşmayın.

    bazı insanlar vardır hani; direk bakarsınız. birader senin ismin emre, senin ismin mahmut, kızım senin ismin ayça dersiniz. işte ben bu gripin grubunu ilk 2004 yılında dinlemiştim. vokalistin isminin birol olduğunu da o zaman öğrendim; içimden şerefsizim benim aklıma gelmişti demek geldi o an. şimdi görsem bu adamı "birader sen hakikaten birol'sun. öyle böyle değil, isminle değil, sen ruhunla birol'sun" derim. deli desinler varsın.

    yarasa bir işe yarasa gam yemem.

    gam yemem sörf tabii ki yerim.

    we are the ambiance,my friend!

    pörtlek göz'ün pört'ünü, cırtlak renk'in cırt'ını ve gömlek'in göm'ünü asla anlamayacağım.

    ne mutlu ki bize bir tolga abi'miz var, "yüreğimiz ağzımıza gele gele ağzımızda yer kalmadı" diyen bir ilker yasin'imiz var, her telden çalan bir abbas güçlü'müz var, sürekli gülen bir mustafa sarıgül'ümüz var... her şeyimiz var. mutlu olmamamız için bir sebep yok.
    3 ...
  46. 75.
  47. bu feysbuk, yonja gibi sitelerin işleyiş prensibi bildiğin lost. hatta feysbuk bu konuda epey abartmış. birini buluyorsun, ekliyorsun, arkadaşının arkadaşı çıkıyor. sonra sarı çizmeli mehmet ağa ile bir yerde bir ortak noktan oluyor. lost gibi ulan aynı. bir paniği eksik. hatta site yöneticileri de bildiğin others... her an her yerdeler.

    bazı garsonlar vardır, aşırı asabi olurlar. gerilim saçarlar. o gerilimle bir mahalleye elektrik beslerler. belki o kişilerden elektrik alırsınız ama bildiğiniz türden elektrik değildir o. iyi de ne bu sinir? çorba getirirken alnında "adalet mülkün temelidir" yazar, çay getirirken tek hiza surat olur... kazayla eline çarpsan adamı kaldırır atar bunlar lokantadan.

    bazı anlar vardır... baltalamak istersiniz. garson çorbayı getirir. boş tabağı alırken "çorba da bok gibiydi amuğa goyim" demek gelir içinizden. ikinci tabağı da alırken "ıslak makarna gibi kadayıf mı olur hamuğa goyam" demek gelir tekrar içinizden. çorbanın, kadayıfın kötülüğünden değil ama. sırf gıcıklık olsun diye. sırf adamdaki yüz ifadesini görmek adına...

    bazı anlar vardır... bir şey anlamazsınız. bazı anlar vardır, geçmek bilmez.

    "an" ın bir zaman birimi olduğunu söylemişti ilkokulda öğretmenimiz. bir an düşündüm. sonra bir saniye düşündüm. sonra bir dakika... an diye zaman birimi mi olur ulan, dedim içimden.

    hani bazı belediye otobüslerinde yazar yolcu adedi; oturan on beş, ayakta yirmi beş. arabada beş evde on beş gibi aynı. yalnız ayakta istif istif yolcu taşıyınca o otobüse ben otobüs demem. olsa olsa insan kamyonu olur o. ne farkımız kaldı banvit piliç'in tavuklarını taşıyan kamyonlardan?

    her dağın ismi var; kaz dağı, haasn dağı gibi.

    uludağ dağı.

    bu feysbuk yüzünden her şey sanallaştı. bira yolluyorlar, efendim kabul et veya etme. yok dürtüyorlar. sanal dürtü. sanal fesstival, sanal vampir. hepimiz sanalız.

    eşşek eşeğin daima fazla anıranıdır. eşek hoşafın daima iyisinden anlayanıdır. eşşek de eşek de armudun iyisinden anlamaz. iyisini verirsen yer, vermezsen çürük armut da yer. yersen...
    1 ...
© 2025 uludağ sözlük