Türkçe Kuranın anlattığım bu tecrübesinden sonra, Fatih Caminde ilk defa Türkçe Kuran okudum. Bunu müteakip, Türkçe hutbeye sıra gelmişti.
Atatürk, Haydi bakalım! Türkçe hutbeyi de Süleymaniye Caminde mukabele ile oku! Ama, okuyacağını evvela bir tertip et, bir göreyim! dedi. Yazdım, verdim. Beğendi. Fakat, Paşam. Bende hitabet kâbiliyeti yok. Bu başka bir iş, hafızlığa benzemez! dedim.Zararı yok! Bir tecrübe edelim! buyurdu. Bunun üzerine tekrar sordum: Hutbeye çıkarken sarık saracak mıyım?
-Hayır, sarığı bırak! Benim gibi baş açık ve fıraklı!..2
-Ne diyeyim, inkılap yapılıyor, peki! dedim.
O gün, hınca hınç dolan Süleymaniye Caminde cemaat arasına karışmış yüz elli de sivil polis vardı.Bu tedbirin isabetli olduğu çok geçmeden anlaşıldı.Ben Türkçe hutbeyi okur okumaz, kalabalık arasından, bilahare Arap olduğu anlaşılan biri sesini yükselterek,Bu namaz olmadı! diye bağırdı.
Fakat çok şükür, itiraz eden yalnız bu Arap idi. Onu da derhal karakola götürdüler!
KAYNAK:(Niyazi Ahmet Banoğlu, Atatürkün istanbuldaki Hayatı, c. 2, sf. 352)
Türkçe ezanı dinlenebilir kılan tek isim. Nasıl da makamında, usulünde okumuş. Ayrıca, arap müziğinin babası sayılabilecek pekçok isim kendisinden eser almış, arap ülkelerinde seslendirmiştir.
güzel besteleri olan sanatkar. yaşamı boyunca yaklaşık 700 besteye imza atmış, bestekarlıktan önce cami imamlığı yapmıştır. kaynak zamanının meşhur mevlüthanları arasına girmiştir ve sesisin güzelliği böyle tanınmıştır. zamanla nota eğitimi almıştır ve nota bilmeyen bir müzisyenin okuma yazma bilmeyen bir insan gibi olduğunu söylemiştir. 25'ten fazla milli marş bestelemiştir. ayrıca atatürk kendisine yaptığı besteyi çok beğenerek kaynak'a el yazması bir kuran hediye etmiştir. bu hediyeyi çocuklarına en değerli mirası olarak bırakmıştır.
Ezan’ı ilk kez Türkçe okuyan adam. hatıralarında şöyle demişliği vardır.
“Atatürk’ün arzusu; Kur’an’ın Türkçesinin de aslı gibi makam ve lahn (ezgi) ile okunması merkezinde idi. Fakat bu bir türlü olmuyordu. Çünkü tercüme nesirdi (düz yazı). Bununla beraber, iyi bir nesir de değildi. Kur’an’ın edaya gelmesi, lahn ile okunmaya uyması Arap dilinin medler, gunneler, idgamlar ve bunlara benzer hususiyetleri oluşundan başka, bir de Kur’an’ın kendisine has olan nefes alma için secaventleri (duraklama işaretleri), seci ve kafiye’ye benzeyen, fakat seci ve kafiye olmayan; şiire benzeyen, fakat şiir olmayan; nesre benzeyen, fakat nesir olmayan, sözün kısası herşeyiyle, her haliyle metni gibi okunmasının da bir mucize oluşundan ileri geliyordu. Türkçe tercümesinde bu vasıfların hiçbiri yoktu ve bir türlü olmuyordu, olamıyordu.”
KAYNAK: Sadettin Kaynak, Hatıralar, Osman Ergin, “Türkiye Maarif Tarihi” dahilinde, Istanbul 1943, cild 5, sayfa 1633,1634.