her zaman hazır olmamız gereken hede. barış zamanı savaşa hazır olmayanlar savaş zamanı kan döker. askerlerin meşhur bir sözüdür. barışta ter dökmeyen savaşta kan döker diye. savaş kötüdür. elinizden geldiğince uzak durmalısınız ama ok yaydan bir kere çıktığı zaman sel gibi önünüze ne gelirse yıkıp geçmelisiniz.
edit: genç hewaller rahatsız. barış zamanı savaşa hazır olmak zorundasınız. öyle olmasa şimdi amerika burayı özgürleştirmişti.
benim anlayışıma göre, savaşta adam öldürmek cinayetten başka bir şey değildir. aynı zamanda hem savaşa hazırlanıp hem de savaşı önleyemezsiniz.
yalnız bir pasifist değil, militan bir pasifistim. barış için savaşmaya gönüllüyüm. insanların kendileri savaşa gitmeyi reddetmediği sürece hiçbir şey savaşı durduramaz.
insan savaş gibi inanmadığı bir şey için acı çekeceğine, barış gibi inandığı bir dava uğruna ölse daha iyi değil mi? “
Yenen tarafı özgür ama katil, yenilen tarafı esir ve kindar kılar. Geride ise, bir sürü ceset, bir sürü dul ve yetim çocuk ve onlarca cilt kitap kahramanlık hikâyesi bırakır.
ne kadar burada yersek de, lanetlesek de bir düşünceye çok aşırı bağlıysanız ve çaresizse o düşünce kaçınılmazdır. tabi ki insanlar ölmesin, analar ağlamasın ama analar ağlamayınca da çocukları gülmüyor.
o yüzden lanet okumak yerinde olsa bile gerçeklikten uzaktır, hiçbir ölümü savunmak vicdana yakışmaz tabi ama maalesef başka yol yoksa ölmek için acele etmek bile kaçınılmazdır.
zaten her düşüncenin içine dalarsanız içinde savaşa dair kapı bırakan aralıklar vardır.
dünyada en çok türklerin kapısını çalmış, ya da türkler çok defa kapı çalmış kötü durumdur. belki de dünyadaki en kötü durumdur. ama öte yandan anlaşılması gerekir ki, bu olacaktır. bu bir insan ile küs kalmanız ya da bir işten çıkarılmanız ile aynıdır. olacaktı. ve önüne geçemeyiz. olacaksa yapacak bir şey yok. şımarık ve ukala hayatınızın kıymetini daha iyi anlamınızı sağlamak için olacaktır belki de.
ya da tüm gün saçma sapan tv programları izleyip, insanların yozlaşmasının bozulmasının önüne geçecek tek şeydir.
geçen gün mutfakta sabah kahvaltısını yaptıktan sonra arkama yaslanıp camdan sızan sabah güneşinin verdiği bir iç huzurla savaşı düşündüm. hiçbir eksiğimiz yok dedim kendi kendime. çocuğumuz var, evimiz var, arabamız var, işimiz var ihtiyaç duyabileceğimiz çoğu şeyide alma gücümüz var ve dünya telaşesi içinde koşturup duruyoruz.
oysa ortadoğu'da hani bize çoook uzak gelen kapı komşumuzda savaş var. siz deyin iç savaş ben diyeyim büyük devletlerin enerji mücadelesi. ama sonuçta kanlı bir yok oluş. milyonlarca insan geride her şeyini bırakarak kaçarken, ben avm'de bir reyonun önünde hangi marka çocuk bezi alayım diye saatlerimi harcıyorum. onlar geceyi bir dağ eteğinde donmamak için birbirine sarılarak geçirirken ben apartman toplantısında yakıt ödeme sistemini tartışıyorum: merkezi mi olsun yoksa ısı pay ölçer ile mi olsun. ben evde oğlumun dizini yere çarptığında ağlamasına ağlarken, pejmürde oradaki çocuklar bombalarından vücutları parçalanıyor.
evet savaş şimdi bizim de kapımızı çaldı. iş yerinde yüksek kattaki odamdan baktığımda gördüğüm koşturan insanlar, bizler, sizler: tarih kitaplarında bahsedilen ve bir nini gibi gelen savaş ile yüzleşmek üzereyiz. 93 harbi'ni Ruslarla yapmış bu topluma Allah bir daha aynısını yaşatmasın diyorum.
karşılıklı yapılan bir şey olduğu için "ş" harfi orada. sevi"ş"mek, öpü"ş"mek, barı"ş"mak gibi. bazen tek taraflı yapıldığı iddia ediliyor da hatırlatmak istedim. kavramın doğasına aykırı.
'Savaşın sorunu şu ki uğruna mücadele ettiğiniz adalet, ahlak ve insanlık gibi en önemli şeyleri genellikle yakıp yok eder' cümlesini akıllara getiren durumdur.