sakallı celal deniz bakanı olan bir paşanın oğlu olarak dünyaya gelir. yaşıtları oyuncaklarla oynarken o kendi kendine harfleri öğrenerek ev halkını şaşkına çevirir. ilkokul çağında konaktaki odasından çıkmaz, durmadan deniz lisesine giden ağabeylerinin kitaplarını okur.
babasının henüz yaşın küçük demesine direnerek fransızca dersleri aldırmalarını sağlar. kısa zamanda mükemmel derecede fransızca öğrenir. dönemin en iyi eğitim veren okulu olan galatasaray lisesi’ne, 1896 yılında kayda gittiğinde hazırlık okumasına gerek kalmadığını, fransızcayı çok iyi bildiğini söyler ve bunu kanıtlar...
galatasaray lisesi’nde iken derslerinde olağanüstü başarılar elde eder ve aynı okuldaki ağabeyi nihal’ı geçmeye çalışır. bu sırada subay olan ağabeyi cemal’in padişahın despot yönetimine başkaldırdığı için beyazıt meydanı’nda asılacağını duyar. korkuyla meydana koşar, asılanlar arasında ağabeyi yoktur fakat ömür boyu sürgüne gönderilir...
bu, sakallı celal için ilk travmadır. ikincisi ise; aynı okuldaki ağabeyi nihal’ın ölümüdür. atletik bir vücuda sahip nihal barfikste çalışırken başının üzerine düşer ve hayatını kaybeder. celal’in dünyası başına yıkılır.
en büyük ağabey kemal ise deniz subayı ve gemi mühendisi bir mucittir. “havanın oksijenini yakan bir makine’’icat etmiş ama bununla ilgili çizimler yanlışlıkla bir manavın eline geçip “kesekâğıdına’’ dönüşünce uygulama olanağı bulamamıştır.
1907’de mezun oluncaya kadar galatasaray’da geçirdiği 11 yıl, celal’in özgür, bağımsız, aydınlanmacı kişiliğinde çok etkili olur. mezuniyetine az bir süre kala aşığı olduğu okulu ile birlikte bütün kitapları ve anıları yanar. bu onun için ağabeyinin ölümü gibi ağır bir darbedir. uzun süre kendine gelemez.
okulunu bitirir. muhteşem bir fransızcası ve elinde her kapıyı açan galatasaray lisesi diploması vardır.
basit memurluklar gözüne küçük gelir. tevfik fikret galatasaray lisesine müdür olunca bu dahi adamı elinden kaçırmaz ve okulda öğretmenlik yapmasını sağlar. celal, nazım hikmet gibi birçok gence ders verir.
bir süre sonra devlet fransızcası kuvvetli 35 genci sınavla fransa ve isviçre’ye yükseköğrenim için gönderir. kazananlardan biri de celal’dir. sorbonne’da siyaset bilimi okumaya fransa’ya gönderilir. kendisi makine mühendisliği okumak ister fakat bunu hocasına söyleyemez.
sonra ailesine mektup yazarak devlet büyüklerinden makine mühendisliğine geçmesini sağlamalarını, kabul etmezlerse kendi paraları ile okutmalarını rica eder ama ailenin maddi imkânı gayet yeterli olmasına karşın bunu reddederler. “devlet neyi uygun görmüşse onu tahsil et’’ cevabını alır. bir daha asla kesmemek üzere o gün sakalını uzatmaya başlar. fransa’nın en büyük yazar, şair ve düşünürleriyle fikir alışverişinde bulunur. hür beyni daha da aydınlanır. “devletin parasını yediğimiz yeter’’ deyip diploma almadan ülkesine döner.
üsküp’e fransızca öğretmeni olarak gönderilir. burada öğrenciler ve halk kendine hayran kalır. kendi parasıyla okulun önüne futbol sahası yaptırır. fransa’dan toplar getirtir. öğrencilere don ve fanila diktirir. futbol’u öğretir. fakat bölgedeki yobazlar onu şikâyet ederek okuldan attırır. sebebi; futbol günahmış. çünkü yezit’ler hz. hüseyin’in başını keserek yerde top gibi oynamışlar, futbol onu temsil ediyormuş.
istanbul’a döner.
trablusgarp’ta mustafa kemal ve askerlerinin zor durumda olduğunu öğrenir. bir tekneye mühimmat doldurup yola çıkar. fakat yolda ingiliz devriye teknesi yollarını kesince arkadaşları “silahımız var vuruşalım’’ derler ama o karşı çıkar; “ silahları değil aklımızı kullanacağız’’. muhteşem dili ve siyasi bilgisi ile ingiliz komutanına bu silahları fransızlara direnen tunuslu mücahitlere götürdüklerine inandırır ve mustafa kemal’e ulaştırır...
silâhaltına alınmak ister ama “ülkeye öğretmen lazım’’ denilerek kastamonu lisesi’ne fransızca öğretmeni olarak gönderilir. fakirlik, hastalık ve cehaletin olduğu bir dönemdir. şehirde frengi vardır, bununla mücadele eder. öğrencilere fransızcanın yanı sıra tarih ve hayat bilgisi dersleri verir. yobaz zihniyet onu bir kez daha hedef alır. “dini bütün yerde başı açık geziyor, çocuklara fransız devrimini anlatıyor, ayaktopu oynatıyor günahtır” diye istanbul eğitim bakanlığı’na şikayet ederler. görevden alınır.
izmit lisesi’ne gönderilir. burada büyük şair yusuf ziya ortaç ile tanışır. sakallı celal öldükten sonra şair onun arkasından; “celal beyin cenazesine gitmedim. insan kendi tabutunun arkasından yürüyebilir mi?” diyerek dostluklarının büyüklüğünü gösterecektir.
sakallı celal buradan ankara lisesi’ne müdür yardımcısı olarak atanır. burada da öğrencilerine sürekli aydınlanmayı, akıllarını kullanmayı ve hurafelerden uzak durmaları gerektiğini öğütler.
“çocuklar evlerinde ve camide din öğrenebilir ama fransızca öğrenemez’’ diyerek din dersi saatini azaltarak fransızca derslerini arttırır.
okulun lağımı taşar, kimse ilgilenmeyince kendisi açar. koskoca müdür yardımcısı bu işi yapar mı diye ona işten el çektirirler. sakallı celal tepki olarak diğer gün bir boyacı sandığı bulur ve okulun önünde öğrencilerinin ayakkabısını boyar.
mevzuatı delerek türkiye’de ilk kez istanbul’dan bir bayan öğretmen getirtir ve atamasını yaptırır. çok büyük tepki alır.
bakanlıktan bir yazı gelir. yazıda “yükseköğrenime öğrenci ihtiyacı olduğu için son ve bir önceki sınıfların durumlarına bakılmaksızın mezun edilmesi gerektiği’’ yazmaktadır.
hiç beklemeden burası “boyacı küpü’’ değil diyerek bir daha öğretmenliğe dönmemek üzere istifa eder.
aydın’a incir fabrikasına işçi olarak gider. fabrika yönetimine ve üreticilere incir ve üzüm tarımının geliştirilmesini, taşınmasını, kurutulmasını ve paketlenmesini modern tekniklerle öğretir. fransızca bilen, muhteşem silah kullanan ve fabrikanın karmaşık makinelerini tamir edebilen bu adam gözde biri haline gelir ve “ustabaşılığa’’ getirilir.
işçilere okuma yazma ve fransızca öğretir. fabrika sahibine modern teknikleri, çiftçiye ise kooperatifleşmeyi öğretir.
hasta bir işçi ve fakir bir köylüye maaşını verdiği için komünist diye şikayet edilir. polis evini basar, evde komünizme ait belgeleri bulamayınca yerini sorarlar.
sakallı celal ise kafasının içini göstererek “işte burada’’ diye cevap verir.
sağ işaret parmağı makineye sıkışır ve ucu kopar. soranlara “o zaten komünist parmağımdı bir şey olmaz’’ cevabını verir.
hakkındaki iftiralara dayanamaz evindeki bütün eşyaları işçilere dağıtıp bir çuval kitapla ankara’ya döner. oradan da istanbul’a…
istanbul’da onu tanıyan dönemin en büyük şair, yazar, avukat ve kalburüstü aileleri evlerine sohbetini dinlemek için davet ederler. çünkü muhteşem bilgisi ve konuşma yeteneği vardır.
çöpçülerin aldığı maaşı düşük bulur. bunu protesto etmek için vali konağının önünü süpürmeye başlar. o sırada oradan geçen rasih nuri ileri ile hocası profesör kerim erim geçmektedir. o günü ileri şöyle anlatır; “hocam, profesör kerim erim bir anda fırlayıp yerleri süpüren sakallı bir çöpçünün elini öpmeye başladı.’’
sakallı celal maddi sıkıntı çekse de hayatı boyunca kimseden para yardımı kabul etmez. elinde büyüyen mehmet isvan çok zengin bir iş adamı olur hocasına hesap açar fakat öldükten sonra tek bir kuruşuna dokunmadığını görünce baygınlık geçirir.
hayatı boyunca hiç sigara ve alkol kullanmaz. maddiyata asla önem vermez.
6 haziran 1962 yılında hayata gözlerini yummadan önce yazdığı vasiyetinde:
“mustafa kemal’i seviyorum. ona olan tahmin edilmeyen güçlü özlemimle ölüyorum. onu öpmek, koklamak isterdim ...”
"tanzimat ilan ettik değişen bir şey olmadı; iki defa meşrutiyet ilan ettik, o da pek işe yaramadı; en son cumhuriyet ilan ettik yine aynı tas, aynı hamam! acaba şimdi de biraz ciddiyet mi ilan etsek?" ...böyle harika bir cümlenin sahibi şahıs.
akşam gazetesinin akşam köşesinde aynı 9 haziran günlü aileden gazeteci gencecik kalem, esin talu da diyordu ki :
...
yirmi beş yaşındaki bir gencin cenazesinde " elli yaşındaki biri iki defa yirmi beş yaş hayatını mı yaşamıştır sanıyorsunuz ? insan hayatı dilimlere bölünemez bir bütündür " demişti.
cumhuriyet dönemi filozoflarından. istanbul' da galatasaray lisesinde, anadolu' da ise izmir ve zonguldak' ta öğretmenlik yapmıştır. yazılı bir eser bırakmaması büyük bir talihsizlik olsa da sahibini bilmediğimiz bir sürü söz ona aittir.
paraha hiç tamah etmemiştir. hayırseverdir. gerek öğretmenlikten gerekse fabrikada çalıştığı yıllarda aldığı maaşlarını paylaşan, fakirlere yardım eden kişidir.
"Türkiye doğuya yol alan bir büyük gemidir. Geminin içinde batıya koşanlar var ve biz bunu batılılaşmak sanıyoruz."
"Meşrutiyeti ilan ettik olmadı. Cumhuriyet'i getirdik gene olmadı. Bir de 'Ciddiyet'i denesek..."
"Bu kadar cehalet ancak tahsille mümkündür."
"Memlekete hizmet etmek istiyorsan bunu kimseye duyurmadan yapacaksın. Yoksa engellerler."
"türkiye daima doğuya giden bir gemidir, bazıları bu geminin güvertesinde batıya doğru koşarak batıya gittiklerini sanırlar" , "bu kadar cehalet ancak tahsille mümkün olur" gibi hoş sözlerin sahibidir sakallı celal.. asıl adı celal yalınız dır..
galatasaray lisesi mezunudur. mükemmel fransızca bilir, konuşur.. trablusgarp'ta savaşmaya gittiğinde yakalanıp italyanlarca yargılanırken öyle bir savunma yapmıştır ki hem beraat etmiş hem de hakime "senin yerinde olsam ben de aynısı yapardım" derdirtmiştir.
adnan menderes'in istese odunu bile vekil seçtirebileceği gibi sözlere; "gitsin de boş bir küpe osursun aksutiği güzel olur" diye cevap verir celal.
atatürk aşığıdır kendisi. çok da samimi bir vatanseverdir..
kimseden de kuruş almaz. dönem arkadaşları türkiye'nin en itibarlı kişileriyken o kendi halinde takılır. ama arkadaşlıklarını hiç unutmaz. galatasaray lisesinin her törenine göbeğine kadar sakalı ve eski püskü elbiseleriyle katılmıştır hep.
rivayet odur ki kendisyle dalga geçmeye kalkan orhan veli'ye sağlam bir ayar vermiş, kapak yapmıştır.
suyu hiç sevmezmiş kendisi ve bilimsel bir kanıt olmasa da dahi yaratılışlı insanların ortak bir özelliğiymiş bu..
evinde farelerle bile arkadaşlık yapıp besleyebilecek sevecenlikte bir adamdır ve o evinde yokluk içinde ölmüştür. ölesiye kadar da kimseye yakınmamıştır..