hızla sallanırken oturaktan atlamasının keyif verdiği ancak bilinçsizce yapıldığında vücutta bir takım sakatlıklar meydana getirebilen çocuk parkların vazgeçilmez oyuncağı.
Büyük bir oda. Bahçeye açılan bir pencere
Ortada bir masa
Yanda bir kapı
Daha birkaç şey: Örneğin bir yunus balığı camdan, bir heykel
Sabah. Duvarda gün tanrıları
Rezneler, sedef otları, küpe çiçekleri görünür pencereden
Görünür ama görünmez
Yani hiçbir şey yerinde değil pek. Bugün ne?
Salı! O bile yerinde değil
Bir bardak, bir sürahi yerinden edilmiştir, nereye koysak
Nereye?
Bilmem!
Bir çıkrık bir zaman dışını kolaçan eder şöyle
iyi. Biz buna bir durumun sınırsız gelişimi diyoruz
Diyoruz; sanki o her şey kadar bir her şeyi getirir, yığar
Çıkrık
Bir su gürültüsü, bir pul koleksiyonu, bir duanın yaratılışı duyulur bu ara
Duyulmaz ama duyulur
Başlar çünkü onlar da; yani pul, su gürültüsü, dua
Başlar bir insan gibi; süreyi, düzeni ölümü taşımaya
Sabah. Duvarda gün tanrıları
Birinin süresiz terlik giyeceği tutmuştur yukarı katta
Aşağıda
iskemle gıcırtısı, ayak
Tütün kokusu, koku
Yaz kelebeği tadında bir soluma
Yer değiştirme, kımıltı
Tekrar soluma
Kadın
Sessizlik.
II
Gün ışır iyiden iyiye, odanın orta yerinde bir kayalık
Sarı bir kertenkele... onunla her şey bir iki sıçrar, durur
Başkaldırır, düşer
Bir çorak bağırışı, bir taşın ikiye bölünmesi işitilir. Sonra?
Bir su arayışı, bir bozgun... Biz buna benzer her şey diyoruz, her şey her şey
her şey
Çünkü o, kadın
Uzanır, sağar bir yokluğun içinden
Gene bir yokluğu sağlar, üşenmez
Bir gül çukuru tersine döner, bir alev kıyısı doğurganlaşır
Çıkar boş kıyılardan katılaşmış akşamüstleri
Böler o bakışları bir sarkaç gibi binlere
Ama bir zaman gibi değil, bir sarkaç gibi böler
Yani olanlar olmuştur bir kere
Bir kartal donakalmıştır sıcaktan. Bir U sesi duyulur
Yaratılmaya uygun bir ses, U
Uzağa bakar kartal. O kadar bakar ki, bakmaz
Taş kesilmiştir taş, boynu ileri düşmüştür
Tanrım bize bir salıncak!
Çok çabuk geçmek için şu olup bitenleri
Bir daha, bir daha, bir daha
Unutmak unutmak unutmak
Tanrım!
Taş kesilmemek için taş
Bunu evrenin sonsuzluğu diye yorumlar varlığı olmayan bir söz
Kadınsa kımıldamak ister, olmaz
Yer değiştirmek ister, olmaz
Solumak birdenbire
Gene olmaz
Olacak bir şey boşuna aranır, boşuna boşuna boşuna
Bir kaya daha çatlar
Başlar ufacık taşlar yuvarlanmaya
Eser bir silinti, bir sisin dağılışındaki öz
Çıkar o yunus balığı, o heykel
Yaz kelebeği, kapı
Sonra?
III
Sonra ne? Sabah! iyi bir gün başlar ne de olsa
Tepeden tırnağa beyazlar giyinmiştir kadın
Ne var ki bir kadın gibi değil, bir aşk, bir umut gibi değil
Bir aralık gibi durur dünyada
işte bir soru!
Okurken elinde tuttuğu; okumaz, gene elinde tuttuğu
"Önce hep gece vardı" diyen bir kitapla
Biz buna bir sorunun sınırsız gerilimi diyoruz
Diyoruz; çünkü o kadın
Ne yapsa, neye uygulansa
Bir aralıktır şimdi dünyada
Bir aralık, bir aralık!
Yıllanmış ağaç kabuklarında bir yara
Bir geçit, bir su akıntısı, bir bıçak izi
Ve batık gemilerden şimdiye arta kalan
Bir batışın korkunç, ama hiç bitmeyecek izlenimi
Tanrım ona bir salıncak!
Bir gidip bir geliversin diye boşlukta
Umutla, erinçle, tutkuyla
Kendine kendine kendine katlanarak
Hani görmeden daha, bilmeden darıldığı kendine
Tanrım
Ona bir salıncak!
Tam burda
Gözlüklü, kış akşamları yüzlü bir bahçıvan
Sorar o sokak kedisinin dilindeki hızla
Sorar o çiçekleri -bir çiçek olmayan yalnız- sorar sorar sorar
Nereye kadar bilinmez
Hani bir sormasa... korkunç!
Hani bir çalgıcı vardı, başını çalgısına koymasa uyuyamaz
Sonra?
Sonra ne? işte bir çamur gibi sıvanmış odaya
Karanlık bir kilisenin
ihtiyar zangoçunun ağzıyla
Günaydın!
iyi bir gün başlar ne de olsa
IV
iyi bir gün başlar. Dünyadayız artık. Dünya!
Şu tatlı pencereniz. Sizin. Bunu anlamayacak ne var? Pencere
Tanıklık ediyor işte. Gün mavisi bir şey. Tanıklık ediyor
Pek açık değil. Değil de... Size. Tanıklık ediyor bir de
Bunu evrenin sonsuzluğu diye yanıtlar varlığı olmayan bir söz
Yok canım! kimsenin bir şey dediği yok, söylenmiş bazı sözler yaşıyor, o kadar
işte
Yaşamış bir kadın yaşıyor orada
Yitmek, hani durmadan yitmek, ulaşmak bir aşkınlığa
Var ya
Orada
Tek imge kayalardır, işte orada
Yaşar hiç konuşmadıklarınız, işte orada
Dışa vurmadıklarınız, şimdi orada
Her şey hep kayalardır; otlar da böcekler de, sular da
Günler de, zamanlar da
-Görünen bir zamandır çünkü orada-
Bir el yana düşmemiş, kaldı ki birden havada
Değilse bir hareket bu, yalnız orada
Orada
Bir ayak boyu yerde, bir kadın
Bırakılmış gibi yıllarca
Tanrım ona bir salıncak!
Taş kesilmesin diye taş
Donakalmasın diye boşlukta.
Hani o balıkçılla yarışan çaylağa
Kırpışan gözleriyle bakan gemici
Gibi
Baksın o da görmeden
Ne çıkar ustaymış, erginmiş uzağı görmekte gözleri.
gece sallanılasıdır. kafanı arkaya atıp yıldızlara dalcaksın. rüzgar yüzüne çarpcak. sessizlik olcak etrafta, ne çocuk gürülütüsü ne de kalabalıklığı anımsatan başka bir gürültü. yıldızlara dalcaksın, onları görceksin sadece. hızla sallancaksın, başın geriye düşcekmiş gibi olcak, için ürpercek ama bozmayacaksın istifini. yıldızlara uçarcasına...
el kadar çocukluk hatırası. iki ip ve bir tahta parçasını sallayan bir rüzgarın fısıltısı. kelimelerini sallayan dokunaklı ve kanlı cümleler yatmış biraz onun üstüne. mastar halindesin ya gelişinden habersizim, gidişin simsiyah asilce durur kapının boşluğunda. yağmur altında heba olan damlacıkları saydım ben hep, yatmadan cama vurdum başımı. yaşadığımız herhangi bir şehir işte. sen gelince, gıcırdayan salıncak iplerinde elinin izleri ''kocaman bir hayır'' şeklinde yazılı durmuş. hatırlar mısın, 18 saniyelik turuncu vedalarla sallandık bu kahverengi salıncakta. ''gerekmek''ten nefret edişin ve bir altıncı his sendeki salıncağın ipleri.
yarım kalan iki sigara paketine bakış açın hep özlemek bilirim. bir de sınırların olmayışından bu sonsuz sallantı.
an'ı anımsamak aslında yaşamak. ''sonra sıra sende yine sende sende...hep sen sallan.'' binmek istersem söylerim sana, şimdi sen sallan. sen güneşe uzat ayaklarını, sıra bana gelince yıldızlara süreyim ben. sen rüzgara okşat saçlarını, ben düşen tellerini toplayayım. kızıl heyecanlarla vur ayaklarını yere durmamak için, ben dağılan kumlardan şarkılar yazayım sana. sen yavaçşa sorular sor ki -bazen hızlan- ben ölümsüz bir an'a tabi cevaplar vereyim. yazmak gelirse içinden dağılmaktan korkma, ben salıncakta kaparım gözlerimi...
iki ip ve bir tahta parçası elimizde. güneş batmış ama ay vurmuş yüzümüze.şimdi sallanma sırası bende, iner misin?
çocukken dilim dolanmaz salıngaç derdim. murat oruncak diye hocamız vardı onun soyadına da orungaç derdim. çocukluk işte. aslında adını görmesem burda ben hala hep salıngaç derdim çaktırmayın sayın sözlük kimseye.
kaç yaşında olursa olsun insanda hep bi sallanma isteği uyandıran bir araç.
kimileri sallanmak için geceyi bekler (gördüm valla) herkez yatağında uyurken bir çocuk parkında çocuklar gibi şen bi şekilde sallanır, kimileride bu durtuyu bastırmak adında evin verandasına salanan kanepe alır.
belediyeler tarafından demirden olanları sökülüp yerine renkli renkli sert plastikten olanı koyulan eğlence aracı. şöyle bi durum var yazık ki, koyulan yeni salıncaklar sadece çocuklar için ve korumalı olanlardan. yani yetişkinler binemiyor. iyi de salıncağın sadece çocuklar için olduğunu kim söyledi bu belediyelere.
bir gerçek kesit klasiği. türk televizyon ve sinema tarihinde Şizofreniyi en gerçekçi işleyen kült yapımlardan biri. Yalnızlık tanrı'ya mahsus gerçekten; asosyallikle karşı cinse duyulan ve giderilemeyen ihtiyacın nelere mâl olduğunu gözler önüne seriyor. Ha bir de el ele yürüyen sevgililere sataşması çok ince bir detay. Yaşayamadığı duyguların hıncını başkalarından çıkarıyor. Sürekli yanağına dokunma takıntısı da ilginç.
Cahit Kaşıkçılar (Sarı Bıyık) gerçekten muazzam oyuncu. resmen döktürmüş. izlemek için: