kesinlikle izlenilmemesi gereken sapkın film. hastalıklı bir insanın fikir babası olduğu *, hastalıklı insanların çektiği ve ne hikmetse böyle bir filmde oynayacak oyuncuların bulunabildiği * bir film. bu tarz filmleri seyretmek yerine türk sinemasına destek verelim.
serefsizlik namına ne varsa bu filmde mevcut, sinema okuyan bi arkadaşım al bunuda izle deyu sıkıştırdı flash belleğime. bende bir arkadaşıma gel şu izleyelim dedim pasollini iydir dedim. olanlar oldu filmin bitiremeden kapatırken şu sözü soledim ustalara küfürkusağı bu olsa gerek.
ulan öyle bir anlatılıyor ki; sanki filmi pasolini düşünmüş, kotarmış... "donatien alphonse françois de sade" diye bir fransız var... bildin mi hemşerim; marquis de sade... de hayde.
komünist ve homoseksüel yönetmen pier paolo pasolininin öldürülmesine sebep olan çarpıcı film. birçok ülkede yasaklanan filmin orjinal kopyaları, yalnızca koleksiyoncularda bulunabilir. film bazıları tarafından iğrenç, tiksinç ve sapkınca olarak nitelendirilse de pasolini kendi de söylediği gibi, de sade ın kitabını bütünüyle filme yansıtmıştır. fransa da geçen hikayeyi italyaya almak ve yaşlı fahişelerden birini piyanist olarak göstermek gibi gerekli birkaç küçük ayrıntı dışında kitaptaki senaryoyu değiştirmeden aktarmıştır. evet, biraz tiksindirici olmuş ancak film gerçekten de bu kadar çarpıcı olmasaydı bugüne kadar unutulmadan gelemezdi ve pasolini'nin vermek istediği mesajı iletemezdi.
filmde kullanılan bokların aslında çikolata ve portakal marmelatı karışımından elde edilen bir materyalden yapıldığını da dipnot olarak düşelim ki izleyenlerin içi rahat etsin.
süresi 116 dakika olup 1975 yılında yapılmıştır. kanımca iğrenç bir filmdir. böyle şeylerin o zamanlar gerçekten yaşanmış olması insanı ürkütüyor.
bildiğim kadarıyla bu filmin dvd'si dünyanın en pahalı dvd'siymiş.the criterion collection'ın 1998 yılında abd'de çıkarttığı dvd baskıları passolini ile düşülen anlaşmazlık nedeni ile kısıtlı sayıda basılabilmiş. bu nedenle sadece ender bulundukları için piyasadaki dvd'ler 250 ila 1000 $ arasında el değiştirmekteymiş. bu baskının hem görüntü kalitesi düşük hem de bazı sahneleri eksikmiş. sonradan bfı'nin ve gaumont columbia tristar home video'nun çıkarttığı dvd'ler çok daha iyi ve eksiksiz olmalarına rağmen criterion'un eski dvd'leri hala rağbet görmekteymiş ve dünyanın en pahalı dvd'si olma rekorunu hala elinde bulundurmaktaymış.
filmdeki dışkı yedirme sahnelerinde kullanılan materyal çikolata ve portakal marmelatı karışımından yapılmış. bu toplumdaki abur cubur yeme alışkanlığına bir göndermeymiş.
film hakkında abd'de açılan yasaklama davalarından biri ile ilgili olarak aralarında martin scorsese ve alec baldwin'in de olduğu çok sayıda sanatçı filmin sanatsal değeri ile ilgili olumlu görüşler beyan etmelerinden sonra dava düşmüş.
passolini bu filmini "ölüm üçlemesi" nin ilk filmi olarak planlamıştı. öldürülmemiş olsaydı muhtemelen üçlemeyi tamamlayacaktı. "ölüm üçlemesi" de daha önce yaptığı "hayat üçlemesi" nin tamamlayıcısı olacaktı. "hayat üçlemesi" decameron'un aşk hikayeleri (ıl decameron) (1971), canterbury öyküleri (ı racconti di canterbury) (1972) ve 1001 gece masalları (ıl fiore delle mille e una notte) (1974) filmlerinden oluşuyor.
dört bölümden meydana gelen filmde; eşcinsellikten fetişizmin uç noktalarına kadar çeşitli cinsel konular yer alıyor. filmde; çivi yedirmek, dışkı yedirmek, canlı canlı kafa derisi yüzmek, kölelerle zorla cinsel ilişkiye girmek, tecavüz ve idrar içme gibi herkesin kaldıramayacağı birçok sahne bulunuyor.
kısaca açıklamak gerekirse her türlü cinsel sapkınlığın ve gizli fantezinin (pedofili, sadizm, fetişizm, scat, bondage, urophagia, anal seks, grup seks vb...) tek bir konseptte türlü olarak sunulduğu 70'li yıllardan kalma porno film. başka arkadaşlar politik göndermelerden ve eleştirilerden bahsetmiş ama benim seyrettikten sonra görebildiğim tek şey bu.
sinema denen muhteşem şeyle birazcık olsa ilgilenen her kişinin izlemesi gereken film.
beğenmek ya da beğenmemek adına değil. izlemek ve sinemanın nasıl bir şey olduğu hakkında fikir edinebilmek için.
sırf faşizm e giydirdiği için derin arkaşdaşların anlam yüklediği bok püsür bir filmdir.ayrıca filmdeki çarpıcılık eski zamanlarda kalmıştır herhangi bir online porno sitesine girildiğinde t?şalarına çivi çakanmı ararsın, 3-5 kişi toplanıp birbirinin suratına sıçanmı ararsın, kızları başlayıp memelerini mum ile yakanmı arasın hepsi mevcuttur efendim.
yıllardır duyarım, burda da görünce bir izleyeyim dedim. kendimi sorgulamama sebep verdi film. keza bence kötü oyunculuk, mantık dışılıktan başka bir halt değil. bir de paso adamlar birbirini sikiyor. şimdi bok yeme sağnesi falan hay amına koim bitse şu sahne de ekrana rahatça baksam hissi uyandırdı içimde ama hacı adamı götünden sikiyorlar, adamın zerre zoruna gitmiyor! böyle mantıksızlık olur mu yahu?
yani deliren, kuduran, ve hatta intihar etmeye kalkan kimse olmaz mı öyle işkencelerin arasında? tamam insanın hayvaniliğine atıf, faşizme taşlama ama önüne tabakta bok servis edildiğinde kusarsın yahu! böyle aptalca senaryo olur mu? neyse efendim, sırf meraktan izledim, ne bir şey kaybettim, ne de bir şey kazandım. çok duyarlıyım, iğrençlik bu ayağı yapmayacağım keza filmin dandikliği, her türlü mesajını gölgede bırakıyor.
bir de film hakkında bir yerde gördüm, o bok diye yedikleri kakao ve portakal karışımı bir şeymiş. erkeklerin birbirini götten sikmeleri, ve faşo başlarının nasıl haz duyacakları hakkında şaşırmaları ve götten vermeleri falan, bu da insanın doyumsuzluğuna atıf evet. arada sosyal mesajlar da var, baş faşolardan biri bir ara "anal ilişki insanlığın sonunu hazırlıyor." falan diyor, ama herif düğmeci(götçü) nasıl bir açmaz belli değil. sikerler yaaa sanatsal falan bakamam bok gibi film!
bütün sözlüklerde, izleyip çok etkilenmiş mantarlar türemesine sebep olan gayet boktan film. ikide bir bu filmi referans verip kıyasta yapıyorlar tilt oluyorum. hassiktirin lan. neyinden etkilendiniz bi söyleyin.
filmini izlemem üzerine kitabını fıldır fıldır aradığım pasolini filmi. kesinlikle her mideye göre değildir, öle "koy bi film izleyek be eheh" diyen geyik arkadaşlara izlettirildiğinde o şebek gibi gülen yüzler düşer, sonrasında büyük ihtimalle kusacak yer ararlar.
faşizmin asıl yüzünün gösterildiği film olarak geçer. geçen sene izlediğim ve etkisi altında kalmadığım filmdir ayrıca. filmde izlediğimiz sadece iğrenç seks fantezileridir.
festivallerin en çok seyirci kaçıran filmi olarak hatırı sayılır bir şöhrete sahip olan salo, pier paolo passolini nin 1975 de çektiği başyapıtı olarak ünlüdür. aynı zamanda şair ve komünist parti yandaşı bir aktivist olduğu bilinen passolini, evrensel ahlak yasasını ters yüz ettiği bu filmde her türlü aşırılık ve immoral davranışı kullanarak insan psikolojisinin sınırını saptamaya yelteniyor.
öncülleri ile birlikte, danimarkalı sinemacı lars von trier nin bir röportajında rastlamıştım; bir sinema filmi ayakkabınıza giren bir taş gibi olmalıdır. o taştan kurtuluncaya, onunla ilgili sorununuzu çözünceye kadar yakanızı bırakmamalı ve sizi rahatsız etmelidir.
passolini işte bu şekilde düşünen sinemacılardan. film kariyeri uzun olmasa da ve hatta o filmlerinde ustaca defolarını ortaya serdiği faşistler tarafından kendi filmleri denli zalimce öldürülse de, filmlerindeki çiğ sanat anlayışı kesinlikle bir tarz sahibi olduğunu kanıtlıyor.
aslen marquis de sade ile kısmen boccacio nun ünlü decameron undan beslenen filmde, sodom ve gomora mitinde anlatılan türlü cinsel sapkınlık, hayvani dürtüler ve cinayetin kol gezdiği bir horror shock stili anlatım var. tabi bu tabir bizi yanıltmamalı. zira passolini bu sahnelerin çekiminde reel görünümler harici bir estetik kaygısı güdüyor gibi görünmüyor. tamamen rahatsız etmeye dayalı bir şekilde, izleyiciyi rahatsız edip hangi noktada duracağımızı sorguluyor
çılgınlıklar çemberi, bok çemberi ve kan çemberi olmak üzere üçe ayrılan film çok fazla alt metin ve göndermelere yer vermeyip, genel temasını tüm filme yayarak güçleniyor. her sahne ile kendi ana argümanını destekleyerek aynı fikri defalarca zihinlere kazıyor. tabi yeni gerçekçi ve daha elitize-estetize sanat anlatımlarına sahip italyan yönetmenlere alışkın gözler için passolini nin kustuğu nefret tamamen şok edici. bu konuyu vurgulamak için bu kadar ileri gitmek gerekli miydi diye soruyorum aslında; ama 35 yıldır bu filmin tartışılmasını sağladığına göre passolini doğru yoldaymış sanırım
işık ve kamera kullanımı açısından her hangi bir başarı ya da sorun içermeyen film, passolini nin özyaşam öyküsünden de çıkarabileceğimiz gibi nazi-faşist işgali sırasındaki italya da tamamen insani duygularını terk etmiş mavi kan ların zorbalıkla aldıkları iktidar döneminde geçiyor. iktidar ile terbiye olmayan bu burjuva güruhu, 9 erkek ve 9 kadın köleyi adeta at seçer gibi dişlerine ya da bedensel bir kusurları olmamasına dikkat ederek seçip bir malikaneye kapatıyor ve olaylar başlıyor. her türlü işkence, anal seks, eşcinsel ve toplu ilişkiler, idrar içme ve dışkı yeme sahneleri ile filmin sonunu getirmek cidden güçleşiyor. her ne kadar aslı olup olmadığı hiçbir zaman kanıtlanmasa da akşam yemeğindeki toplu dışkı yeme sahnesinde gerçek dışkı kullanıldığı iddiaları insanı daha da irrite edip filmi kapatmamak için kendini zor tutmaya itiyor.
bunuel in de tüm kariyeri boyunca aşağılayıp eleştirdiği burjuva sınıfı, salo da faşizmle yıkanıp daha da tehlikeli bir köpek haline geliyor. filmin sonlarına doğru ne yapsalar da artık tatmin olmayacaklarını anladığımız bu sapkın sodom çocukları, ellerindekilere işkence yaparak, ırzına geçip öldürerek son günahlarını işlerken; yapılan testleri geçip de onların koruyucu köpekleri olmaya hak kazananların da onlara benzemesi, dışarıda barbarca işkenceler sürerken dans etmeleri, faşizm ve türlü immoral tutumun viral enfeksiyon gibi toplumu sarıp normlaşması ile kolektif çöküşün katastrofik tablosunu çiziyor. patetik, dehşetli, ama etkileyici
insanların köpek gibi yemeye zorlandığı sahneler ve evlendirilen çiftin ırzına geçme sahneleri yine aynı çiğlikte işlenmiş. madame ın anlattığı, pedofiliden türlü sapkınlığa varan hikayeler ile kendinden geçen soylularımız her türlü kanuni ve dini engelden ırak tuttukları bu zevk yerinde en sonunda kendi zevk ve sapkınlıklarının kölelere de sirayet ettiğini görünce ise işler değişiyor. otorite olarak hem onlara işkence yaparak cezalandırmanın zevkini yaşarken hem de hiçbir sınırın olmadığını düşündükleri bu yerde kendi sınırlarının başkalarından gelmesinin aptallığını yaşıyorlar. başka bir deyişle otoritenin zorla elinde tuttuğu yabani köpek ehlileşmeye başladıkça onu dövmek zevkinden mahrum kalan iktidar daha da deliriyor! peki sınır nerede?
bu işkenceler sırasında kimi yerlerde ikona ve meryem heykellerinin olması gibi belirgin detayların yanında, son cezalandırma öncesi dışkı ile doldurulmuş küvetin içinden gelen tanrım bizi neden yüzüstü bırakıyorsun? nidası tabi çarmıhta oğlun babaya yakarışını imleyip zorbalık karşısında maneviyata sığınma halinin temsili gibi. ki sınavı geçen mavi kurdeleliler ise belirgin bir boyalı kuş varyasyonu yaratıp stockholm sendromu benzeri katillerine benzemeye başlıyorlar. iki ucun arasındaki uçurum ve bu uçurumun arasında dans eden aristokrat beyler! çarpıcı anlatım, hakkını vermek gerekir
---olası spoiler ibaresi bitti---
marquis de sade ın yıllarca tutuklu kalıp en son kanı ve dışkısı ile duvarlara yazmaya mecbur kaldığı, 1930 tarihli ve en sevdiğim birkaç filmden biri olan lage dor da bunuel in anlatıp yıllarca sürgünde yaşamasına ve aforozuna sebep olan, tam 45 sene sonra biraz daha ileri giderek işleyen passolini nin kafasının üzerinden faşist partizanların araba ile geçerek kafatasını parçalamasına varan bu uçarı fikir, tarihinde de aynı filmdeki gibi üç çember içeriyor. bakalım bundan sonra bu çemberi kırmayı kim deneyecek
tam anlamıyla bir başyapıt olduğunu düşünmesem de, salo o le 120 giornate di sodoma, midesine güvenen herkesin izlemesi gereken, sağlam immoral temelli bir totaliter modernite eleştirisi.
atlayarak izlememe rağmen, etkisi üzerimden uzunca süre silinmeyecek... nerden denk geldi ve açtım bilmiyorum ama faşizmin mide bulandırıcılığını, baş kaldırmamanın bir süre sonra bağımlılığa yol açtığını farklı şekillerde gösterilmesini tercih ederdim. elbette yazar'ın ve yönetmen'in kendi tasarrufudur! da hangi tasarrufta bulunup ben izlemeyi seçtim onu bilmiyorum.
görüp görülebilecek en sadistce filmlerden biri. sadizm'in babası marquis de sade'ın müthiş filmi.
başları her sado-mazo insana zevk verecek şekilde başlıyor. bazı kısımlardan zevk aldığı için insan utansa da güzel sahneleri de var. bir grup insan seçilip zenginlerin seks kölesi oluyor.
ortalara doğru film mide bulandırmaktan başka bir şey yapmıyor. bok yemek nedir abi? tamam bahsedersin yedirirsin birkaç dakika sürer ama bu kadar uzun sürmesi bu kadar iğrenç olması. insan merak ediyor gerçekten izleyebilen var mıdır diye.
sonlarındaki işkence sahneleriyse hüzünle ve sanatla karışık insanda farklı duygular uyandırıyor. tekrar izlenilebiliyor hiç değilse.
her psikolojik korku seven insanın izlemesi gereken bir filmdir.
zaman kaybı filmdir. hassas midelere özellikle tavsiye edilmez. birde dikkatimi çeken, internet ortamındaki versiyonların hemen hepsi sansürlü, o haliyle bile film hoş değil.
uyarlandığı kitapda dikkate alınacak olursa, uygunlanmak istenen fikir fena değil. insanlara güç, yetki, makam vs. verildiğinde olası şeyler anlatılmak, bu yolla faşizm eleştirisi yapılmak isteniyor. güzel düşünce, güzel mesaj. ama bunu verebilmek için, bu kadar iğrençliğe lüzum var mıydı diye sormuyor değil insan.
merak ediyorsanız izleyin. buralarda yazılan bi izledim boku yedim gibi laflarda çok tırstırmasın sizi, en azından bende çok aman aman bir etkisi olmadı. ama dediğim gibi, zaman kaybı...
film sade'ın kitabından uyarlama olsa da yönetmenin asıl amacı dönemin faşist italyasını eleştirmektir. ve bu kitap vahşice bir eleştiri için bulunmaz bir kaynaktır. mussolini italyası'nda gücü elinde bulunduran iktidar sahiplerinin diktatörlüklerini oldukça açık bir şekilde anlatan film sınırları zorlamaktadır. herkesin kaldıramayacağı sahneler kasıtlı olarak mide bulandırmak için çekilmiştir. çünkü bu faşizmi anlatmanın başka bir yolu yoktur.
fakat film yine de umut dolu bir sahneyle biter.
bu filmi iğrençlikle suçlamak çok acımasızca olur. filmin sinema ve siyaset tarihinde önemli bir yeri var. bu filmi sapık bir adam değil, her yönüyle sanatçı olan bir adam çekti. ve bu filmi kasıtlı olarak bu derece vahşi yapmasının sebebi ülkesinde ve dünya genelinde yayılan ve yükselen faşizme bir cevap vermekti. verdi de. öyle ki bu cevap onun hayatına mal oldu. ama pasolini öyle büyük bir sanatçıydı ki, sanatı uğruna ölümü göze alabilmişti. işte onu farklı kılan budur. kendisi fellini'nin öğrencisi olmasından mütevellit, her yapıtında özgürlüğe ayrı bir yer ayırmıştır. ayrıca bernardo bertolucci'yi yetiştirerek dünya sinemasına armağan etmiş öğrettikleriyle de sinemayı değerli kılmıştır.
evet bu filmi seyretmek zor, yemek yemeniz zorlaşabilir, cinsel aktiviteleriniz sekteye uğrayabilir. hatta kusabilirsiniz de. ama emin olun her gün haberlerde anlatılan vahşet ve sapıklığa varan olaylardan daha iğrenç değil. çünkü gerçek değil. bu filmi bu bilinçle izlerseniz faşizme karşı, baskıya karşı boyun eğmemenin önemini, özgürlüğün değerini evrensel anlamda kavrayabilirsiniz. e bunun için de ödeyeceğiniz bedel beş dakikalık bir mide bulantısı olacak, ki bu da özgürlüğün tadını almak için küçük bir bedel sayılır.
Genel ahlak kurallarından uzak üst düzey dört sefirin, genç kız ve erkekleri bir şatoya kapatıp tanınmış dört fahişe ile beraber tasarladıkları garip fantazilerini bu gençler üzerinde denenmesini konu alan bir film.
O kadar sıra dışı bir film ki, bu garip fantazilerini gerçekleştire bilmek için sefirler bir birlerinin kızlarıyla evlenip, kızlarını ulu orta çırılçıplak dolaştırıp hizmetçi gibi kullanıyorlar.