kuşları boğdular, çimenleri söktüler, yollar çamur içinde kaldı. dünya değişiyor dostlarım. günün birinde gök yüzünde, güz mevsiminde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz. günün birinde yol kenarlarında, toprak anamızın koyu yeşil saclarını da göremeyeceksiniz. bizim için değil ama, çocuklar, sizin için kötü olacak. biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük. sizin için kötü olacak. benden hikâyesi
hayatını genellikle kaybederek geçirmiş bi adam sait faik. aradığını hiç bi zaman bulamamış bi adam. - hatta belki de ne istediğini de tam olarak bilememiş- içinde olduğu ve yaptığı şeyin okulu bile beklentilerini karşılamamış mesela. çünkü onun yapmak istediği, kalıplara sığmayan bi'şey. ademoğlu ad koyma merakı içerisinde. ve her şey belli bi sırayla tasnif ediliyor. belki de yaşadığı dönemde, ya da okulda sait faik'in öyküleri o günün edebiyatına göre çok ters öykülerdi. böyle bi adam sürekli arayış içindedir, bağlanacak bi'şeyler arar. en nihayetinde kendini adaya ait hisseder ve öykülerinde bu hissiyatı okuyucusuna da hissettirir.söylendiği gibi gerçekten sait faikle burgaz ada özdeşleşmiştir. yazmayacağını anlatırken bile ne kadar güzel yazmış. bence her insanın "küçük bir insan zerresi hâlinde" yataktan fırlayıp her canlıyı sebepsiz şekilde kucaklamak istediği zamanlar olmuştur. sait faik insanı anlatır aslında, yalnız insan portresini, kaybetmiş insanı çok güzel anlatır. tüm eserlerini okumadım ben de, hatta okuduğum öykülerini de iyi anımsamıyorum şu an. bursa erkek lisesi öğrencisiyim ben ve okulu sevdiren sebeplerden biri sait faik. hatta en büyüğü. yalnızca okulu değil, öyküyü de sevdirdi. yazarın sürreal dünyası, okuyucuya verdiği değerin bi göstergesi bana göre. ben böyle yorumluyorum. edebi eserin bilimselden farkı bu neticede, herkes kendine göre anlamlar çıkarabilmelidir.
kökü kendisinde olan çağdaş türk hikayeciliğin avangart yazarıdır. kendisi aynı zamanda şairdir.
--spoiler--
Durdum. Bir ağaca yaslandım. Ağaç rüzgardan sallanıyor. Ayın on beşi değil ama, yine kocaman bir ay, caddenin kocaman ampülünden kararmış madeni bir ışıkla bakıyor. içimi deliyor sokak köpeğinin güzel gözleri, mahzunluğu, açlığı...Ah, bir simit olsaydı cebimde! Otursaydım şu ıslak çimenlerin üstüne, köpeğin yanına, "ulan" deseydim, "koca herif, şu dünyada bir sen, bir de ben varız, bir de na, şu kısa adımlarla yürüyen herif, bir de ay, bir na, şu geçen otomobil. N'apalım şimdi? Aya bakıp şiir yazamayız. Otomobili durdurtup binemeyiz. Şu herife yetişemeyiz. Yapacağımız bir şey var. Oturup seninle şu simidi paylaşalım."
Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da hırstan başka neydi ? Burada namuslu insanlar arasında sakin ölümü bekleyecektim. Hırs hiddet neme gerekti.. Yapamadım. koştum tütüncüye, kağıt kalem aldım oturdum. Ada'nın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım
türk hikayeciliğinin en üst noktası. hikayeleri hakkında çok konuşmayıp okumak lazım. son üç cümleye çok dikkat. büyüyen eller'den;
"Çok hasta olduğum zaman, ateşim kırka yaklaştığı zaman ellerim büyür. Dev gibi ellerim olur. Çoğunca çocukluğumda olurdu.
-- Ellerim büyüyor, derdim.
Büyükanam, yahut anam ellerimi soğumuş elleri içine alırlardı. "Yok bir şey, yavrum yok bir şey! Bak benim elimde ellerin" derlerdi. Sakinlerdim bir iki dakika. Yine büyürdü ellerim.
Ellerim büyürdü ellerim. Ellerim ne kadar büyürdü aman yarabbi? Sokağa çıktığım zaman soğuktan ellerim küçülüverdi. Caddelerde idim. Binlere karşı birdim. On binlere karşı birdim."
fakat şöyle de bir gerçek vardır ki; 6. sınıfa giderken tanışmıştım ben bu yazarın eserleriyle. ve orada arkadaşımla bu adamın soyismi hep komiğimize giderdi. dalga geçerdik. çok özür dileyerek söylemek istiyorum ki, geçtiğimiz dalga şu şekildi;
"sait faik abasıyanık, babası da eşşek anası kayık..." kendimden utanıyorum sözlük! bu yaptığımız espriden dolayı kendimden utanıyorum.
Nazım hikmet o'nun hakkında, 1947'de Bursa Cezaevi'nden Va-Nu'lara yazdığı
mektuplardan birinde şöyle der: "Sait Faik'in
hikayelerinden bazıları hoşuma gitti. O hala atmosfer vermekle meşgul, insanları tam canlanırken, yaşamaya
başlarken ölüveriyorlar. Mamafih usta bir sanatkar."
her gün bir başka uykuya yatıp bir başka rüya göreceğiz. halbuki zaman, ağır ağır bizimle beraber akan nehir, bir göle varıyordu. bu gölde artık biz akmıyor, dalgalanıyorduk. yahut bana öyle geliyordu.
''Sarhoştum. Hava, elektrikler, şehir beni sarhoş ediyordu. insanlar beni bir mıknatıs hızıyla kendilerine çekiyorlardı. Dünyayı ve şehri riyasız kucaklamak istiyordum."
çok iyi bir yazar, çok iyi bir hikayeci olmasından önce çok güzel bir insandır.
--spoiler-- yani usta hikayesini bildiğimden beri ne zaman çok özlediğim, kırıldığım birini hatırlasam yani usta onun arkasından hatırıma bakıyor. sait faik in hikayesinde yani usta ya duyduğu sonsuz hoşgörüsünü, duyarlığını, affedişini, hiç kızmayışını hatırlıyorum, ama yine de aynı demirden avuç yüreğimi sıkıyor.
--spoiler--
hiç tanışmadığım arkadaşım gibi hissettiğim yazar. bir yazar aynı anda nasıl hem bu kadar etkileyici, yalın, içten, umursamaz, savruk olabilir ki diye düşündürür.
ne zaman sait faik okusam, kitaptan başımı kaldırıp baktığımda elindeki rakısını ' şerefe ' der gibi bana doğru gülümseyerek uzatıp, içecekmiş gibi gelir.
bu adam resimle şiiri, şiirle öyküyü harmanlamış, kitaplarında pasajlar halinde sunmuştur. kalıpları zorlayan ve kendine has tavrıyla kalemini kullanmıştır. türk edebiyatında öykü dalının babasıdır.
genç öykücülerin en çok imrendiği adamdır. bir balıkçının yanına yanaşır, muhabbet eder. aylar sonra kalemini eline aldığında, bu adamın öyküsünü yazar. şehirle bu kadar romantik bir ilişki kurabilen çok fazla yazar yok.