Dünya döndüğü müddetçe ırkların hayatta kalabilmek için sarılacağı milliyetçilik ülküsünün iki kolundan biridir. Reha Oğuz Türkkan Eylül 1940 tarihinde çıkan fikir ve gençlik dergisi Bozkurt'ta savaşçılığı maddelerle şöyle yorumluyor: *
1)Savaş, gayrıkabili içtinap bir zarurettir.
"Geniş, felsefi manasıyla savaş ve hayat için mücadele, tabiatın en baş kanunlarından biridir. Bütün kainatta, atomlardan yıldızlara kadar, Heraklit'in meşhur 'tezatların mücadelesi'ne şahit olmaktayız."
"Darwin'in 'hayat için savaş' prensibi, canlılar aleminden bir alimin en kuvvetli müşahedesidir."
"Voltaire der ki: 'insan, dünyaya girmekle savaşa girer!' Milletler için de aynı prensip, aynı tabiat kanunu caridir."
"Bugün ilim alemince tespit edilmiştir ki savaş, iptidai kavimlerde pek az ve pek mülayimken, medenilerde, mukayese edilemeyecek kadar fazla ve şiddetlidir."
"M.Ö. 1496'dan, M.S. 1861 yılına kadar 3130 savaş yılı ve 224 sulh yılı geçmiştir! Demek ki her savaş yılına mukabil 1 yıl sulh olmuştur! Demagog pasifistlerin, sulhun bir gün savaşı yokedeceği iddialarına, Peyami Safa'dan güzel kim cevap verebilir: 'Her yerde ve her devirde kanlı realite, bu uslu ve sakallı edebiyata dilini çıkarıyor!' diyor.
Prof. Sorokin de asırlar boyunca savaş volümünü tetkik ettiği bir etütte, istatistikler verdikten sonra, XII. asırdan XVII. asra kadar harp volümünün arttığını ve nihayet XX. yüzyılda, insaniyet tarihinde misli görülmemiş bir karine azettiğini ve medeniyetle birlikte savaşın da arttığını yazıyor:
'Savaşın gitgide azaldığını iddia edenler, sosyolojik etüdlerde hiç bir ihtisası olmayan ve spekülasyon yapan hayalperestlerdir. Savaş azalıyor formülü, hakikatler üzerine değil, arzulara ve öyle olmasını isteyenlerin hayallerine istinat ediyor.'
Öyleyse 'Savaş geriliktir, barbarlık devirlerine dönmektir!' diyenler, ilmen yanlış söylüyorlar!
2)Zaruret olmak dolayısıyla, milleti savaşçı ruhla yetiştirmek lazımdır:
"Birinci hükmün mantıki bir neticesi olan bu ikinci hüküm, tarih ve hadiseler tarafından sayısız misallerle teyit edilmiştir. Hintlilerin sulhçu felsefeleri onları bütün tarih boyunca, hemen her millet tarafından istila edilmelerine ve köleleştirilmelerine sebep olmuştur. Çekoslovakya'nın esarete düşüşü de, milletin savaşçu ruhla yetiştirilmemesinden ileri gelmiştir. Musolini'nin italyanları korkaklıktan kurtarmak için ne kadar uğraştığı malumdur. Hepimiz iyi bilmeliyiz ki, sulhçu felsefelerle uyuşturulan ve savaştan nefret etmeyi öğretilen bir millet, zaruri olan savaş ergeç gelip çattığı zaman, dövüşemeyecek ve istiklalini kaybederek mahvolacaktır. Bu böyle iken ve bilhassa, biz Türklerin, istiklalimiz için ve ülkümüz için mukadder sert ve sık savaşlara hazırlanmamız icap ederken, hala pasifistlerin zararlı polemiklerine şahit olmak ne acıdır."
3) Savaş, zararından çok faydası görülen bir tabiat kanunudur:
"Son zamanlarda bilhassa çok sık işitmeye başladık:
-Savaş, insanlık ve medeniyet için bir felakettir!
-Savaş, korkunç, feci bir şeydir! Harp olacak olursa, mağlup da, galip de kaybedecek; kazanan barbarlık ve gerilik olacaktır!"
"Horde ve klan cemiyet şekillerinden başka bir sosyal hayat bilmeyen ilk insanları birleştiren ve millet dediğimiz realiteyi ve bugünkü en büyük hadisesi olan kuvveti yaratan savaştır."
"J. Sepulcre, 'la force, principe de la morale' adlı eserinde şu güzel ibareyle bu hakikatı belirtiyor. 'la guerre, mere des nations.' (Savaş, milletlerin anasıdır.)"
"Savaşın prehistorik çağlardan beri tekamülünü ve tezahürlerini 'La Guerre' adlı eserinde fevkalade bir şekilde tetkik eden Prof. M. R. Davie, savaşın tekamül amillerinden biri olduğunu tespit ediyor ve şu hakikatı belirtiyor: 'Savaştan doğan devlet, savaşçılık duygularını teşvik ederek yaşamıştır.'
"Yine J. Sepulcre diyor ki: 'Savaş denen kuvvet mevcut olmamış olsaydı, insanlık, hiçbir zaman hayvan sürüsü seviyesinden yükselemez ve devamlı muntazam gayret sarfına -yani çalışmaya- alışamazdı."
"1891'de de, Camille Benoit'in yaptığı Faust tercümesinde yazdığı ön sözde şunları okuyoruz: 'Düşünüyorum da, savaşın dünyadan kalkmasını temenni etmeye cüret edemiyorum.'
"Dr. Stephan Ronart'ın 1937'de neşrettiği ve birçok dillere çevrilen 'Die Turkei von heute' adlı eseri, Orta Asya'dan fırlayan Türk akınlarının dehşetinden bahsediyor ve medeniyete yaptığı fevkalede yardımları anlatıyor."
"Demek ki: 'harpte, mağlup da, galip de kaybedecek ve kazanan, barbarlık ve gerilik olacaktır' hükmü, tamamen yanlış ve gayri ilmidir; yanlış olduğu gibi, manasız ve budalacasına söylenmiş bir sözdür."
3)Savaştan galip çıkanlar, hakkı çiğneyen haksızlar değildir:
"Hak nedir? Hak her varlığın layık olduğu mevkide bulunması ve değerine göre birtakım şeylere sahip olmasıdır. Bu böyle olduğuna göre, savaşta galip gelip mağlubun menfaatlarını kendine alan ve faydalanan kuvvetli milleti nasıl 'haksız' sayabiliriz? Elbette ki o da, kuvvetli olmak dolayısıyla, bir hakka sahiptir. Zayıftan daha fazla ve daha feragatla çalıştığı için, elbette ki, tembelliği ve korkaklığı yüzünden zayıf kalan ve zayıflığı yüzünden yenilen milletin hakkından daha fazla bir hakka sahip olmalıdır! Bu iki milletin eşit haklara sahip olmalarını istemek, sarih bir haksızlıktır."
"Bunu en güzel bir şekilde ifade eden Atatürk'ün savaşı tarifini nakletmek faydalı olacaktır: 'Milletlerin hakiki kuvvet ve kıymetleri çarpışma sahasında ölçülür.'"
4) Sık sık veya hazır değilken veya büyük menfaatlar yokken savaşlara girişmek, uzun bir sulh kadar zararlıdır:
"Savaş ne kadar faydalıysa, savaşta yenilmek veya çok hırpalanmak da o nispette tehlikeli ve fecidir. Milletler işte o zaman geriler, çöker ve çok kere de ölür. Evet, milletler savaşla tarihten silinir: fakat bunlar, tembel, miskin, liyakatsız milletlerdir veya zamansız savaşa girmişlerdir."