Oyun değil spor olduğunu savunduğum ve sonuna kadar savunacağım spor. insanlar ne var ki masanın başında oturuyorsun diye düşünebilir, ama bu işin ağırlığını sadece masada saatlerce oturanlar bilir.
küçük yaşlarda başlandığına oynanmaya kişinin gelişimine olan katkısı tartışılmaycağı gibi kişiye güzel zaman geçirtir ve farklı heyecanlar yaşatır; ancak bir süre sonra(5-10 yıl) dar gelir o tahta, o 32 taş ve sayılı varyantlar.
ancak bireysel sporların en ciddisi sayılabilecek satrancın en büyük katkısı yenmeyi, yenilmeyi öğretmesidir.
hep bana aristokrat oyunu gibi gelen, belleğimde şömine başında, buzlu scoth yudumlarken oynanması şart bir eylem havası vermiş oyun. gereksiz bir yavaşlığı vardır, türk insanının tez canlı yapısına uymaz sanki , epi topu yapacağın bir hamle için 2 saat düşünmenin manası ne diye sorarım kendime. karşıdaki oyuncu elini çenesine götürüp hamle için düşünmeye başladığında siz gidip tuvalette hacetinizi görüp, eşinizle halvet olup, çoçuğunuzun matematik problemine yardım edersiniz . döndüğünüzde karşıdaki rakibiniz sadece bir taşı yaklaşık 2cm. kadar ileri götürmüştür.
sonuç olarak oynayanlara ve sevenlere sonsuz saygı duymakla beraber asla '' ahanda pencüse severler güzeli gencüse eki eki '' deme atraksiyonlarını bana yaşatan baba yadigarı tavlamın yerini tutması mümkün olmayan oyundur santranç. ha bir gün kasparov denen zatı muhterem karpov denen rakibine '' al sana şahhh mattt , devir kıçını yatt eheh '' derse, böyle bir samimiyet ve sıcaklık katarsa bu no frost oyuna, o vakit bizde isteriz zekamız gelişsin.
Altmışdört karenin sekiz cephesi benimdir
yılan yüzlü birileri piyon demiş adıma
kolayca harcanacak bir nesne yani,
düş odaları sığ olanların ellerinde
mermi sesinden ürken asker gibi
kendimi aranırım bulunduğum siperde,
ardım sıra dizili omuzu kalabalıklara
hiç bıkmadan anlatırım bu gerçeği;
benimle başlar savaş biter benimle
Düşünce tarlasında iki karedir yerim
kalın duvarlarımın olduğu söylenirse de
burçlarımı tutanların acemiliği yıkar beni
açılır bütün kapılar içten fethedilirim,
işte o an başlangıcıdır sarsıntının
ya uyanıksa,biliyorsa bütün becerilerimi
tek kaleyle de savunabilir ülkesini
göğüs kafesinden ırmaklar akan biri
Siyahtan beyaza ya da tersi 'L' ler çizerek
eşimi aranırım birlikte koşmak için
gökülkeden geliyorsa şahin gözlü binicim
kırılır kilitleri şaha giden yolların,
küçücük bir çakıltaşı dağlaşır önümde
kesilir dermanı rüzgarla yarışan yüreğimin
kuralları hiçe sayan binicim acemiyse
başlamadan biter savaş tökezler ayaklarım
Çarpraz kulvarlarda gidip gelmektir işim
eşimle çıkarım yollara aynı at gibi
fil denince uzun hortumlu,iri cüsseli
bir de Kartaca Komutanı Hannıbal'in
yakarken Roma'yı gücünden yararlandığı
kalın derili acayip bir hayvan gelir akla
oysa avuç içine sığan bir çift oyun taşıyım
okyanuslarında dolaşırım düşüncenin
Tanrı'yı cebinde taşıyan bir vezirin ülkesi
gül bahçesi gibidir,aşklar meşkler içinde
geçip giderken ömür kimseler kahır çekmez,
insanlığını unutup da tanrı sanırsa kendini
bir koyup beş almayı düşünür evvel aklıyla
eksildikçe çıldırır bir kumarbaz gibi
ol saltanatın yeller eser yerinde
Taç kimin başındaysa şah odur,deli ya da veli
atadan kalma nişanesidir hükümranlığın,
titrek bacaklı bir çocuksa bürünür kaftanına
tersine de akacağını sanır ırmakların,
bir sabah ay'ın güneşi öptüğü saatlerde
dağları yüreklerinde taşıyan birileri
sökünce menteşelerini saltanat kapısının
kenevirden yapıldığını anımsar urganın
Uyanıkken rüya görmeye başladı mı insan
hayatın tartısına vurmalı kendini
avuçlarına doldurup toprağı koklamalı
kor ateşlere yaslamalı başını ki
ömrüyle içinde mi gerçeğin anlasın,
yoksa suların üstünde yürüdüğüne
ay'ı ortasından ikiye böldüğüne
ölüleri dirilttiğine inanır
uğruna kurban olduğu şahin
Kırmızı akıyor damarlarımızda kan
genizlerimizi yakıyor gözyaşının tuzu
aynı güneşle ısınıyoruz zamanın karelerinde,
karanlığı tel tel bölen şimşeğin
gökgürültüsünün içimize saldığı korku
doğduğumuz mağaraları gösteriyor bize,
bir insandan kral yapmak;kah kah kah
birlikte oynadığımız bir oyundur yaşamak. **
Yeryüzü tam bir santraç tahtasına dönüşmüştür; kuvveti ve siyaseti elinde bulunduranlar, dünyanın hemen her karesinde istedikleri taşı ileri, geri, sağa veya sola oynatıyorlar, emirlerine uymayanları da yiyorlar veya yediriyorlar...
Zevkle oynanabilecek,bir sonraki,bir sonraki hamleyi düşünerek akılcı bir taktik gerektiren,zekanızı en iyi şekilde kullanmanız gereken,odaklandığında biraz da anlıyosan bişeyler yapabileceğin 2 kişilik bir oyun.Bazı kişiler satranç da mı zekayı geliştirir,öyle saçma şey mi olur alt tarafı bir oyun derler.Ancak bu insanlar satrancın S'sinden bile anlamamaktadırlar.Onların söyledikleri bir kulaktan girer diğerinden çıkar.Satrancın tadını oynayanlar iyi bilirler.
Aruzun (müfte'ilün, müfte'ilün, müfte'ilün, müfte'ilün) kalıbıyla ve musammat gazel biçiminde yazılan şiirlere de Satranç denir. Mısraların kafiyeli parçaları alt alta dizilirse dörtlüklerden oluşan bir biçim ortaya çıkar.
vezir gambiti, ispanyol gambiti, bülbül yuvası gibi birçok oyun stratejilere sahip zeka, kombinasyon yeteneği, soğuk kanlılık ve sabır gerektiren akıl oyunu.
--spoiler--
Satranç oyunundan ilk söz eden iran lı Karmanak tır (590-628). Satrancın 500 yıllarında Hindistan ın kuzey bölgelerinde ortaya çıktığı sanılmaktadır. Ancak bugünkü kurallar Avrupa da 1550 li yıllarda konmuştur. Satranç taşlarından piyon ların adı ise Fransızca dan gelir ve piyade eri anlamındadır. Meşhur şah-mat deyimi ise, Arapça dan gelir.
--spoiler--
yenileceğinizi anladığınızda bile son derece şekil * bir el hareketiyle şahınızı devirip, bir nevi:"Düşman vezirinin kılıcıyla değil, kendi yüzüğündeki zehiri içerek öldürdüm şahı. " mesajını verebileceğiniz nadide oyun ya da spor.
alekhine gibi bir çirkefin dünya şampiyonu olduğu spor. ama adama şahane oynarmış, orası ayrı. ayrıca bi arkadaşın ünlü bi sözü vardı satrançla ilgili, "vezirimi vereceğime, şahımı feda ederim" gibi bir şey sanırım satrançtan pek anlamıyordu.
32 taşla 64 karede oynanan ancak ne kadar iyi olsa da oyuncuya kendini zamanla geliştirme zorunluluğu getiren oyundur. aslolan konumsal üstünlüktür, attı fildi değil.