her gün gazetedeki köşesinden ne kadar liberal ya da "çağdaş" olduğunu bastıra bastıra, altını çizerek gösterebilmek için marjinal meselelere parmak basıp, servis ettiği jargon salatasıyla türkiye 'deki 3. sınıf entelijansiyada yer bulmak amacındaki aciz ve ucuz zavallıların "görmezden geldiği" adam. zavallıların bir kısmı kendi çıkarları uğruna manevi nasları bir kısmı da üç beş zibidiyi dillerine pelesenk edip artizlik yapıyorlar. allah bu necip milleti solculardan, liberallerden ve ses var gõrüntü hiç yok sağcılardan korusun.
solcu veya sağcı farketmez her vatan haini gibi "demokratik" yaklaşımı haketmeyen hain teröristtir. demokrasi, insan hakları gibi kavramlar bu vatanın kahraman evlatları sınır boylarında Türk milleti için şehadete ererken yobaz, komunist, amerikancı, liberal, sosyalist, kapitalist vs vs köpekler için geçmemelidir. Demokrasi doğrudan doğruya türk milleti için vardır, insan hak hukuk doğrudan doğruya Türk Milletinin hakkını korumak için vardır. Bu açıdan fikir, ifade, adam öldürme vs vs ne olursa olsun Türk Milletine ve Türk rejimine doğrudan doğruya düşmanlık besleyen herkes ya ölümü ya da zindanlarda çürümeyi haketmektedir. Ha bugün salih mirzabeyoğlu gibi vatansızların içeride olup bülent arınç, ahmet Türk ve ahmet altan, çengiz çandar gibi vatansızların dışarıda olması salih mirzabeyoğlu'nun da dışarıda olması gerektiği anlamına gelmez. Demek ki yeterince Türk milletini korumak için milletin asıl sahiplerinin gerekenleri yapamadığı manasına gelir.
Gün gelecektir ki Mustafa Kemal'in istiklal mahkemelerinde türk düşmanı köpekleri yobaz, komunist demeden cezalandırdığı gibi, karadeniz'in dibine gömdüğü gibi yeniden Bu milleti pisliklerden koruma günü gelecektir.
cezaevinden yazdığı ölüm odası - b7 adlı yazıları vardır.
"kartalda da yoktu, boluda da olmadı; benim imân ve ahlâkıma sarsıntı, hani duranın, orada kafanı duvarlara vura vura allaha söveceksin! şeklinde bir şuura alternatif tesirleri olmamıştır. orada da söyledim, burada da: ben sağlamim, tam da göründüğüm gibi "
ölüm odasi b - yedi (53. bölüm) - salih mirzabeyoğlu
bağıra bağıra toprak isteyen köpeklerin mecliste, bölücübaşının hapiste krallar gibi yaşadığı ülkede, hiç bir suçu olmadığı halde f tipi cezaevinde telegram işkencesine maruz kalan deha. tanıdığım en entelektüel insan. neymiş şeriat yanlısıymış.
'erkam', 'madde nedir' gibi muhteşem eserleri olan mütefekkir.
bu iki eser ile fizik, matematik ve felsefenin ne kadar somut bir biçimde birbirleriyle örtüştüğünü göstererek dumur olmamı sağlamıştır. bu kadar büyük bir birikimin yanında neredeyse necip fazıl üstadın ki kadar etkili bir anlatıma sahip olması onun tehlikeli (!) bir insan olması için yeter güzel ülkemde.
malum fotoğraftaki işkence izlerini savunmasında şöyle anlatmıştır;
"yaralıların çıkarılması ve teslim olunması hususunda operasyonu yürüten albay, "hiç kimseye kötü muamele yapılmayacak, devlet sözü!" diyor. devlet sözüyse fena!..
"biz, söz namustur uhdesine bağlı insanlarız, sizin sözünüze güvenmek isteriz!" diyoruz, kabul görüyor; ve en son benim çıkmam şartıyla arkadaşları tek tek alıyorlar. sıra bana gelince durum değişiyor: benimle beraber çıkacağını söyleyen albay, "tamam!" diyor ve benimle ilgisinin kesildiği o ânda yüzleri dövüş maskesi gibi bir şeyle örtülü grub, koluma giriyor. askerin oluşturduğu koridor içinde kim vurduya gelmek gibi bir durumda olduğumu anlıyorum. fakat enteresan; bu kasklı asker koridoru içinde birkaç kişi dışında tekme ve yumruk vuran olmadı. koluma giren grubtan biri -burası önemli- bana, "sen de asker çocuğuymuşsun; boyuna askere saldırıyorsun, bu düşmanlık nerden?" dedi. aslında onun söylediği, istihbarat raporlarından adlî mekanizmalara ve kamuoyuna kadar istediğini istediği gibi sunan ve tersine şeylerin karşısında cılız kaldığı basının, "ibda-c boyuna askere saldırıyor!" şeklindeki haberi idi. "ben adalet sistemini protesto ediyorum, üzerime askeri yolluyorlar!"dedim. neticede, beni tepeleyecekleri bir yer telâşesinde, orası mı burası mı derken, metris cezaevi'nin dış bahçeye açılan mevkiine kadar geldik. beni odadaki bir sandalyeye oturttular, ardından kollarım kelepçelendi ve hemen akabinde de dışarı çıkartılarak sözkonusu grubun içine salındım. üzerime üşüşenlerin tekme ve yumruk darbeleriyle yere düştükten sonra, kafama ve vücuduma yediğim sayısız darbeden sonra kendimden geçtim. aradan şu kadar gün geçmesine rağmen beni günde birkaç kez baygınlık hâline sokan o darbelerin tesirine rağmen, o gün nasıl sağ kaldım hâlâ anlayabilmiş değilim. neticede; hadisenin vukubulduğu yere koyulmuş bir masa üzerinde ayıltılırken, patlayan sol kaşıma dikiş atıldı ve masadan indirildim. ne hâle getirilmiş olduğumu göstermek için sadece şu sahne yeter:
bütün vücuduma müthiş bir hissizlik ve uyuşukluk hâkim şekilde, kartal cezaevi'ne getirildim. sol bacağımın üzerine basamıyorum. bu hâldeyken, başlarında 4 sırmalı olduğunu sandığım bir astsubay ve bir başka astsubayla birlikte askerler, beni tepelemek için bir odaya aldılar; ve sesimin çıkmaması için ağzımı kapama çabaları sırasında, kaşımın üzerindeki gazlı bez veya pamuk da söküldü. dışarı çıkarılınca doktor faslı: pişkin olmadığı tedirgin tavırlarından belli ve besbelli ki "tembihli" bir adam, bana, "sırtında bir darbe falan yok değil mi?" dedikten sonra, muayene bitmiş olarak önündeki kağıdı dolduruyor...
acelesini bildiğim doktor'a, "yüzümde ve kafamda birşey yok değil mi?" deyince, sanki kendisine farkında olmadığı birşey söylemişim gibi, "yok!" cevabını verdi; ve oradan, koluma giren gardiyanlarla cezaevi'nin "müşahede" bölümüne götürülürken, bir gardiyanın arkadan sağ böğrümü bulan tekmesi... hemen söylemeliyim ki, bütün bunları, acıklı bir tasvirle merhamet devşirmek için değil, koruma ve kolluk görevinden cezaevi'ne kadar bir bütünlük teşkil eden adalet sisteminin hâlini göstermek için yazıyorum: (1) ölü (5) yaralıyla neticelenen malûm operasyonun ardından "devlet'in itibarı kurtuldu!" diyebilen adalet bakanı, evvelâ kendilerinin koydukları kanunlara saygılı olsalar ve bunun uygulanışını takipte bulunsalardı, devlet'in kendi adına asıl itibarının "adalet" olduğunu da göstermiş olurlardı...
neticede: 26 ocak 2000 tarihinde, sol dizimden topuğuma kadar öbürünün iki katı olmuş fil bacağı gibi bir bacak ve kafam gözüm yaralı hâlde, -tahkir edici davranışlardan filân vazgeçtim-, karşınızdayım...
28 şubat'ın ana hedefidir. neden mi çünkü düşünüyor, çünkü yazıyor... balbay'lar şık'lar gibi kuru gürültüden öteye gitmeyen çürümüş sistemlerin gölgesini değil, gerçeği sadece insan olarak sorgulamanın, ben kimim ve ne için varım diye sormanın ne anlama geldiğini, aynadan yansıyanı kabullenmeyi, teslim olmayı ve aklın sınırlı acziyetinin ruha ve şuura açılan kapılarını yazıyor. misal iman ve tefekkür kitabından alıntılayalım;
" senin itirazın nerede ve nasıl bir yerdedir? dilde değildir, ağızda değildir, göğüste değildir; bu cümleyi eş, parça parça ve zerre zerre et bak, bu itiraz ve düşünceyi bunlarda tamamıyla bulur musun? o halde --kendi düşüncenin yerini bilemedin: düşünceyi yaratanın yerini nasıl bilirsin?-- sana o kadar, binlerce düşünce ve haller arz oluyor ve bu senin elinde, kudretin ve hükmün altında değildir. --eğer bunun çıktığı yerin neresi olduğunu bilseydin o'na ilave ederdin iade ederdin. bütün bu şeylerin sende bir geçidi var ve sen nereden geliyor, nereye gidiyor, ne yapacaktın; bunlardan habersizsin.-- kendi durumunu bilmekten aciz olduğun halde yaradanını nasıl bilirsin?"
a haber'de davası ve yargı süreciyle ele alınmış ve anlatılmış kimse:
ayrıca bugün bolu f tip cezaevi önünde, hakkında verilen hukuk dışı idam kararının 11. yıldönümünde, kararı protesto etmek üzere sevenleri bir yürüyüş düzenlemiş:
bizde hala "hoşlanılan kız" muhabbeti... ondan sonra niye ekşi şöyle niye böyle... adamlar gerçek meseleleri konuşuyor kardeşim, ergen muhabbeti değil!
"28 Şubatın tam hız tartışıldığı şu günlerde, bu sürecin birinci derecede mağdurlarından Mirzabeyoğlunun adının çok az geçmesi, birçoklarının amacının geçmişle hesaplaşmak değil düşmanlarıyla/rakipleriyle olan hesaplarını görmek olduğunu kanıtlıyor. Şöyle ki 28 Şubatın en sert yaşandığı bir dönemde 1999 yılına birkaç gün kala tutuklanan Mirzabeyoğlu örgüt liderliği suçlamasıyla müebbet hapse mahkum edildi."
derin devletin adamı olmayan ve kimseye eyvallahı olmayan, her zaman hakkın yanında bulunan büyük mütefekkirdir.
Derin devletin adamı olduğunu iddia edenler ise onun bir tane bile kitabını okumamış, okumaya tenezzül bile etmeden yorum yapma ahmaklığına düşen ve şahsı hakkında hiçbir fikre sahip olmayanlardır.
bu "insan"* ağır işkenceden geçip adliyeye getirildiğinde perişan halde fotoğraflanmış ve medya olayı "Metris'in üç aslanı yolunmuş tavuk", "işte bu kadar", "Kafasını jandarmanın copuna çarptı" gibi başlıklarla vermiştir. elimdeyse dönemin yılmaz özdil ve fatih çekirge patronajındaki star gazetesi tarafından atılan "Tıraş olurken yüzünü kesti" başlıklı komik(!) manşetin fotoğrafı var: https://galeri.uludagsozluk.com/r/299644/+
fotoğraftaki pek seçilmeyen yazıları buraya aktarıyorum:
1. Jandarma koğuşa dalınca uyandı, alnını ranzaya çarptı.
2. Sendeleyerek kalktı, ayağı kayınca burun üstü düştü.
3. Kalkayım dedi, uyku sersemiydi. Dipçiğe gözünü vurdu.
4. Kendini topladı. Kapıdaki askılığı görmedi, kulağını taktı.
5. Jandarma hasretle sıkı sıkı sarılınca boynuna kan oturdu.
6. Koğuştan çıkıyordu, kapıyı açık zannetti. kaşını yardı.
7. sağ gözünü dipçiğe vurmuştu sol gözü de copa değiverdi.
8. diyet yaptığı için az yiyordu... halsizlikten göz altları morardı.
9. "hoşgeldin" dediği jandarmanın eli, elmacık kemiğine çarptı.
10. mahkeme öncesi tıraş oldu jilet keskindi, yüzünü doğradı.
günümüzdeki medyaya yandaş diyenler, birkaç sene önceki bu medya yüzünüzü güldürdü değil mi? içeride bir yıl yatıp çıkanları kahraman ilan edenler, mirzabeyoğlu gibileri için "oh olsun!" demeye devam edeceksiniz değil mi?
ses çıkaracağı haksızlığı "seçenler", diğer haksızlıkları desteklemiş olmazlar mı?
ve devlet büyükleri artık yeter! bu zulme dur deyin, ortak olmayın! mazlumun yanındaysan al sana mazlum!