ayrılışımın üzerinden 8 ay kadar geçen şehir.
burada geçirdiğim ilk günlerimde depresyondayım, yabancıydım, arkadaşım yoktu, tek başımaydım. açtım, yiyecek yemek bulamıyordum; çekingendim, kimseye burger king nerdedir diye soramıyordum. türk yoktu, gözümü çevirdiğim yerde bi kolombiyalı görüyordum, ortam yapmışlardı kendi aralarında, tek başına sürten ben uyuz oluyordum kendilerine.
derken, onunla tanıştım, juliana. sabah saat 9, mail bakmak için bilgisayar başındayım, sağ taraftan uzanan ve bana bir şeyler soran bir kızıl kafa. dördüncü günümdü o. ve ilk defa o gün yemek yedim. evet, hatay enerjim yerine geldi. türk yokmuş, arkadaşım yokmuş, yalnızmışım, sallaaa, depresyonmuş, peehh...
onunla geçirdiğim 3 ayı, ve çoğu salt lake city'de geçen 3 ayı *, ehee düşünüyorum da.. lanet olası bir mormon şehri bu. akşam 8den sonra otobüs bile yok. metropolitan nüfus bir milyon, ama sokakta adam yok. ve orada bir türk, bir kolombiyalı, bir 3 ay, bir ev...
8. günümüzde * ev tuttuk. şirin, bahçeli, 3 oda bir salon, 3 kişiyiz evde. temmuz sonunda birinci las vegas çıkarması, 2 gün 1 gece. ağustos ortası, ev nüfusu 2'ye düştü. ağustos sonunda ilk janjanlı kavgamızı ettik. eylül başı, ikinci vegas çıkarması, 3 gün 2 gece. vegas yolunda aşırı hız nedeniyle polis çevirdi, 232 dolar ceza, haşşırrtt. paylaştık. hayallerimiz vardı, sınırsız margarita içecektik, olmadı, gaz pedalına gitti. kumarda para kazandık *, "welcome to fabulous las vegas" tabelası önünde fotoğraf çektirdik, alışveriş yaptık *, geri döndük. dönüşte hız limitini asla aşmadık. aqua park'a gitmek istedik, bi türlü ayarlayamadık, üniversitenin * havuzuna gittik. olsun, su sudur. yellowstone national park'a gidelim dedik, son anda caydık, araba kirası benzin parası park ücreti derken pahalıya geldi; sonra pişman olduk, keşke gitseydik dedik. yolda yürürken soyulduk *, 150 dolarlık fotoğraf makinamız çalındı, popomuz ellendi, tırstık. 911'i aradık, polis geldi, polis nasıl olurmuş, onu öğrendik. pasaportumuz da çantadaydı, en yakın kolombiya konsolosluğu san francisco'daydı *, çok pis sıçtık. utah id kartı çıkardık, onunla idare ettik mevzuyu, francisco'ya gidemedik, başka bahara kaldı. parti verdik, çok içtik *, maskara olduk, tuvalete kustuk, sonra o kusmukla başka şeyler yaptık ki hiç girmeyelim o konuya. sonra yaptıklarımızdan utanmadık, çünkü bi halt hatırlamadık. film izleyelim dedik, uyuyakaldık, sabah olmuş uyanmışız, bir de bakmışiz ki film bitmiş. bi daha dedik film izleyelim, yine uyuyakaldık, aynı senaryo. bi daha dedik bu sefer becereceğiz, o uyuyakaldı, ben ayağını gıdıkladım, baktım uyanmıyor, kalktım kendi yatağımda uyudum. sonunda başardık, beauty and the beast izledik. noviembre sin ti çaldı, duygulandık *, dans ettik.
derken, 10 eylül geldi.
bavul hazırladık(ben değil, o).
havaalanına gittik.
o biletli olduğu, ben havaalanı çalışanı olduğum için terminale girdik, a6 kapısına gittik. (biri biletli, diğeri biletsiz ise bu bir ayrılık anıdır)
a6'nın önünde sarıldık.
sarıldık.
sıkıca.
daha da sıkı.
ayrılamadık.
ayrılmak istemedik.
sonra birimiz, a6 kapısından geçti, uçağa bindi. diğerimiz terminalde kaldı. terminalde kalanın boğazında bir şeyler düğümlendi. tıkandı böyle. salt lake city international'ın orta yerinde dayanamadı, tam 8 sene sonra ağladı. hıçkıra hıçkıra böyle hem de. orta yerde. salya sümük.
şimdi bir dostluk var, iki dost var ortada, salt lake city'de tanışmış. birbirini asla unutmayacak, hayat boyu hatırlayacak ve her zaman gülümseyerek anacak iki dost. onlardan biri bogota'da *, diğeri istanbul'da.
etrafı dağlarla çevrili, ağaçlık, sakin, sihay kardeşlerin az bulunduğu, yakınında güzel kayak verkezlerinin olduğu, şehre adını veren gölün sinekler dolayısıyla ziyaret edilmesinin neredeyse imkansız olduğu, fakat buna rağmen içinde hayli güzel adaların bulunduğu, tepelerden akşamları şehri seyretmenin muhteşem bir zevk verdiği utah eyaletinin başkenti