said nursi nin defalarca zehirlenmesi

entry14 galeri0
    1.
  1. büyük üstad bediüzzaman said nursi'nin şerefsiz kişilerce zehirlenmesidir.

    Üstadın Emirdağ'da zehirlenmesi
    Bir siyasî memurun iğfali ve "imhası için yukarıdan emir aldık" demesine aldanan bir bekçibaşı, Üstadın penceresine geceleyin merdivenle çıkarak yemeğine zehir atmış; ertesi gün Üstad zehirlenerek kıvranmaya başlamıştır. Zehirin tesiri çok azîm olduğu halde, kendisi: "Cevşenü'l-Kebir gibi evrad-ı kudsiyelerin feyziyle ölümden muhafaza olunuyorum. Fakat hastalık, ıztırap çok şiddetlidir" derdi. Bir hafta kadar aç, susuz denecek bir halde perişan bir vaziyette inlemiş, sonra biiznillâh şifa bulup, tekrar tashihat gibi Risale-i Nur vazifeleriyle iştigale başlamıştı. Bu şiddetli hastalık zamanlarında asla namazlarını terk etmedi. Yalnız ikinci ve üçüncü zehirlenmek zamanında tahammülü gayr-i kabil bir hastalıkta iki-üç gün farzını yatağında ancak kılabildi.

    Ölüm tehlikesi geçirdiği günlerde, bir gece sabaha kadar yanında nöbet bekleyip gözyaşları içinde Üstada dikkat eden iki talebesi diyor: "Sabaha yakın, gözleri kapalı olduğu halde doğruldu, ellerini dergâh-ı ilâhiyeye açıp yavaş bir sesle, birkaç kelime ile Risale-i Nur hizmetinin inkişafına ve talebelerinin selâmetine dua etti. Sonra bayılmış vaziyette yatağa düştü."

    Hizmetini, sırayla iki üç genç talebesi ifa ederdi. Bir müddet onlar da men edilmişse de, çalışkan talebeleri, hizmetinden asla vazgeçmeyerek yüksek bir fedakârlık gösterdiler.

    Emirdağının resmî büyük bir memuru, bilâhare Nurun kahraman bir talebesi olan arkadaşına, "Gizlice Said Nursî'nin imhası için, gizli bir plân ve emir var" demiştir. işte, Üstada yapılan bütün muameleler, böyle bir plânın neticesi olarak cereyan etmiştir. Bir iki defaya münhasır değil, uzun seneler müddetince daimî olduğu için, yapılan zulüm, tarassut ve mânevî baskı çok elîm ve acı idi.

    Üstad, ilk iki sene Çarşı Camiine gider, cemaate iştirak ederdi. Ekser günler ikindi namazını camide kılar ve yatsıya kadar orada kalır, sonra evine gelirdi. iki sene böyle devam etti. Sonra kaymakam, "insanlarla görüşüyor" diye camiden men etti. Emirdağında ikameti zamanında başta Isparta olarak çok yerlerde Nur Risaleleri el yazısıyla çoğaltılıyordu. Risaleleri okuyup müstefid olanlardan Üstadı görmeye gelenler pek çoktu. Fakat ziyarete gelenlerden az bir kısmı görüşebilmeye muvaffak olurdu. Daha ziyade Risale-i Nur'a kemal-i sadakatle ve ihlâsla hizmet etmeye kabiliyetli olanlar ve sırf lillâh için muhabbet ve uhuvvet taşıyanlar görüşebilir, Üstadın dersini, sohbetini dinleyebilirdi. Üstad, muhtelif istidatta olan her ziyaretçinin derece-i fehim ve idrakine göre konuşur, nazarları Risale-i Nur'a ve hizmet-i imaniyeye çevirir, Risale-i Nur hakikatleriyle imana hizmetin bu millete maddeten ve mânen en büyük menfaatleri temin edeceğini dâvâ ve izah ederdi. Gelen ziyaretçiler, muhtelif halk tabakalarından, gençlerden, ehl-i ilimden idi. Denizli beraatinden sonra memurlar arasında büyük intibah olmuş, Nur'a talebe olanlar çoğalmıştı.
    9 ...
  2. 2.
  3. iman kur'an hakikatlerinin intişarı sırasında, hükümetin sekülerleşme politikasına aykırı olduğu bahanesiyle önce kitapları toplatılmış sonra talebeleri ve kendisi hapislere atılmış daha sonra kendisini zehirleyip öldürmek istemişlerdir.

    hapislere atılmış = eskişehir, ısparta-barla, ankara,kastamonu... bu şehirlerde hapislere atılmış. yani abartma yok, hapise atılmış demiş olsaydım durumu karşılamayacaktı.
    4 ...
  4. 3.
  5. Bediüzzaman, 11 ay hapse mahkum edildiği Eskişehir hapishanesinde, birçok kişinin iman etmesine Kuran ahlakını benimsemesine vesile olmuştur.

    Bediüzzaman Said Nursi, tüm hayatını; sahip olduğu maddi manevi herşeyi Allah'ın rızasını kazanmak için adamış, bu uğurda her türlü fedakarlığı büyük bir şevk içerisinde göze almıştır. Hayatını pek çok insan için dayanılması çok güç şartlar altında geçirmiş, ömrünün sonuna kadar, yaptığı çalışmalardan rahatsız olan çevreler tarafından eziyet görmüştür. Defalarca mahkemelere çıkarılmış, hayatının büyük bölümünü gözetim altında geçirmiştir. Ömrünün yaklaşık 30 yılını hapis ve sürgünde geçiren Bediüzzaman, bu zor şartlar altında 6000 sayfalık Risale-i Nur Külliyatını tamamlayabilmek için elinden gelen tüm çabayı göstermiş ve muvaffak olmuştur.

    Bir asra yakın ömrünü baskı, zulüm, tehdit altında sürgünlerde ve hapislerde geçirmiş, ancak bu güç şartlara rağmen inancından, azminden ve kararlılığından asla ödün vermemiştir. Cesareti, yaşadığı her türlü zorluğa rağmen tevekküllü ve sabırlı hali, aklı, feraseti, basireti, şefkati ve merhameti, vicdanı, ihlası, samimiyeti ile tüm Müslümanlar için önemli bir örnek olmuştur. "Evet kardeşlerim! Bu zamanda öyle dehşetli cereyanlar (ürkütücü, korkutucu akımlar) ve hayatı ve cihanı (dünyayı) sarsacak hadiseler içinde hadsiz bir metanet (sınırsız bir güç, dayanıklılık) ve i'tidal-i dem (soğukkanlılık, yüksek bir itidal) ve nihayetsiz (sonsuz) bir fedakarlık taşımak gerektir."(79) sözleriyle ifade ettiği gibi, Bediüzzaman Said Nursi Kuran ahlakının tebliğinde kayıtsız şartsız bir fedakarlık gösterilmesi gerektiğini görmüş, bu sorumluluğu kendisi üstlendiği gibi talebelerine de bu kararlılıkla hareket etmelerini öğütlemiştir.

    Bediüzzaman gibi, talebeleri de ondan aldıkları eğitim ile bu üstün ahlakı benimsemiş ve büyük bir ihlas, sadakat ve fedakarlık içerisinde Kuran ve Risale-i Nurların tebliğini sürdürmüşlerdir. Said Nursi ve Nur talebeleri gösterdikleri fedakarane çabalarıyla tüm Müslümanlara örnek olmuş; birlik beraberlik içerisinde, ihlasla ve fedakarlık ruhuyla hareket edildiğinde Allah'ın izniyle en zor şartlar altında bile başarıya ulaşılabileceğini göstermişlerdir.
    5 ...
  6. 4.
  7. 5.
  8. http://www.islamiforum.in...fedakarlik-ornekleri.html

    Burdur, Isparta ve Barla sürgünleri

    1925 yılında Burdur'da zorunlu ikamete tabi tutulan Bediüzzaman burada yerleştiği evde ve Kasaboğlu Camii'nde çevresindeki insanlara iman hakikatleri anlatmaya ve Kuran ahlakını anlatmaya başlamıştır. Ancak, yapılan derslerden ve halkın etrafına toplanmasından rahatsız olan dönemin hükümeti, Said Nursi'nin Isparta'ya gönderilmesini emretmiştir. 1926'da Isparta'ya nakledilen Bediüzzaman, burada da imani sohbetlerine devam etmiş ve etrafındaki insanlar giderek çoğalmaya başlamıştır. Bu durum karşısında hükümet bu defa da Bediüzzaman'ı, Isparta'nın daha ücra bir köyüne naklederek insanlarla irtibatını kesmek istemiş, Eğirdir Gölü'ne yakın bir dere içine kurulmuş olan ve ulaşımın göl üzerinden kayıkla yapıldığı Barla'ya gönderilmesini sağlamıştır.

    insanlardan öylesi vardır ki, Allah'ın rızasını ara(yıp kazan)mak amacıyla nefsini satın alır. Allah, kullarına karşı şefkatli olandır. (Bakara Suresi, 207)

    Isparta'nın çok eski köylerinden biri olan Barla'nın nüfusunun çoğunluğunu yaşlılar oluşturuyordu. Gençler ekonomik nedenlerle büyük şehirlere göç etmişlerdi. Okuma-yazma seviyesi de hayli düşük olan Barla, hükümet tarafından tecride en uygun yer olarak seçilmişti. Said Nursi kendisi için artık bir süreklilik kazanan bu sürgünleri, sürgün olarak değil, vazife olarak görmüş ve her türlü imkansızlığa rağmen tebliğine devam etmiştir. Nitekim köylüler tarafından kendisine tahsis edilen buradaki köy odasında pek çok yeni eser yazmış ve yine pek çok kişinin imanına vesile olmuştur.

    Eskişehir hapishanesi

    Eskişehir hapishanesinde tam tecrit edilen Said Nursi, burada bir iki istisna hariç kimseyle görüştürülmemiştir. Ancak tüm bu sıkıntılı ve zor şartlara rağmen Risale-i Nurların telifi yine devam etmiş, Bediüzzaman, Yirmiyedinci, Yirmisekizinci, Yirmidokuzuncu ve Otuzuncu Lem'alar'ı burada yazmıştır.

    Eskişehir hapsi sırasında oldukça zor günler geçiren Bediüzzaman'a bu hapis sırasında uygulanan ağır muamelelerden bazı örnekler çeşitli kaynaklarda şöyle aktarılmıştır:

    "120 talebesiyle Eskişehir hapishanesinde bulunan Said Nursi tam bir tecrid içerisine alınarak, kendisine ve talebelerine çeşitli zulüm ve işkenceler yapılıyor. Talebelerinden Zübeyir Gündüzalp'in anlattığına göre 12 gün yemek verilmiyor."(90)

    "Zaten bize idam mahkumu gözüyle bakıyorlardı. Hiçbir ziyaretçi bırakmıyorlardı. 'Siz de idam olacaksınız bunlarla konuşursanız' diyorlardı. Geceleri pislikten, tahta kurularından, hamam böceklerinden uyumak kabil değildi."(91)

    Denizli hapishanesi dönemi

    Denizli hapsi de Eskişehir gibi yine tecrit altında başlamış, ancak çok zor şartlar altında geçen yeni hapishane dönemi ve yargılama safhalarında da Bediüzzaman, Risale-i Nur'un yazımına devam etmiştir. Ayrıca cezaevindeki Nur Talebeleri sayesinde Risale-i Nurla tanışan mahkumlar bambaşka birer insan olmuş, ibadetlerini yerine getirmeye başlamış; böylece hapishaneler birer tebliğ ve ilim meclisine dönüşmüştür.

    Kastamonu'daki sürgün dönemi

    Polis gözetimi altında mecburi ikamet için Kastamonu'ya gönderilen Bediüzzaman sürgünün ilk bir ayında polis karakolunun üst katında oturmak zorunda bırakılmış, daha sonra ise yine karakolun tam karşısında ve birkaç metre uzaklıkta bulunan bir eve yerleştirilmiştir. Evinin karakola bakan pencerelerini perdeyle kapatmasına dahi müsaade edilmeyen, tümüyle hukuk dışı ağır baskılar altında kalan Said Nursi, burada da Risale-i Nurların telifine ara vermemiştir.

    Kastamonu'da da Bediüzzaman'ın etrafını yeni talebeleri almaya başlamıştır. Ancak, kendisini ziyarete gelenler karakola çekilip sorgulanmış, görüşmeleri engellenmiş, zulüm ve eziyete tabi tutulmuşlardır. Bütün bunlara rağmen insanlar Risaleleri okumaya yazmaya devam etmiş, iman hakikatlerini başkalarına da anlatmayı sürdürmüşlerdir.

    Afyon Emirdağ'daki sürgün dönemi

    Kastamonu'dan sonra Emirdağ'a getirilen Bediüzzaman, bu sefer de hükümet binasının karşısında bir odaya yerleştirilmiştir. Camiye gitmesine bile izin verilmediği, devamlı takip ve gözleme tabi tutulduğu Emirdağ sürgünü, Bediüzzaman için Denizli hapishanesindeki ağır koşullardan bile çok daha zorlu bir dönem olmuştur. Ziyaretçilerle görüşmesi yasaklanan Bediüzzaman, Emirdağ'da üç kere de zehirlenme tehlikesi atlatmıştır. Hukuki yollardan Bediüzzaman'ı engelleyemediklerini gören muhalifleri, onu zehirleyerek ortadan kaldırmak istemişlerdir. Defalarca zehirlendiği halde Allah'ın yardımıyla mutlak ölümden her defasında kurtulan Bediüzzaman, tüm bu teşebbüsler nedeniyle büyük zorluklar yaşamıştır.

    Afyon hapishanesi

    1948'in başlarında Said Nursi ve on beş talebesi evlerinden ve işyerlerinden alınarak Afyon il merkezine götürülmüş, bir hafta kadar bekletilerek sorgulamaları yapılmış ve ardından da cezaevine sevk edilmişlerdir. Bir yandan mahkeme devam ederken bir yandan da Afyon cezaevinde tutuklu bulunan Bediüzzaman ve talebelerine yapılan baskılar giderek artmıştır. Bu dönemde artık hasta ve yetmiş yaşında olan Said Nursi, 60 kişilik büyük bir koğuşta tek başına bırakılmış, soğuk kış gecelerinde odanın kırık penceresi buz tutmasına rağmen başka bir yere nakledilmemiş ve tüm bunlara ek olarak birkaç defa da burada zehirlenmiştir. Cezaevi tabibi, salgın hastalıktan korumak için aşılama bahanesiyle damarına en kuvvetli zehirlerden şırınga etmiştir. Zehirin etkisiyle ateşler içinde ciddi rahatsızlıklar yaşayan Bediüzzaman, yalnız ve soğuk koğuşunda kimseyle görüştürülmemiş, hapishanedeki talebelerinin kendisini ziyaret etmesine bile müsaade edilmemiştir. Ancak, Nur Talebeleri burada da hapishaneyi medreseye dönüştürmeyi başarmış, mahkumlara Kur'an-ı Kerim ve Risale-i Nur dersleri vererek onlardan birçoğunun imanına vesile olmuşlardır. Bediüzzaman ise içerisinde bulunduğu bütün bu ağır ve zor şartlara rağmen yazmaya devam etmiş, Ondördüncü ve Onbeşinci Şuaları burada yazarak Risale-i Nurların telifini tamamlamıştır.

    Erkek olsun, kadın olsun inanmış olarak kim salih bir amelde bulunursa, onlar cennete girecek ve onlar, bir 'çekirdeğin sırtındaki tomurcuk kadar' bile haksızlığa uğramayacaklardır.
    (Nisa Suresi, 124)

    Said Nursi hapishane günlerini, bu dönemlerde kendisine kasıtlı olarak yapılan zulüm ve eziyetleri, haksız uygulamaları şöyle anlatmaktadır:

    Pek adi bahanelerle zemherinin en şiddetli soğuk günlerinde beni tevkif ederek (tutuklayarak) büyük ve gayet soğuk iki gün sobasız bir koğuşta tecrid-i mutak içinde (tamamen tek başına bırakarak) hapsettiler. Ben küçük odamda günde kaç defa soba yakar ve daima mangalımda ateş varken, zâfiyet ve hastalığımdan zor dayanabilirdim. Şimdi bu vaziyette hem soğuktan bir sıtma, hem dehşetli bir sıkıntı ve hiddet içinde çırpınırken inayet-i ilâhiye (Allah'ın yardımı) ile bir hakikat kalbimde inkişaf etti (oluştu). Mânen: 'Sen hapse, Medrese-i Yusufiye namı vermişsin (sen hapse Yusuf medresesi demişsin). Hem Denizli'de sıkıntımızdan bin derece ziyade, hem ferah, hem mânevî kâr, hem oradaki mahpusların Nurlardan istifadeleri, hem büyük dairelerde Nurların fütuhatı (başarıları, zaferleri) gibi neticeler, size şekva (şikayet) yerinde binler şükrettirdi. Hem bir saat hapsinizi ve sıkıntınızı on saat ibadet hükmüne getirdi; o fani saatleri bakileştirdi. inşâAllah bu üçüncü Medrese-i Yusufiyedeki musibetzedelerin (zulme uğrayanların) Nurlardan istifadeleri ve teselli bulmaları, senin bu soğuk ve ağır sıkıntını hararetlendirip sevinçlere çevirecek.(92)

    Güya büyük bir suç işlemişim diye benim pencerelerimi mıhladılar (çivilediler). Ve duman beni sıkıyordu, bir pencereyi bırakmadım ki mıhlansın. Şimdi onu da mıhladılar. Hem hapis usûlü tecrid onbeş gün kadar olduğu halde, beni üç buçuk ay tecrid-i mutlakta (tamamen tek başıma bırakarak) hiçbir arkadaşımla temas ettirmediler. Hem üç aydan beri benim aleyhimde kırk sahifelik bir iddianame yazılıp bana gösterildi. Yeni hurufu (harfleri) bilmediğimden, hem rahatsız ve hattım çok noksan (yazım çok eksik) olmasından çok rica ettim ki, "Bana biri iddianameyi okuyacak ve dilimi bilen talebelerimden benim itiraznamemi yazacak iki adama izin veriniz" dedim; izin vermediler. Dediler, "Avukat gelsin, okusun." Sonra onu da bırakmadılar. Yalnız bir kardeşe dediler ki: "Eski hurufa (harflere) çevir, ona ver." Halbuki o kırk sahifeyi yazmak altı-yedi günde ancak olur. Bir saatte bana okumak işini, altı-yedi güne kadar uzatmak, tâ benimle kimse temas etmesin fikri ise, pek dehşetli bir istibdad (baskı) ile benim bütün hukuk-u müdafaamı iskat etmektir (bütün hukuki savunmamı hükümsüz kılmaktır). Dünyada, yüz cinayeti bulunan ve asılacak bir adam dahi böyle muamele göremez.(93)

    Ancak Bediüzzaman yaşadığı bu zorlukları hiçbir zaman için sıkıntı olarak görmemiş, bu bakış açısını pek çok defa yazılarında da dile getirmiştir. Bunlardan bazıları şöyledir:

    "Madem biz kadere teslim olduk, bu sıkıntıları (hayru'l-umuri ahmezüha) (işlerin en hayırlısı en sağlamıdır) sırrıyla sevap kazanmak cihetiyle manevi bir nimet biliyoruz. Madem geçici dünyevi musibetlerin sonları ekseriyetle ferahlı ve hayırlı oluyor. Madem hakkalyakin derecesinde (imanın en yüksek derecesinde) yakini bir kanaatimiz var ki, biz öyle bir hakikata hayatımızı vakfetmişiz ki, güneşten daha parlak ve cennet gibi güzel ve saadet-i ebediye gibi şirindir. Elbette biz, bu sıkıntılı haller ile müftehirane (iftihar eden), müteşekkirane (teşekkür eden) bir mücahede-i maneviye (manevi mücadele) yapıyoruz, diye şekva (şikayet) etmemek lazımdır."(94)

    "Beni, nefsini kurtarmayı düşünen hodgâm (kendini beğenmiş) bir adam mı zannediyorlar? Ben, cemiyetin îmanını kurtarmak yolunda dünyamı da feda ettim, âhiretimi de. Seksen küsûr senelik bütün hayatımda dünya zevki namına bir şey bilmiyorum. Bütün ömrüm harb meydanlarında, esaret zindanlarında, yahut memleket hapishanelerinde, memleket mahkemelerinde geçti. Çekmediğim cefa, görmediğim eza kalmadı. Divan-ı harblerde, bir câni gibi muamele gördüm; bir serseri gibi memleket memleket sürgüne yollandım. Memleket zindanlarında aylarca ihtilâttan (diğer kişilerle görüşmekten, onlara karışmaktan) menedildim. Defalarca zehirlendim. Türlü türlü hakaretlere mâruz kaldım. Benim fıtratım, zillet ve hakarete tahammül etmez. izzet ve şehamet-i islâmiye (akıl, zeka ile birlikte olan islami yiğitlik) beni bu halde bulunmaktan şiddetle meneder. Böyle bir vaziyete düşünce, karşımda kim olursa olsun, isterse en zalim bir cebbar (zalim, gaddar), en hunhar (zalim) bir düşman kumandanı olsa tezellül etmem (kendimi alçaltmam, buna katlanmam). Zulmünü, hunharlığını onun suratına çarparım. Beni zindana atar, yahut idam sehpasına götürür. hiç ehemmiyeti yoktur. -Nitekim öyle oldu.- Bunların hepsini gördüm. Birkaç dakika daha o hunhar kumandanın kalbi, vicdanı zulümkârlığa dayanabilseydi Said bugün asılmış ve mâsumlar zümresine iltihak etmiş (katılmış) olacaktı. işte benim bütün hayatım böyle zahmet ve meşakkatle (zorlukla), felâket ve musibetle geçti. Cemiyetin îmanı, saadet ve selâmeti yolunda nefsimi, dünyamı feda ettim. Helâl olsun. Onlara beddua bile etmiyorum. Çünki, bu sayede Risale-i Nur, hiç olmazsa birkaç yüzbin, yahut birkaç milyon kişinin -adedini de bilmiyorum ya, öyle diyorlar. Afyon Savcısı beşyüz bin demişti. Belki daha ziyade- îmanını kurtarmağa vesile oldu. Ölmekle yalnız kendimi kurtaracaktım, fakat hayatta kalıp da zahmet ve meşakkatlere tahammül ile bu kadar îmanın kurtulmasına hizmet ettim. Allah'a bin kere hamdolsun."(95)

    Bediüzzaman'ın tüm bu zamanlar içerisinde yaşadığı zorlukları ve bunlar karşısındaki metanetli ve fedakar tavrını talebeleri şöyle dile getirmektedirler:

    "Kış mevsimi. Her taraf donmuş Afyon'un çevreyle irtibatı kesilmiş demiryolu kapanmıştı. 15-20 gün şehre yiyecek, yakacak gelmemiş, sular akmıyordu. Hz. Üstadın pencereleri kırık dökük, döşeme tahtaları aralıklı, ısınmak mümkün değil. O gün Hz. Üstadı önünde bir gaz tenekesi, içinde bir miktar mangal kömürü, bir çaydanlık, çift battaniye altında iki kat olmuş halde gördüm."(96)

    "Biz Üstad Hazretleri ile çoğu zaman görüşsek de, diğer talebeleri gibi çoğu hallerine muttali olmamız (bilmemiz) mümkün değildi. Şiddetli soğuklarda sobasız odada bulundurmak, öldürücü zehirler vermek gibi durumlara zaman zaman vakıf olurduk. Üstadı ızdırap içinde gördüm. Kim bilir, hangi eza ve cefanın hemen peşi sıra idiı Acip bir gün ve acip bir kış."(97)

    Küçük, büyük infak ettikleri her nafaka ve (Allah yolunda) aştıkları her vadi, mutlaka Allah'ın yaptıklarının daha güzeliyle onlara karşılığını vermesi için, (bunlar) onlar adına yazılmıştır.
    (Tevbe Suresi, 121)

    "Diğer taraftan da, yaşlı ve hasta Bediüzzaman'a her türlü merhametsizce muamele layık görülüyor, hava almak için pencere kenarına bile yaklaştırmıyorlardı. Hapishanenin suyu alt katta olduğu için çoğu zaman Üstadı susuz bırakıyorlardı. Bütün bu muamelelere karşı, Üstad sabırla mukabele ediyor, beddua dahi etmiyordu.(98)

    "Zaman zaman hapishaneye gider, Üstadı ziyarette bulunurdum. Bir sefer ki, ziyaretimde harareti 40 dereceye kadar çıkmıştı. Böylesi bir halde bile, yine telif (yazma), tashih işiyle meşguldu. Talebeleri yanında idi. Zaten kendileri de çok hastalık çekmişti."(99)

    "Muazzez Üstadımız hakikaten çok zahmet çekti, zahmette rahmeti görüyordu. Herşeyden mahrumdu. Abdeshanesi (Abdest alma yeri) elli metre mesafede, üstü açık, elektriği yoktu. Kış kıyamet, evde bazen odunu dahi bulunmazdı. Barla'da kışın herşeyden mahrumdu. Yanında yalnız bir yumurta bulunur, ekmeğini mahallelerde yaparlar, fakat buna rağmen Üstad gayet memnundu."(100)

    "Hocanın yemeğini ben veriyordum." "Bunun odasına kitap, kalem, kağıt ve ziyaretçi sokmayacaksın" dediler. "Olur" dedim. Kendisine götürdüğüm ekmekleri belki yetmiş parçaya bölüyor, birazını kendine alıyor, geri kalanını da "ibrahim kardeşim bunları talebelerime götür" diyordu. Bazen bu duruma çok hayret ediyordum."(101)

    Nur talebelerinin zorluklara fedakarlıkla karşı koymaları

    Bediüzzaman gibi, talebeleri de aynı amaç uğrunda pek çok sıkıntıyla karşılaşmış, ancak bu zorluklar karşısında daha da fedakarane bir çaba içerisine girerek Kuran ahlakının tebliğine devam etmişlerdir. Sözler adlı eserde anlatıldığı gibi Nur talebeleri, bu tebliğlerinin herhangi bir şekilde engellenmesi ihtimaline karşı Üstad'ın risalelerini ezberlemişlerdir. Bediüzzaman ile birlikte onlar da hapishanelere götürülmüş, orada da bulundukları süre içerisinde de yine ihlasla Risaleleri elleriyle yazarak çoğaltmaya ve dağıtmaya devam etmişlerdir:

    Eğer gizlice bir imkân bulurlarsa, onlar yine Risale-i Nur ile meşguldürler. Hattâ "Belki hapse atılırım, Nur Risalelerimi vermezler, çalışmaktan mahrum kalırım." diye bâzı Nurları ezberleyen talebeler de olmuştur. Muhlis bir Nur talebesi, hapishaneden çıkarıldığı vakit; gûya o kırbaçlı, falakalı, türlü türlü işkenceli hapishane, ona bir kuvvet, bir enerji kaynağı olmuş, sadâkat ve teyakkuzla (dikkat ve uyanıklıkla) Nur hizmetinde koşturmak için bir kırbaç tesiri yapmış gibi, Üstadına daha ziyâde yakınlaşır ve eskisinden daha fazla Nurlara çalışır, neşriyât yapar.(102)

    Yaşadıkları zorluklar bu kimselerin imanlarını, şevklerini, azim ve fedakarlıklarını daha da artırmıştır. Bu ihlaslı bakış açıları talebeleri tarafından şöyle tasvir edilmiştir:

    . Kahraman Emirdağ Nur talebeleri, Üstadımıza karşı çok sadıktılar. Üstadları için canlarını verirlerdi. O kadar baskı, tehdit, zulüm ve tasarrut (kötülük) onları hiç yıldırmadığı gibi bilakis daha çok kahramanlık yaparlardı. Öyle zaman oldu ki, üç kardeşin üçünü de oğulları ile beraber hapsettiler. Günlerce, aylarca dükkanları kapalı kaldı, iflas ettirinceye kadar çalıştılar, ama yine derslerin mahiyetini tam anlamaya vesile oldu. Değil malları ve servetleri, onlar, Üstad ve Risale-i Nur için canlarını veriyorlardı. Servetlerini kaybetmiş, iflas etmiş, bunları düşünmüyorlardı bile.(103)

    Risale-i Nur talebeleri de, Bediüzzaman'ın ahlakını benimsemiş, yaşadıkları sıkıntılara tevekkül ve güzel bir sabır ile karşılık vermişlerdir:

    Risale-i Nur'un tahkikî îman dersleriyle îman mertebelerinde terakki (ilerleme) ve teali (yücelme) edip kuvvetli îmanı elde eden Nur Talebeleri için öyle taarruzlar (saldırılar), bir cihetten bir imtihandır ve kömürle elması tefrik eden (ayıran) bir mihenktir (ölçü aletidir). Nur Talebeleri için Allah'a îman, Peygambere ittiba (tabiyet) ve Kur'an-ı Kerim'le amelden dolayı hapisler bir Medrese-i Yûsufiye'dir. Zulüm ve işkenceler, birer kamçı, birer perçindir. Kader-i ilâhi bize o hücumlarla işaret veriyor ki: "Haydi durma çalış!" Kur'an ve îman hizmeti uğrunda mahkemelerde konuşmak, Nur Talebelerince bir dostu ile sohbet etmektir. Karakollara götürülüp, getirilmek, çarşı pazara gidip gelmekten farksızdır. Beşerin zulmen mahkûm etmesi ise, hakikatte Hakk'ın beraat vereceğine bir delildir. Bütün öyle işkence ve zulümler, Nur Talebeleri için birer şeref madalyasıdır. Ne mutlu ki, otuz seneden beri Nur Talebeleri ağabeylerimiz bu nimetlere mazhar olmuşlar(104)

    Bediüzzaman bir sözünde talebelerinin bu ihlaslı ve fedakar ahlaklarını anlatmakta ve onlara, karşılarına çıkan her olaydan razı olmalarını şöyle hatırlatmaktadır:

    Ben maddî ve manevî herşeyimi feda ettim, her musibete katlandım, her işkenceye sabrettim. Bu sayede hakikat-ı imaniye her tarafa yayıldı. Bu sayede Nur mekteb-i irfanının (Risale-i Nur ilim Okulu'nun) yüzbinlerce, belki de milyonlarca talebeleri yetişti. Artık bu yolda, hizmet-i imaniyede (iman hizmetinde) onlar devam edeceklerdir ve benim maddî ve manevî herşeyden feragat mesleğimden ayrılmayacaklardır. Yalnız ve yalnız Allah rızası için çalışacaklardır. inşâAllah. Benimle beraber çok talebelerim de türlü türlü musibetlere, eza ve cefalara maruz kaldılar, ağır imtihanlar geçirdiler. Benim gibi onlar da bütün haksızlıklara ve haksız hareket edenlere karşı bütün haklarını helâl etmelerini isterim. Çünki onlar bilmeyerek, kader-i ilahî'nin (Allah'ın belirlediği kaderin) sırlarına, derin tecellilerine akıl erdiremeyerek bizim davamıza, hakikat-ı imaniyenin inkişafına (ortaya çıkmasına, yayılmasına) hizmet ettiler. Bizim vazifemiz onlar için yalnız hidayet temennisinden ibarettir.(105)
    2004-12-05
    3 ...
  9. 6.
  10. 7.
  11. ilk kez din ile zehirlenmiştir.
    9 ...
  12. 8.
  13. 9.
  14. 8 defa zehirlendiği söylenir. ayrıca zehir kalbinin altına toplanmış vefat etmesi de bu zehirin vucüda yayılması ile olmuş deniyor.
    1 ...
  15. 10.
  16. rasputin gibi...

    rasputun'e yapmadıklarını komamışlar, bilen bilir. nursi bey! ve rasputin allah yolunda cihad etmişler! allah korumuş her ikisini de zehir zemberekten. amin.
    3 ...
  17. 11.
  18. sonunda ısrarla ölmüyorsa bir problem var demektir.
    0 ...
  19. 12.
  20. buna rağmen ölmemesi akıllara acaba ermiş kişi midir? sorusunu getirir. *
    0 ...
  21. 12.
  22. Onu ilk kez tımarhaneye kapattıran Sultan 2. abdulhamit han'dır.
    'Yaşasın zalimler için cehennem' sözünü de bu nedenle 2. abdulhamit han'a söylemiştir.
    0 ...
  23. 13.
  24. vardır böyle bir iddia. 17 kez şırınga ile kanına zehir basıldığı söylenir.
    iddiaya göre zehir vücudunun bir bölgesinde toplanmıştır.
    mahkemede hakime gösterdiğinde, hakim "ne bileyim zehir olduğunu. ya su topladıysa" demiştir.
    said nursi "gel hakim bey benden çekip sana enjekte edelim" diye karşılık verdiğinde hakim kabul etmemiş, bir sokak köpeği getirilmiştir.
    köpeğe said nursi'nin vücudundan çekilen sıvı enjekte edilmiş ve köpek ölmüştür.

    edit: detay hatası. bir sokak köpeğine değil bir büyükbaş hayvana enjekte edilmiştir zehir.
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük