vaktiyle aynı ormanda yaşayan bir aslan ve bir inek sürüsü varmış. aslan sürüsünün gözü inek sürüsünde ama inek sürüsü kendini savunacak kadar kalabalık ve güçlü.
aslanlar açlıktan yorgun, halsiz, güçsüz kalmışlar. düşünüp taşınıyorlar; sürü kalabalık ve güçlü saldırırlarsa karşılık bulacakları kesin. çaba sarfetmeden, enerji harcamadan nasıl karınlarını doyurabilirler, bunun yollarını arıyorlar
ve aralarında konuşup anlaşıyorlar, içlerinden ineklerin sürüsüne bir elçi gönderiyorlar.
elçi diyor ki;
- size saldırırsak ne olacağını biliyorsunuz. mutlaka aranızdan birini alıp yiyeceğiz, buna engel olamazsınız. gelin, ne kendinizi ne bizi uğraştırmayın, aranızdan birinin rengi çok sarı, sizden de farklı, bizim de gözlerimizi alıyor. onu bize verirseniz size saldırmadan onu alıp gideriz ve bir daha gelmeyiz. bundan sonra da güzel güzel geçiniriz.
ama aslanlar ısrarlı. en sonunda razı olmuş inekler, nasıl olsa saldırırlarsa birimiz gidecek, hem biz de çok yorulacağız. en sonunda peki demiş inekler, bir inekten ne çıkar? biz büyük bir sürüyüz, bize bir şey olmaz vermişler sarı ineği, aslanlar da sarı ineği bir güzel yemişler, karınlarını doyurup kendilerine gelmişler.
bir kaç gün sonra aslanlar gene acıkmışlar, yine gelmiş aslanların elçisi ineklerin yanına;
- aranızda boynuzu kırık bir inek var, sinirimizi bozuyor, verin onu, ne kendinizi ne bizi uğraştırmayın demiş
barış yanlısı inekler, ikinci tavizi vermişler, o inek de verilmiş.
artık işi öğrenen aslanlar, benekli inek, kuyruğu kısa inek, şöyle inek, böyle inek deyip inekleri bir bir almışlar sürüden.
sürü de günden güne iyice azalmış.
artık aslanlar elçiye gerek kalmadan açık açık saldırmaya, istedikleri ineği sürüden götürüp yemeye başlamışlar.
sürünün ileri gelen inekleri, panik içnide tekrar bilge ineğe koşmuşlar. biz nerede hata yapıyoruz, sürümüz yok olacak demişler.