japonların kiraz çiceğinin açma dönemine verdikleri ad. japonlar, alacakları radikal bir kararı bu zamana denk getirirlermiş. inanış o ki kiraz çiceğinin açtığı dönem yeni bir hayatın başlangıcıymış.
Mezuniyet törenime gelirken; trafik kazasında hayata veda eden annem, babam ve kardeşimin ardından başladı bu buhranlar. Aslında doğduğumdan beri biraz farklıydım diğer çocuklardan ama hep içten içe kaynayan mağma gibiydi bu aykırı olma hali. Ta ki o elim kazanın haberini aldığım güne kadar. işte o gün benim uyuyan devim; kabardı, kabardı ve büyük bir patlamayla püskürttü tüm lavlarını... aslında hiçbir zaman ne anneme, ne babama ne de kardeşime çok yakın olmamıştım. Kendimi bildim bileli, ailemde hatta tüm çevremde, derinden sevdiğim, hayranlık duyduğum tek insan büyükbabamdı. Ama ailemi sonsuza kadar kaybettiğimi öğrendiğim o gün; kalbimde hiç farkında olmadığım bir sevginin varlığını hissettim. Bana sevgi ve şefkatle bakan büyükbabam; büyük bir metanetle, belki de hayatının en zor görevini yerine getiriyordu. Tek oğlunun; kızı kadar çok sevdiği gelininin ve dünyalar güzeli torununun ölüm haberini bana verirken; ağlamamak için kendini tutuyor; titreyen sesiyle bana güçlü olmamı söylerken zor ayakta duruyordu. O andan sonrası benim için koyu bir karanlık. Gözlerimi açtığım akıl hastanesinde, aylar sonra yine yanıbaşımda aynı metanet ve kaybetmenin korkusuyla harmanlanmış o eşsiz yüz ifadesiyle oturan büyükbabam vardı...
''iyileşme yolunda büyük bir yol kat etmiştim ve artık gerçek hayata dönebilirdim.'' Böyle diyordu, benimle özel ilgilenen psikiyatristim. Ama benim için yol, gerçek ve hayat kavramları artık hiçbir şey ifade etmiyordu ki. O gün sormuştum büyükbabama; ''hayatı anlamlı kılan şey ne?'' diye. Ah büyükbabam; seni ne kadar üzdüğümü şimdi anlıyorum; ailenden geride kalan tek canlı varlık beni, hayata döndürme çabanı şimdi fark edebiliyorum. O zamanlar kafam ilaçlardan hayli dumanlıydı. ama sanki algımda, hayata bakışımda bambaşka bir kapı açılmıştı.
Ne demiştin bana:'' hayatı anlamlı kılan şey; yaşayabilmektir sadece, yani adı üstünde h a y a t ı yaşayabilmektir. önce kendini tanımaya çalışman gerekir, yaşanılan her şey ile kendine kattıklarını heybene koyup kendini bulma yolculuğuna çıkman gerekir, bu yoldaki her şey sana kendini ve hayatı anlatır, tüm bu süreçlerden sonra neyin anlamlı olduğunun farkına varırsın. yolculuk bazen uzun, bazen kısa, bazen yalnız bazen yoldaşlar ile olur. ulaşılan hedef kadar süreç de değerlidir, kişiden kişiye kullanılan araçlar değişse de varılan yer; en temel, en saf şey olduğundan birdir; ama çok katmanlı bir saflık olduğundan değişkendir de... ''
ah sen ne adamsın büyükbaba! işte bu konuşmadan sonra başladı benim yolculuğum.
Tokyo üniversitesi güzel sanatlar fakültesi mezunu, deli ressam bendeniz ; hayatı anlamlı kılan şeyin resmini yapmak için; akıl hastanesi ikametgahından ayrılıp; motosikletiyle yollara düştü... ama yolculuk; japon babasının memleketinden başlasa da batıya doğru; annesinin izmir'ine doğru ıraksadı...
işte burası da kasabanın ortasında pembe panjurlu masalsı bir evi görüp şaşkına döndüğü urla.
Hayat ne garip; annemin bahsettiği pembe panjurlu ev gerçekmiş hem de ünlü türk yazar necati cumalı'nın eviymiş. Şu an motorsikletimi önüne park ettiğim; egenin maviyle sevişen yeşilini seyre dalmış bu tarihi taş ev de; urlalı ünlü şair yorgo seferis'in evi. Bilmezdim urla'nın böyle güzel olduğunu, yolum beni buralara getirmeden önce...
Bugün ne yaşamak istiyorum?
baharı yaşamak istiyorum, yeni bir şeylerin doğuşunu, eski bazı şeylerin uzaklaşmasını ve özlediğim bir şeyi bulmayı istiyorum...
bakalım dünyanın bu köşesinde hayat bana ne getirecek?
-merhaba! Ben despina kiraz; sanırım buraların yabancısısınız. Size otelimizi ya da urla iskele'yi gezdirmemi ister misiniz?
-merhaba! Ben de albatros sakura. Evet, tam anlamıyla bir yabancıyım. Rehberim olmanız beni çok mutlu eder. Burası ünlü şair yorgo seferis'in evi değil mi?
-despina: evet; aynı zamanda da butik bir otel. Ben burada yaşıyorum, yunanistan'dan ve diğer ülkelerden buraya konaklamaya gelen turistlere hem yorgo seferis'in hem necati cumalı'nın- o da urla'da yaşamış ünlü bir yazardır- edebi eserleri hakkında bilgi veriyorum hem de urla iskelesi'nin güzelliklerinin tadına varmalarına yardımcı oluyorum. Bu arada soyadlarımız birbirine pek yabancı değil.
-albatros: evet ben de fark ettim; demek japonca biliyorsunuz?
-despina: biliyorum denemez ama biraz bilgi sahibiyim sadece.
-albatros: o zaman sakura zensen'i de biliyorsunuzdur?
-despina: evet; bilmekten öte ben onu hep parmağımda taşıyorum.
-albatros: nasıl; kiraz çiçeği festivalini mi parmağınızda taşıyorsunuz?
-despina: evet. Bu yakut yüzük bana japon büyükannemin hatırası. ilkokula kadar her baharda babam beni japonya'ya büyükannemin yanına, kiraz çiçeği festivalini kutlamaya götürürdü. Beş yıl önce kaybettik büyükannemi. onun bana yadigarı bu yakut yüzüğe baktıkça; çocukluğumun kiraz çiçeklerini, neşesini, baharını en derinimde hissediyorum.
-albatros: ne güzel. Sizin en derininizde duyumsadığınız şeyi ben yıllardır arıyorum... belki de sizin yüzüğünüzün ışıltısı, bana da özlediğim baharı getirir; kim bilir?
-despina: tabii. Neden olmasın. Japonya'da değiliz ama urla'da da çok güzel bir kiraz ağacı var ve henüz çiçek açmadı. Eğer bir kaç hafta daha burada kalırsanız, size söz; yakut yüzüğüm ve ben; size sakura zensen'i yaşatacağız...
bu sohbetin ardından; albatros, despina'nın izinde urla'yı keşfe çıkar... önce iskelede mart güneşinin altında katmer yiyip, şirince'nin kiraz şarabından içerler. Sonra büyük iskender tarafından m.ö 225'de karaya bağlanmış, antik yol; üstüne yapılmış asfalt yoldan emsalsiz güzellikteki karantina adası'na giderler. Karantina Adası, Klazomenai Antik Kenti'nin toprakları üzerinde kuruludur, her tarafı çam ve palmiye ağaçlarıyla kaplı; hiç dalga olmayan Antik Plajı ile adeta cennetten bir parça gibidir. Albatros bu eşsiz manzara karşısında öyle büyülenir ki; motosikletindeki malzemelerini alıp, çok sevdiği abidin dino'ya öykünüp, mutluluğun olamasa da tarihin ve doğanın damıttığı cennettin resmini yapmak ister. Bir süreliğine gözden kaybolan despina, neşe ile yanına gelir ve onu bir mucizenin yanına götürür.
Önce gözlerine inanamaz albatros; sihirli karantina adası'nın onu efsunladığını sanar. Ama o tarifi imkansız, eşsiz kiraz çiçeği kokusu bunun düş değil gerçek olduğunu müjdeler. Evet, despina'nın bahsettiği o güzel kiraz ağacı burada, karantina adası'ndadır ve mart ayında çiçek açmıştır. Bulutsuz masmavi gökyüzünden kiraz ağacına düşen güneş ışınları; çiçeğe durmuş dallardan despina'nın altın saçlarına; ışıltılı gözlerine, neşeli gamzelerine en sonunda da büyükannesinin yadigarı, yakut yüzüğüne tılsımla dokunur; önce albatros sakura'nın yüreğinde sonra da Klazomenai antik kenti'nde sakura zensen'i, özlenen baharı ışıltıyla doğurur...
albatros'un bu sabahki dileği gerçekleşmiştir; şimdi albatros sakura için; baharı yaşamanın zamanı gelmiştir. yeni bir şeyler doğmuş, eski bazı şeyler uzaklaşmış, özlediği bir şeyi sonunda bulmuştur... yılların umutsuzluk tortusunu üstünden atmış albatros sakura için şimdi çiçeğe durmuş baharın, sakura zensen'in resmini yapmanın hatta tüm hücreleriyle, en saf haliyle baharı hissetmenin tam zamanıdır...
tepesinde kızgın öğle güneşi; ağzında çöl susuzluğuyla uyanır albatros. Çevresine bakınır ama despina'yı göremez. Karantina adası da taa karşı kıyıdadır. Yanında emektar motosikletinden başka bir şey yoktur. Burası despina ile karşılaştığı seferis'in evi'nin önüdür. Üstüne başına çeki düzen verir; resepsiyonundan aynı zamanda butik otel de olduğunu anladığı taş evden içeri girer. Etrafta genç bir görevliden başka kimse yoktur. Alay edilmeyi göze alarak, yirmili yaşlardaki gence, başından geçenleri anlatır. Urla'nın yerlisi olduğunu öğrendiği genç adam; bu otelde haftasonları çalışan, geleceğin arkeoloğu, bir üniversite öğrencisidir. Albatros'un anlattıklarını heyecanla dinler, buraların yabancısı bir turistin antik kent ve hiç görmediği karantina adası hakkındaki doğru bilgilerine şaşırır. Ama yakut yüzüklü despina hakkında onun da anlatacakları vardır:
karantina adası insana huzur ve sağlık veren doğası nedeniyle; bir dönem zatülcenp hastaları için de sanatoryum olarak kullanılmış. Doğu illerinden zengin bir beyin kızı olan; despina ruhsat adında güzeller güzeli bir misafiri de olmuş. Despina 15 yaşında, sevmediği, kendinden yaşlı bir beyle evlendirilmek istenince üzüntüsünden yataklara düşmüş. Kızına çok düşkün babası, hekimlerin tavsiyesiyle kızını karantina adasındaki sanatoryuma yatırmış. kendisi de urla'dan bir köşk tutmuş, her hafta ziyaretine gelirmiş. Eşini kaybettikten sonra onu hayata bağlayan tek şey, biricik kızı despina'nın iyileşmesi için elinden gelen her şeyi yapmış. Ama gönlünü günlüğünden başka hiçkimseye açmayan despina'nın hastalığının nedeni bulunamadığından, derdine ne doktorlar, ne karantina adası ne de babasının çabaları şifa olamamış. Mart ayının son günü, çok sevdiği kiraz ağacının çiçek açtığı gün, despina ruhsat son nefesini vermiş. Doktorlar cansız bedenini kiraz ağacının altında bulmuş, annesinden yadigar olan yakut yüzüğü de tüm aramalara rağmen bulunamamış.
japonya'dan yıllar önce çıktığı yolculuk sonucu urla'da baharı bulan albatros sakura; her şeyin hoş bir düş olduğunu düşünerek, hayalkırıklığını bastırmak için despina şerefine güzel bir şarap açmaya karar verir. Şirince şarapları satan iskele bakkalına girip, para için ceplerini karıştırır. Sol gömlek cebinde eline bir şey takılır. Cebinden çıkardığı şeye hem bakkal hem de albatros sakura şaşkınlıkla bakar. bu; gün doğumu kızıllığında parlayan, kiraz çiçekleri gibi ışıltılı, yakut bir yüzüktür...
japon kiraz çiçeği izleme zamanıdır. sadece bu kadar değildir anlamı, japon kirazı sakura nın ifade ettiği bütün anlamlarla bağdaşır: güzel şeylerin ömrünün kısalığı, doğru zamanlı başlangıçlar, savaşta düşüp ölen savaşçılar gibi...
japonlar hayatlarındaki önemli başlangıçları, evlenecekleri, yeni bir işe başlayacakları ve tatile çıkacakları günleri sakura zensen'e göre ayarlarlar.