notu kıt bir felsefe hocası, ottan moktan notlar kırmaktadır, öğrencilerin canını sıkmakta morallerini bozmakta, geceleri hüngür faşırt ağlatmaktadır. hoca bir gün derse girer ve öğrencilere kağıt çıkarmalarını, sınav yapıcağını söyler. öğrenciler kağıtları çıkarırlar. hoca masanın üstüne sandalye koyar ve sandalyeye oturur. sorusu şudur: "Oturduğum sandalyenin varolmadığını kanıtlayın". sınavlar tamamlanır, hoca şu ana kadar hiçkimseye yüksek not vermemiştir ama cevabı görünce başka yapacağı bişey kalmamıştır. cevap ise şudur: "hangi sandalyenin?!"
zamanında oradan oraya gezinen bir muhabbettir bu. gerçek midir bilinmez. güzel bir efsanedir. ayarlıdır. yalnız hocanın aklından şüpheliyim. vur kafaya sandalyeyi; sonra "işte bu sandalye" de. öğrenci daha bir ayarlı olurdu. sonra da otur. "başın ağrıyor mu?" diye sor. "ağrıyor" derse, "aha işte bunu kanıtla" diye başka bir ayar ver.sonra hangi... ben böyle sonsuza kadar giderim durayım bari.
oturduğunda kıçın rahat bir yere değiyorsa sandalye vardır, oturmaya çalışırken çat diye düşüp kalçanı kırıyorsan sandalye yoktur; oturduğunda kıçın bir yere değiyor ama rahat değilse sandalye varla yok arasıdır.
not: varla yok arası dedim de aklıma bir şiir geldi: ping pong masası
şehir efsaneleri vol3 tür. ama yine de şu an göremediğimiz ve bilemediğimiz herangi bir şeyin yokluğunu nasıl ispat edemiyorsak varlığını da ispat edemeyiz. kör bir insana sandalyenin orda olduğunu ispat edemezsin veya renk körü olan bir kimse için dünyada bazı renkler bizim görüp bildiğimizden farklıdır veya bir şizofren sana hayali arkadaşının varlığını görse de ispat edemez. algılarımız bizi yanıltır. tıpkı çay bardağının içinde yamuk gözüken kaşık gibi.
Sandalyenin var olduğunu iddia eden ve soruşturan savcılarla, operasyonu yapan polislerin görev yeri değiştirilir. Sonra sandalye isviçreye götürülüp saklanır. 41 (yazıyla 41) gün sonra o bomba açıklama yapılır;