Bugüne kadar okuduğum tüm kitaplar arasında en mükemmeli olduğunu düşündüğüm safahat'ın içerisinde yer alan şiirleri kimi zaman bütün olarak kimi zaman sadece bir mısra olarak kimi zaman ise pasaj olarak fırsat buldukça paylaşacağım. yazıldığı dönemin koşullarını yansıtan şiirlerin, adeta günümüz dünyasının ve memleketimizin sorunları için yazılmış olduğunu göreceksiniz. her biri benim için çok değerli. umarım herkes istifade eder.
ilk paylaşım:
Mazlûmu nedir ezmede, ezdirmede mânâ?
Zâlimleri adlin, hani öldürmedi hâlâ!
Câni geziyor dipdiri… Can vermede mâsûm!
Suç başkasınındır da niçin başkası muhkûm?
...
Eyvâh! Beş on kâfirin îmanına kandık;
Bir uykuya daldık ki: cehennemde uyandık!
Mâdâm ki, ey adl-i ilâhi yakacaktın…
Yaksaydın a mel’unları… Tuttun bizi yaktın!
...
Dul kaldı kadınlar, babasız kaldı çocuklar,
Bir giryede bin ailenin mâtemi çağlar!
En kanlı şenâatle kovulmuş vatanından,
Milyonla hayâtın yüreğinden gidiyor kan!
islâm’ı elinden tutacak, kaldıracak yok…
Nâ-hak yere feryâd ediyor: âcize hak yok!
Yetmez mi musâb olduğumuz bunca devâhi?
Ağzım kurusun… Yok musun ey adl-i ilâhî!
Bana sor sevgili kâri ; sana ben söyleyeyim,
Ne hüviyyette şu karşında duran eş’ârım;
Bir yığın söz ki, samîmiyyeti ancak hüneri;
Ne tasannu’ bilirim, çünkü, ne san’atkârım.
Şi’r için “göz yaşı” derler; onu bilmem, yalnız,
Aczimin giryesidir bence bütün âsârım!
Ağlarım, ağlatamam; hissederim, söyleyemem;
Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bîzârım!
Oku, şâyed sana bir hisli yürek lâzımsa;
Oku, zîrâ onu yazdım iki söz yazdımsa.
Şu sessiz kubbenin altında insandan eser yokmuş!
Bu hissiz toprağın üstünde mazlumine yer yokmuş!
Adalet şöyle dursun, böyle bir şeyden haber yokmuş!
Bütün boşlukmuş insanlık; Ne istersen, meğer yokmuş!
Tek hakîkat var, evet, bellediğim dünyâdan,
Elli, altmış sene gezdimse de, şaşkın şaşkın:
Hepimiz kendimizin, bağn yanık âşıkıyız;
Sâde, i´lânı çekilmez bu acâib aşkın!
Çiğnenirsek biz bugün, çiğnenmek istihkakımız:
Çünkü izzet nerde, bir bak, nerdedir ahlâkımız.
Müslümanlık pâk sîretten ibaretken, yazık!
Öyle saplandık ki levsiyyâta: Hâlâ çıkmadık!
Zulme tapmak, adli tepmek, hakka hiç aldırmamak;
Kendi âsûdeyse, dünyâ yansa, baş kaldırmamak;
Ahdi nakzetmek, yalan sözden tehâşî etmemek;
Kuvvetin meddahı olmak, aczi hiç söyletmemek;
Mübtezel birçok merasim: inhinalar, yatmalar,
Şaklabanlıklar, riyalar, muttasıl aldatmalar;
Fırka, milliyyet, lisan nâmıyle dâim ayrılık;
En samimî kimseler beyninde en ciddî açık;
Enseden arslan kesilmek, cebheden yaltak kedi...
Müslümanlık bizden evvel böyle zillet görmedi!
Hâlimiz bir inhilâl etmiş vücûdun hâlidir;
Rûh-i izmihlalimiz ahlâkın izmihlalidir.
Sâde bir sözdür fakat hikmetlerin en mücmeli:
Bir halâs imkânı var: Ahlâkımız yükselmeli...
Ey millet, uyan! Cehline kurban gidiyorsun!
islam'ı da "batsın!" diye tutmuş yediyorsun!
Allah'tan utan! Bâri bırak dîni elinden..
Gir leş gibi topraklara kendin, gireceksen!
Lâkin, ne demek bizleri Allah ile iskât?
Allah'tan utanmak da olur, ilim ile.. Heyhât!
Senin etrâfını alsın ki yığınlarca sefil,
Kimi idmanlı edebsiz, kimi ta'limli rezîl.
Kiminin fıtratı âzâde hayâ kaydından;
Kiminin iffeti ikbâline etten kalkan.
O kumarbaz, bu harâmî, şunu dersen, ayyâş.
Sonra mecmûu müzevvir, mütebasbıs, kallâş...
Bu muhîtin bakalım şimdi içinden çıkabil;
Ne yaparsın Ömer olsan, yine hâlin müşkil.
Uğramaz doğru adam semtine, lâkin, heyhat,
Gece gündüz seni ıdlâle müvekkel haşerat!
Kulağın hak söze artık ebediyyen hasret;
Kustuğun herze: Ya hikmet, ya büyük bir ni'met!
Yutan olmazsa dedin, öyle mi beyhûde merak;
Dalkavuklar onu hazmetmeye candan müştak!
Geyirirsin herifin burnuna, oh, der, ne nefis!
Aksınrsın, vay efendim, bu ne âheng-i selîs!
Tükürürsün o mülevves yüze "hak tû!" diyerek;
Sırıtır: "Sorma, samîmiyyetimiz pek yüksek. "
içiyorsan, sofu, sarhoş sana herkes sâkî...
"işretin hurmeti hâlâ mı O sizler bâkî!"
Irza düşmansan eğer, âileler hep mahrem...
"Ne büyük vahşet esâsen bu selâmlıkla harem!"
Bir muhâlif hava yok dinlediğin aynı sadâ:
"Zât-ı sâmînize millet de, hükûmet de fedâ. "
Menfa'attir seni tehdîd edecek tek mevcûd,
Çünkü çıksan da nebîyim diye, hasmın ma'bûd!
Sofusun farz edelim, şimdi de boy boy tesbîh...
Dalkavuklar bütün insan kesilir, lâ-teşbîh!
Taylâsan, cübbe, kavuk, hırka, hep esbâb-ı riyâ,
Dış yüzünden Ömer'in devri muhîtin gûyâ.
Kimi sâim, kimi kâim, o tavanlar, yerler,
"Kul hüvallâhu ehad" zemzemesinden inler.
Sen bu coşkunluğa istersen inan, hepsi yalan,
"Hüve"nin mercii artık ne "ehad"dir, ne filân.
Çünkü mâdem yürüyen sâde senin saltanatın,
Şimdilik heykeli sensin tapılan menfa'atın,
Kanma, hey kukla kıyâfetli adam, hey sersem,
Herifin ağzı "samed´; midesi yüzlerce "sanem!"
Sen de bir tekmede buldun mu, nihâyet, yerini,
Ne kılıktaysa gelen, hepsi hüviyyetlerini,
Aynı mâhiyette aktarma ederler çabucak.
Sana her gün sekiz on kerre söverler mutlak.
Hani dillerde gezen nâmın, o hiçten şerefin
Ne de sağlammış, evet, anlasın aptal halefin:
"Âh efendim, o ne hayvan, o nasıl merkepti"
En hayır-hâhı idik, bizleri hattâ tepti.
Bu hayâ der, bu edeb der, verir evhâma vücud;
Bilmez aptal ki değil hiçbiri zâten mevcud.
Din, vatan, âile, millet, ebediyyet, vicdan,
Sonra haysiyyet-i zâtiyye, şeref, şöhret, şan,
Daha bir hayli hurâfâta herîf olmuş esîr.
Sarmısak beynine etmez ki hakâik te'sîr.
Böyle ankâ gibi medlûlü yok esmâya kanar;
Adamın sabrı tükenmek değil, esmâsı yanar.
Kız, kadın hepsi haremlerde bütün gün mahbûs,
Şu telâkkîye bakın, en kötü vahşet: Nâmûs!
Herifin sofrada şampanyası hâlâ: Ayran,
Bâri yirminci asırdan sıkıl artık hayvan!
içelim sıhhat-i sâmînize... Hay hay içeriz!
Biz, efendim, senin uğrunda bu candan geçeriz,
içelim... Durmayalım... Âfiyet olsun... Şerefe!.. "
Sonra nevbetle, uzun boylu, söverler selefe.
Halefin farz edelim şimdi öbür mektepten.
Dalkavuklar yeni bir maske takarlar da hemen,
Kuşatırlar yine etrâfını: "Sübhânallâh!
Bu ne fıtrat, bu ne vicdân-ı meâlî-âgâh!
Zât-ı ulyâları, Hakk'ın bize in'âmısınız,
Kimsiniz, söyleyiniz, Hazret-i Mûsâ mısınız
Hele Fir'avn'ın elinden yakamız kurtuldu;
Hele mahvolmadan evvel sizi millet buldu.
Âh efendim, o herif yok mu, kızıl kâfirdi:
Çünkü bir şey tanımaz, her ne desen münkirdi.
Ne edeb der, ne hayâ der, ne fâzîlet, ne vakar;
Geyirir leş gibi, mu'tâdı değil istiğfar:
Aksırır sonra, fütûr etmeyerek burnumuza...
Yutarız, çare ne, mümkün mü ilişmek domuza
Savurur balgamı tâ alnımızın ortasına,
Tükürürmüş gibi taşlıktaki tükrük tasına!
Hezeyan, sorsanız, Allah; hezeyan, Peygamber;
Din, vatan, âile, millet gibi yüksek hisler,
Ahmak aldatmak için söylenilir şeylermiş...
Bu hurâfâtı hakîkat diye kim dinlermiş
Âkil oymuş ki: Hayâtın bütün ezvâkından,
Durmayıp hırsını tatmîne edermiş îman.
Âhiret fıkri yularmış,yakışırmış eşşeğe;
Hiç kanar mıymış adam böyle beyinsizce şeye
Hele ahlâka sarılmak ne demekmiş hâlâ
Çekilir miymiş, efendim, gece gündüz bu belâ
Zevki hakmış adamın, başkası hep bâtılmış...
Çok tuhafmış bunu insanlar için anlamayış!..
Ah, efendim, daha söylenmeyecek işler var...
Çünkü nâmûsa musallattı o azgın canavar.
- iyi amma niye sarmıştınız etrâfını hep
- Hakk-ı devletleri var, arz edelim neydi sebep:
Tepeden tırnağa her gün donanıp sırsıklam,
Hani, yuttuksa o tükrükleri, faslam faslam,
Vatan uğrunda efendim, vatan uğrunda bütün.
Biz o zilletlere katlanmamış olsaydık dün,
Memleket yoktu bugün yoktu. iyâzen-billâh...
Öyle üç balgam için millete kıymak da günah.
Herif ancak bizi bir parçacık olsun saydı;
Başıboş kalmaya gelmezdi, eğer kalsaydı,
Mülkü satmıştı ya düşmanlara, ondan da geçin,
Yıkmadık âile koymazdı Hudâ hakkı için.
Bulunur pek çok adam cenge koşup can verecek
Harbin en müşkili haysiyyeti kurbân etmek...
Bu fedâiliği bir biz göze almıştık.
Ama Hâlik biliyor, bilmesin isterse balık.
Ey veliyyü'n-niam, artık size bizler köleyiz;
Yalınız emrediniz siz, yalınız emrediniz.
"Çalış!” dedikçe Şeriat, çalışmadın, durdun,
Onun hesâbına birçok hurâfe uydurdun!
Sonunda bir de “tevekkül” sokuşturup araya,
Zavallı dîni çevirdin onunla maskaraya!
günümüz müslümanlarının düşünmesi gereken, kader konusundaki mısralar, sevdiğim bir kısım.
bir de küfe şiiri var, onu okuyunca hüzünleniyorum.
epey bir zamandır paylaşmıyordum. arayı çok açmamak gerek.
Yer çalışsın, gök çalışsın, sen sıkılmazsan otur!
Bunların hakkında bilmem bir bahânen var mı? Dur!
Mâsivâ bir şey midir, boş durmuyor Hâlik bile:
Bak tecellî eyliyor bin şe’n-i gûnâgûn ile.
Ey, bütün dünyâ ve mâfihâ ayaktayken, yatan!
Leş misin, davranmıyorsun? Bâri Allah’tan utan!
Ey yâr-i vefâ-güzîn-i cânım,
Verdiyse melâl dâstânım,
Mu’tâdın olan inâyetinle
Susturma bu rûh-i zârı, dinle!
Hep velvele-i hayât dinse,
Düşmez bu zavallı rûh, ye’se.
Olmazsa zemîn, zaman müsâid;
Feryâdına âsûmân müsâid!
Gönder bana sen de neyse derdin?
Yâdında mı bir zaman ne derdin?
Müstakbeli almayıp hayâle!
Gel biz dalalım bu hasbihâle!
Edvâr-ı hayât perde perde...
Allah bilir ne var ilerde.
Lâkin bu heves bir heves-i dîgere mağlûb:
insan yaşamak hırs-ı cibillîsine meclûb .
Her devresi bir devr-i azâb olsa hayâtın,
Râzîsi değildir yine bir türlü memâtın!
Ömr olsa da binlerce tekâlif ile meşhûn ,
insan yaşamaktan yine memnun, yine memnun!
Artık neye mevkûf ise te’mîn-i bekâsı,
Yalnız ona masrûf olur âvâre kuvâsı .
Durmaz boğuşur bunca muhâcimlere rağmen,
Düşmez, o mesaî denilen seyfi elinden.
Çıplaktır o, ister ki soğuklarda ısınsın;
Bir dam çatarak her gece altında barınsın.
ister yiyecek şey, giyecek şey, yakacak şey...
Bin türlü havâic daha var bunlara der-pey .
Âvâre beşer işte bu bâzâr-ı cihanda,
Her gün yeni bir kâr peşinden cevelânda.
Maksad bu kadar dağdağadan bir yaşamaktır...
Lâkin, bunun altında ne maksad olacaktır?
Heyhât, onu idrâk için i’mâl-i hayâle
Yok vakti: Bütün demleri mevkûf cidâle !
insan ki, onun rûh ile insanlığı kâim ,
Dâim oluyor cisminin âmâline hâdim ;
Gelseydi eğer ruhunu i’lâya da nevbet ,
Anlardı nedir, belki, hayatındaki gâyet.
Bir anladığım varsa şudur: Hâlik-ı Âlem,
Hilkat kalıversin, diye, bir ukde-i mübhem,
Daldırmada insanları hâcât-i hayâta,
Döndürmede ezhânı bütün başka cihâta .
Ömrün öteden berk-süvârâne şitâbı,
Iyşin beriden lâzım-ı bîhadd ü hesâbı ,
Göstermede dünyâya, nedir maksad-ı Hâlik...
“Kimden kime şekvâ edelim biz de şaşırdık!”