savaş karşıtı şiirler

entry6 galeri0
    6.
  1. NEDiR SAVAŞ?

    En ucuz tüfekle yoksul eve bir banyo
    Bir topla oyun yeri mahalle çocuklarına
    Bir tankla on derslikli iki okul
    Bir uçakla yedi köye bir hastane
    iki denizaltıyla üç ırmak çöle ulaşır

    Bir roketle koca şehir kurulur
    Bir taburun postallarıyla çocuklar
    Kızamıktan kurtulur
    Beş yıl birikse bir kolordunun parası
    Kansere ilaç bulunur

    Ölenlere dikilen anıtlar da para
    Kalanlara nişanlar kolay mı takılır
    Bir ordunun bütçesiyle on il bağlık bahçelik olur
    Düşün, ne yer, kaça semirir bir general

    Bırak atom savaşlarını bir an
    iki komşu arasında sıradan bir savaşı düşün
    Kimileri yıllar yılı bitmiyor
    Atılan bombalar, harcanan mermiler
    Alınteri vergilerden

    Yakılıp yıkılmış bir şehir
    Kolay mı yapılır yeniden
    Evlerin asansörü merdiveni penceresi
    Bir düşün serin kanla lütfen
    Dirilir mi yirmisinde ölen asker, askerler

    Bir düşün serin kanla, yada sor bir uzmana
    Yanıtla şu küçük soruyu rica ederim
    Aptallık değilde nedir
    Nedir savaş?

    (bkz: Fakir baykurt)
    0 ...
  2. 5.
  3. 4.
  4. MEMLEKETiMDEN iNSAN MANZARALARI
    iKiNCi BÖLÜM
    I
    Atlantiğin dibinde upuzun yatıyorum, efendim,
    Atlantiğin dibinde
    dirseğime dayanmış.
    Bakıyorum yukarıya:
    bir denizaltı gemisi görüyorum,
    yukarıda, çok yukarıda, başımın üzerinde,
    yüzüyor elli metre derinde,
    balık gibi, efendim,
    zırhının ve suyun içinde balık gibi kapalı ve ketum.
    Orası camgöbeği aydınlık.
    Orda, efendim,
    orda yeşil, yeşil,
    orda ışıl ışıl,
    orda yıldız yıldız yanıyor milyonlarla mum.
    Orda, ey demir çarıklı ruhum,
    orda tepişmeden çiftleşmeler, çığlıksız doğum,
    orda dünyamızın ilk kımıldanan eti,
    orda bir hamam tasının mahrem şehveti,
    mahrem şehveti efendim,
    gümüş kuşlu bir hamam tasının
    ve koynuna ilk girdiğim kadının kızıl saçları.
    Orda rengarenk otları, köksüz ağaçları
    kıvıl kıvıl mahlukları deniz dünyasının,
    orda hayat, tuz, iyot,
    orda başlangıcımız, Hacıbaba,
    orda başlangıcımız
    ve orda hain, çelik ve sinsi
    bir denizaltı gemisi.
    400 metroya kadar sızıyor ışık.
    Sonra alabildiğine derin
    alabildiğine derin karanlık.
    Yanlız ara sıra
    acayip balıklar geçiyor karanlığın içinde
    ışık saçarak.
    Sonra onlar da yok.
    Artık dibe kadar inen
    kat kat kalın sular kati ve mutlak
    ve en dipte ben.
    Ben, upuzun yatıyorum, Hacıbaba,
    upuzun yatıyorum dibinde Atlantiğin
    dirseğime dayanmış,
    bakıyorum yukarlara.
    Avrupa Amerika' dan Atlantiğin yüzünde ayrıdır
    dibinde değil.
    Gazgemileri gidiyor yukarda, çok yukarda, birbiri peşi sıra.
    Omurgalarının altını görüyorum,
    omurgalarının altını.
    Dönüyor keyifili keyifli pervaneleri.
    Dümenleri ne tuhaf suyun içinde
    insanın tutup tutup kıvırası geliyor.
    Köpekbalıkları geçti gemilerin altından,
    karınlarını gördüm
    ağızları da orda.
    Gemiler şaşırdılar birdenbire,
    herhalde köpekbalıklarından değil.
    Denizaltı gemisi bir torpil attı, efendim
    bir torpil.
    Gemilerin dümenlerine baktım:
    telaşlı ve korkaktılar.
    Gemilerin omurgalarında imdat arar gibi bir hal vardı,
    gemiler bir bıçak darbesinden en yumuşak yerini
    karnını saklamak isteyen insanlara benziyorlardı.
    Denizaltılar birden üç oldular, derken, altı, yedi, sekiz.
    Gazgemileri düşmana ateş açarak
    insanlarını ve yüklerini suya döküp saçarak
    batmaya başladılar.
    Mazot, gaz, benzin,
    tutuştu yüzü denizin.
    Bir alev deryasıdır şimdi yukarda akan,
    yağlı ve yapışkan
    bir alev deryası efendim.
    Kıpkızıl, gömgök, kapkara,
    arzın ilk teşekkülü hengamesinden bir manzara.
    Ve denizin yüzüne yakın suyun içi allak bullak.
    Köpürüp, dağılıp parçalanmalar.
    Yukardan dibe doğru inen gazgemisine bak.
    Gece uykuda gezenler gibi bir hali var:
    lunatik.
    Geçti kargaşalığı,
    girdi deniz dünyasının cennetine.
    Fakat durmadan iniyor.
    Kayboldu ıslak karanlıkta.
    Artık baskıya dayanamaz, parçalanır.
    ve direği, efendim, bacası yahut
    nerdeyse yanıma düşer.
    Yukarda insanla dolu denizin içi.
    Bir tortu gibi dibe çöküyorlar
    tortu gibi çöküyorlar, Hacıbaba.
    Baş aşağı, baş yukarı,
    uzanıp kısalıyor, bir şeyler aranıyor kolları bacakları.
    Ve hiçbir yere, hiçbir şeye tutunamadan
    onlarda iniyorlar dibe doğru.
    Birden bire bir denizaltı düştü yanıbaşıma.
    Parçalanmış bir tabut gibi açıldı köprüüstü kaportası
    ve Münihli Hans Müller dışarı çıkıverdi.
    39 ilkbaharında denizaltıcı olmadan önce
    Münihli Hans Müller
    Hitler hücum kıtası altıncı tabur
    birinci bölük
    dördüncü mangada sağdan üçüncü neferdi.
    Münihli Hans Müller
    üç şey severdi:
    1-Altın köpüklü arpa suyu
    2-Şarki Prusya patatesi gibi dolgun ve beyaz etli Anna.
    3-Kırmızı lahana.
    Münihli Hans Müller için
    vazife üçtü:
    1-Çakan bir şimşek
    gibi mafevke selam vermek.
    2-Yemin etmek tabancanın üzerine.
    3-Günde asgari üç çıfıt çevirip
    sövmek silsilelerine.
    Münihli Hans Müller'in
    kafasında, yüreğinde, dilinde üç korku vardı:
    1-Der Führer.
    2-Der Führer.
    3.Der Führer.
    Münihli Hans Müller
    sevgisi, vazifesi ve korkusuyla
    39 ilkbaharına kadar
    bahtiyar
    yaşıyordu.
    Ve Vagneryen bir operada do sesi gibi heybetli
    Şarki Prusya patatesi gibi dolgun ve beyaz etli
    Anna'nın
    tereyağı ve yumurta krizinden şikayet etmesine
    şaşıyordu.
    Diyordu ki ona:
    -Bir düşün Anna,
    yepyeni bir manevra kayışı takacağım,
    pırıl pırıl çizmeler giyeceğim ben.
    Sen beyaz ve uzun entari giyeceksin,
    balmumundan çiçekler takacaksın başına.
    Tepemizde çatılmış kılıçların altından geçeceğiz.
    Ve mutlak
    hepsi erkek 12 çocuğumuz olacak.
    Bir düşün Anna,
    tereyağı, yumurta yiyeceğiz diye
    top, tüfek yapmazsak eğer
    yarın 12 oğlumuz nasıl muharebe eder?
    Münihlinin 12 oğlu muharebe edemediler
    çünkü doğamadılar,
    çünkü henüz, efendim, Anna'yla zifaf vaki olmadan önce
    bizzat harbe girdi Hans Müller.
    Ve şimdi 41 sonbaharı sonlarında
    dibinde Atlantiğin
    benim karşımda durmaktadır.
    Seyrek sarı saçları ıslak,
    kırmızı sivri burnunda esef,
    ve ince dudaklarının kıyılarında keder.
    Yanı başımda durduğu halde
    yüzüme çok uzaklardan bakıyor,
    insanın yüzüne nasıl bakarsa ölüler.
    Ben biliyoum ki, o bir daha görmeyecek Anna'yı,
    ve artık bir daha arpa suyu içip
    yiyemeyecek kırmızı lahanayı.
    Ben bütün bunları biliyorum, efendim,
    ama o bütün bunları bilmiyor.
    Gözü bir parça yaşlı,
    silmiyor.
    Cebinde parası var,
    çoğalıp eksilmiyor.
    Ve işin tuhafı
    artık ne kimseyi öldürebilir
    ne de kendisi ölebilir bir daha.
    Şimdi şişecek birazdan,
    yükselecek yukarıya,
    sular sallayacak onu
    ve balıklar yiyecek sivri burnunu.
    Ben
    Hans Müller'e bakıp, Hacıbaba, bunları düşünürken
    yanımızda peyda oluverdi
    Liverpul Limanından Harri Tomson.
    Gazgemilerinden birinde serdümendi.
    Kaşları ve kirpikleri yanmıştı.
    Gözleri sımsıkı kapalıydı.
    Şişman ve matruştu.
    Bir karısı vardı Tomson'un:
    tavan süpürgesi gibi bir kadın,
    tavan süpürgesi gibi, efendim, zayıf, uzun, titiz, temiz
    ve tavan süpürgesi gibi münasebetsiz.
    Bir oğlu vardı Tomson'un:
    altı yaşında bir oğlan, Hacıbaba,
    tombul mu tombul, pembe beyaz, sarı papa mı sarı papa.
    Tuttum Tomson'un elinden.
    Açmadı gözlerini.
    "-Vefat ettiniz" dedim.
    "-Evet " dedi, "ingiliz imparatorluğu ve hürriyeti için:
    Canım isterse, harp içinde bile Çörçil'e sövmek hürriyeti
    ve canım istemese de aç kalmak hürriyeti uğruna.
    Fakat değişecek hürriyette bu son bahis,
    harpten sonra artık işsiz ve aç kalacak değiliz.
    Planı hazırlıyor Lordlarımızdan biri.
    Adalet: ihtilalsiz.
    Ben ingiliz imparatorluğu'nu dağıtmaya gelmedim, dedi Çörçil.
    Ben de ihtilal çıkarmaya gelmedim:
    buna Kenterburi başpiskoposu
    bizim tredünyonun reisi
    ve karım razı değil.
    Ay bek yur pardın.
    işte bu kadar,
    nokta, son."
    Sustu Tomson.
    Ve ağzını açmadı bir daha.
    ingilizler fazla konuşmayı sevmezler,
    hele hümoru seven ölü ingilizler.
    Tomson' la Müller'i yanyana yatırdım.
    Şiştiler yan yana,
    yan yana yükseldiler yukarı doğru.
    Balıklar Tomson'u afiyetle yediler,
    fakat dokunmadılar ötekisine,
    Hans'ın etiyle zehirlenmekten korktular anlaşılan.
    Hayvan deyip geçme, Hacıbaba,
    sen de hayvansın ama
    akıllı bir hayvan...

    Nazım HiKMET
    1 ...
  5. 3.
  6. SAVAŞTA ÖLENLER


    Her yer tıklım tıklım ölü
    Acı boğacak beni boğacak beni
    Otlar yalnızlıktan kupkuru
    Ama suçlu ben değilim ben değilim
    Katillerle bir olmadım olmayacağım da
    Özgür kalacağım işte böyle bir başıma
    Ve insanoğluna bundan sonra da
    Ne ölüm dokuncak ne dirim.


    Paul ELUARD

    Çeviren : A. KADiR / Asım BEZiRCi
    0 ...
  7. 2.
  8. BOLiVYALI KÜÇÜK ASKER

    Bolivyalı küçük asker,
    Bolivyalı küçük asker,
    sırtında tüfeğin, gidiyorsun
    tüfeğin Amerikan malı
    tüfeğin Amerikan malı
    Bolivyalı küçük asker
    tüfeğin Amerikan malı.

    Sinyor Barrientos verdi onu sana
    Bolivyalı küçük asker
    Mister Johnson' un armağanı
    kardeşini vurman için
    kardeşini vurman için
    Bolivyalı küçük asker
    kardeşini vurman için.

    Kim bu ölü, bilmiyor musun
    Bolivyalı küçük asker?
    Bu ölü Che Guevara,
    Arjantinliydi Kübalıydı
    Arjantinliydi Kübalıydı
    Bolivyalı küçük asker,
    Arjantinliydi Kübalıydı.

    En iyi dostundu senin,
    Bolivyalı küçük asker,
    yoksulların dostuydu
    doğudan dağlara kadar
    doğudan dağlara kadar
    Bolivyalı küçük asker
    doğudan dağlara kadar.

    Gitarım tepeden tırnağa
    Bolivyalı küçük asker
    yas tutuyor, ağlamıyor
    ağlamak insan işi
    ağlamak insan işi
    Bolivyalı küçük asker
    ağlamak insan işi.

    Sırası değil ağlamanın
    Bolivyalı küçük asker
    ele mendil yakışmaz şimdi
    ele tırpan yaraşır
    ele tırpan yaraşır
    Bolivyalı küçük asker
    ele tırpan yaraşır.

    Para veriyorlar sana
    Bolivyalı küçük asker
    alıp satıyorlar seni
    bu iş zalimin işi
    bu iş zalimin işi
    Bolivyalı küçük asker
    bu iş zalimin işi.

    Vakti geldi uyanmanın
    Bolivyalı küçük asker
    dünya ayağa kalktı
    erkenden doğdu güneş
    erkenden doğdu güneş
    Bolivyalı küçük asker
    erkenden doğdu güneş.

    Doğru yolu tutmaya bak
    Bolivyalı küçük asker
    kolay bir yol değil bu
    kolay değil, düzgün değil
    kolay değil, düzgün değil
    Bolivyalı küçük asker
    kolay değil, düzgün değil.

    Şunu öğrenmen gerek
    Bolivyalı küçük asker
    kardeş dediğin vurulmaz
    kardeşini vurmaz insan
    kardeşini vurmaz insan
    Bolivyalı küçük asker
    kardeşini vurmaz insan.

    Nicolas GUILLEN

    Çeviren : Ülkü TAMER
    2 ...
  9. 1.
  10. BAZI ŞEYLERi AÇIKLIYORUM

    Soracaksınız: Leylaklar nerede hani?
    Gelincik yapraklı metafizik nerede?
    Sözcüklerine incecik delikler açıp
    onları saçan yağmur nerede?
    Kuşlar nerede hani?

    Her şeyi anlatayım.

    Kent dışında yaşardım,
    Madrid dışında, çanlarla,
    saatlerle, ağaçlarla.

    Görülürdü oradan
    kurumuş yüzü Kastilya'nın
    meşin bir okyanus gibi.
    Evime
    çiçek-evi derlerdi, sardunyalar fışkırırdı
    duvarlarından çünkü:
    güzel bir evdi
    köpekleriyle, çocuklarıyla.
    Hatırladın mı, Raul?
    Rafael, hatırladın mı?
    Hatırladın mı, Federico?
    yerin altında,
    hatırladın mı, balkonlarında o evin
    Haziran ışığı çiçekler doldururdu ağzına.
    Kardeşim, kardeşim!

    Her şey
    o kalın sesler, tezgâhların tuzu,
    kabarmış ekmekler çıkaran fırın
    ve heykelleriyle Argüelles pazarı
    kurumuş bir mürekkep hokkasıydı sanki aldatmalar içinde:
    yağ akardı kaşıklara,
    ayakların, ellerin derin çarpıntısı
    sokaklarda büyürdü,
    metreler, litreler, temel
    ölçüsü yaşamın,
    balık yığınları,
    rüzgâr gülünü bile şaşırtan
    soğuk güneşiyle kiremitler,
    patateslerin ince, çıldırmış beyazlığı,
    domatesler yuvalanırdı denize dalga dalga.

    Bir sabah tutuştu bunların hepsi,
    bütün canlıları yutmak için bir sabah
    fışkırdı topraktan
    şenlik ateşleri,
    silah vardı artık,
    barut vardı artık,
    artık kan vardı.
    Haydutlar geldi uçaklarıyla,
    yüzükleriyle, düşesleriyle haydutlar,
    takdisler dağıtan kara keşişleriyle
    haydutlar geldi gökyüzünden
    çocukları öldürmek için,
    çocuk kanı aktı sokaklarda
    düpedüz çocukların kanı aktı.

    Çakalların bile tiksindiği çakallar,
    kuru çalıların bile tükürdüğü taşlar,
    yılanları bile iğrendiren yılanlar!
    Yüzyüze gelince bunlarla
    kanını gördüm ispanya'nın,
    kabarıyordu
    bir onur ve bıçaklar dalgasında boğmak için sizleri!

    Hain
    generaller:
    ölü evimi görün,
    bakın paramparça ispanya'ya:
    erimiş maden akıyor her evden
    çiçek yerine,
    her çukurundan ispanya'nın
    ispanya yükseliyor,
    her ölü çocuktan bir tüfek fışkırıyor,
    gören bir tüfek,
    kurşunlar doğuyor her cinayetten,
    o kurşunlar günün birinde
    on ikisinden vuracak yüreğinizi.

    Soracaksınız: Şiiri neden
    düşleri anlatmıyor, yaprakları
    ve büyük yanardağlarını anayurdunun?

    Gelin görün kanı sokaklardaki.
    Gelin görün
    kanı sokaklardaki.
    Gelin görün kanı
    sokaklardaki.

    Pablo NERUDA

    Çeviren : Ülkü TAMER
    3 ...
© 2025 uludağ sözlük