sanat eserinin kökeni

entry5 galeri2
    1.
  1. Heidegger'in, okunmasını tavsiye etmediğim yegane kitabı. Estetikten sorumlu kulak memem, felsefeden sorumlu ayak ve epistemeden sorumlu yüzük parmağımın üçünün birden orgazm olması üzerine karar verdim ki zihinden çok kalbi zorluyor.

    Sanata böyle bakmak, sanatı böyle yorumlamak ve sanatı böyle anlamak... Harik'ul-ade.
    1 ...
  2. 2.
  3. Heidegger sanat eserinden bahsederken onun dünya ile yeryüzünün "çatışması" olduğunu ifade eder. Fakat benim burada bahsetmek istediğim bu "çatışma"nın türkçe ile anlatımının yetkinliği. Önay sözer'in bu hususuna ilişkin bir yazısını gördüm ve istemsizce gururlandım. Yazıyı ve heidegger'in ilişkili düşüncesini anladığım kadarıyla anlatayım:

    Heidegger dünya ile yeryüzünün bu çatışmasının; hem bir ihtilaf olarak ayılığı, çarpışmayı, "karşıtlığı" hem de bu iki ögenin birbirine bağlanarak "bütün" oluşturmasını kasteder. ilginçtir ki bunu gerek eski yunancada gerekse almanca ifade etmenin zor olduğunu söyler, başka bir ifade ile bu "çatışma" yı ikili yönden (hem karşıtlık hem de birleşme yönünden) gösterecek bir kelimenin olmadığını söyler.

    işte bu noktada dil ve düşünce, dil ve varlık ilişkisinde türkçenin kökensel bir yetkinliği 'daha' ortaya çıkar ve bu karşıtlık ve birleşmeyi kendi özünde ifade edecek bir kelimeyi sunar: "çatmak."

    Çatmak hepimizin kullandığı anlamıyla ilk olarak birisiyle menfi bir biçimde uğraşmak, birisine kızmak olarak onunla ihtilafta olmak anlamına gelir. Örnek olarak; bu tontoş şerefsiz de hep bana "çatıyor."

    ikincil olarak ise -çok fiil halde kullanmadığımız çatmak- iki şeyi birbirine dayamak; birbirine dayayarak dengede durdurmak, tutmak anlamında bir-araya-getirmek. (çatı buradan gelir)

    Görüldüğü üzere türkçe yine, yeniden köken olarak düşünme ile arasındaki yetkin ilişkiyi gösteriyor.

    Keşke heidegger de görseydi bunu. Nasıl sevinirdi.

    Not: beyaz Rusya'daki düdüklü tencereye selamlar.
    2 ...
  4. 3.
  5. Felsefenin nuru ziyası Üstad-ı azam Martin heidegger (r.a) hazretlerinin özgün ismi der ursprung des kunstwerks olan eseri.

    Bir kitap düşünün ki bu kadar kısa olup (120 sayfa bu ama biraz daha Uzun-kısa versiyonları var) ele aldığı konuya bu kadar hakim olsun. Ve bir kitap düşünün ki sanata ve estetiğe dair geçmiş ve mevcut tüm anlayışı sorgulasın ve sorgulatsın.

    Sanatta estetiğin bir amaç olması, sanat eseri ve sanatçının köken ilişkisi, eserin aslında neyi ifade ettiği ve etmesi gerektiği, sanatın öyle bugün sanıldığı gibi basit bir tasarımlama işi olup olmadığı ve bunun gibi birçok hususu ele alıyor.

    https://galeri.uludagsozluk.com/r/1276920/+

    Not: yaş pasta değilim.
    2 ...
  6. 4.
  7. Martin heidegger'in binlerce yıldır kabul gören ve geçerli olan sanat anlayışına karşı çıkarak eserin hakikat yönü, eserin nesneselliği, eser ve nesnenin farkı gibi konuları yoğunca işlediği kitabıdır.

    Kitapta en çok hoşuma giden şeylerin başında şu gelir:
    Heidegger herhangi bir şeyi araç olarak ve Eserde olarak kullanım yönünden inceler ve onun tüketilmesi üzerine konuşur.

    Bir kadehi ele alalım. kadeh bizim kullandığımız bir "araç" olarak onu kullanma alışkanlığımızdan (el-altında-hazır-bulunuş) varlığını unuttuğumuz bir araçtır. Fakat bir ressam o kadehi çizdiğinde artık o kadeh bir araç olmaktar çıkar ve sanat eserinde onun varlığını fark ettiğimiz şeydir. Çünkü biz kadehi kullanmaya alışkınız ama onu tabloda görünce o, alışkanlık dışına çıkar ve onu fark ederiz.

    Bu şu demektir: kadehin el-altında-bulunması olarak araç olan Kadeh onu kullandığımızda tükenir, bu bir çimento içinde böyledir. Fakat sanat eserinde onu kullanmak onu tüketmek değildir. Bir şey araç olduğunda ve eser olduğunda farklı şekilde kullanılır. ilkinde tüketilir, ikincisinde tüketilmez. ikincisinin tüketilmezliği; o şeyin tükenmezliğinden değil, o şeyin eser olarak varlığına onu tüketmenin ait olmadığındandır.

    https://galeri.uludagsozluk.com/r/1324953/+
    7 ...
  8. 5.
  9. Üstad-ı azam Martin heidegger'in, kısa olmasına karşın ciddi derece kuvvetli bir içerik ile sunduğu muhteşem eseri. Bu kitapta heidegger, şiirde varlığın açığa çıktığını ifade eder. Şimdi ifade etmek istediğim şey, bu açılmanın üçlü gösterimi:

    1. Eline verme: aslında bu eline sunma olarak veya bahsetme şeklinde Türkçeye çevrilmiş ama anlamda herhangi bir sapma yaramadığı için ben "eline verme" diyorum. Ortada olan fakat açığa çıkmamış olanın (yani yeni olan) hazırlanması, açığa çıkarılmaya hazır kılınmasıdır.

    2. Temellendirme: bir toplumun içerisinde bulunduğu tarihsel ortamın ve bu zeminden gelen varlığının salınması, serbest bırakılmasıdır.

    3. Başlama: doğruluğun (burada doğruyu, doğ-u-ru olarak, yani Aletheia olarak görmeliyiz) çatışma eğilimini kışkırtmadır. Yani yeni ile tarihi olanın çatışmasını sağlamak.

    ilk bakışta bu üç gösterim de bir anlam ifade etmiyor gibi görünebilir fakat bunu şöyle anlamak gerek -akademisyenler bunu zorla zor bir şekle soksa da:

    Sanat eserinde -şiirde- varlık, yeni ile tarihi olanın çatışması olarak ortaya koyulur.

    Daha da basitleştirip heidegger'i dahi kızdırabiliriz.

    Bir mimari şekli düşünün, bu barok olsun. Ama diyelim ki barok "yeni" bir tarz. Şimdi tarihi zeminde olan bir şey düşünün, bu da "zeus" olsun. Zeus'a adanan bir tapınağı barok mimarisi ile yapmak. işte bu kadar.

    Şunu hatırlatmakta fayda var, basitleştirirken anlatımı basitleşiriyoruz, Kavramayı değil. Nihayetinde bu düşüncesi ve bundan dolaylı olanlar ile heidegger, bırakın felsefeyi mimarlık alanında okutulan ve üzerine düşülen bir adam olmuştur. Çığır açıcıdır. Sanatın yaratma, taklit vb. Olup olmadığının veya ne için olduğunun ya da estetiğin amaçladığının düşünüldüğü bir dünyada ontolojik bir yaklaşım ile gelmiştir.
    8 ...
© 2025 uludağ sözlük