Mutluluktur çünkü çevrenizdeki topluluğun veyahut yaşam biçeminin önce icat edip ardından kutsadığı tabulara ayak dirersiniz. Bu tabular; iphone, facebook, pembe pantolon veya bilumum dayatmalardan din ve düşünce tarzına kadar uzamakta. Aslında aynılaşmayı, farklılaşma olarak gösteren bu sosyal yaklaşım; sizi, kendince bir takım "doğru" çizgilerin içerisine konumlandırır.
Konumlandırıldığınız bu sınırlar içerisinde, ilk etapta soyutlaştırılan ortak kazanımlarımız olan "kavramlar" silsilesidir. iyi-kötü, barış, ahlâk, medeniyet, sağ-sol görüş, komünizm vb. dünyasal görüşler aslından çarpıklaştırılıp, içi boşaltılan bulutlara çevrilir. Birbirlerine beş adım dahi yaklaşmayacak olan bireyler, en alt düzlemde olabilecek bir paydada kamplaştırılır.
siz ise bu kamplardan bitaraf olmayı seçersiniz fakat hüzünde işte bu seçimle başlar. Çünkü toplum içerisindeki yalnızlık duygusu hüznün eş anlamıdır.
bundan bir 5-6 yıl evvel eşimin beni ikna etmeye çalıştığı, ayrıntılı anlattığı, öve öve bitiremediği yaşam şeklidir. bak lemonde, hemen hemen hiç eşya kullanmıyorlar, deterjanlarını odun külüyle yapıyorlar, her şeyi kendileri üretiyor... ne güzel di mi, biz de öyle yapalım... eşyaların çoğunu atalım, ev rahatlasın, hem çocuklar koltuktan düşüp kollarını da kırmaz *, hem daha mutlu oluruz... böyle söylenip durdu. hatta bununla ilgili küçük bir kitap tutuşturdu elime. kitabın adı: hayatınızı basitleştirin, Elaine St.James, oğlak yay., 1999
ne yalan söyleyeyim kitabı hiç okumadım... zaten eşimin anlattıklarını 'uçuk, kaçık ve biraz da saçma" bulmuştum. eşyasız ev olur muydu, her yere minder döşemek akıl karı değildi, deterjanı odun külünden yapmak hele... bu sade yaşamcılardan biriyle tanıştı eşim... beni de tanıştırdı. aman Allah'ım ben hayatımda öyle harika bir insan tanımadım her halde... onun konuşmalarını dinlerken kendimi biraz da Kur'an'da Allah'ın öve öve bitiremediği ibrahim peygamberle konuşuyormuş gibi hissetmiştim. öyle mütevazi, alçakgönüllü, cömert, aşırı çalışkan bir insan... bir holdingin danışman veya ceo'su gibi bişiydi. şimdi ne iş yaptığını unuttum. sade yaşamın ateşli savunucusuydu ve bir çiftlik kurmuştu. orada insanları ağırlayıp, doğal yaşamı sevmelerini sağlıyordu. çoğu zaman para bile almadan. bu adam beni çok etkiledi ama fikrimden döndüremedi.. yine de sade yaşamı pek onayladığım söylenemezdi...
ama açıköğretim felsefe beni değiştirdi. zevk için okumaya başlayıp, 'pek bir faydası yok ama genel fikir veriyor işte' düşüncesiyle devam edip, şimdi yeni mezun olan biri olarak 'yavv arkadaş bu felsefe okumak bana ne çok şey katmış' hayret ve şaşkınlığında buldum kendimi.
felsefe okuyunca hayatımda gereksiz olan ne çok şey olduğunu fark ettim. bunların başında evin eşyaları geliyordu tabii... sıkı bir çevreci olmama ve asla ama asla yere çöp atmamama rağmen bu yaptıklarımın yine de yetersiz olduğunu anladım. yağ konusuna şimdi daha çok dikkat ediyorum. eve uç tane çöp kovası olmayı düşünüyorum, cam/plastik, kağıt ve metal için.
ilk yaptığım iş ev eşyalarını azaltmak oldu. evde fazla olduğunu düşündüğüm:
koltuk takımı,
vitrin,
çay takımı,
gümüş tepsi,
masa örtüsü,
ipek halı (iki adet)
halı yıkama makinesi/süpürge
paspas
temizlik malzemeleri
şimdi aklıma gelmeyen birçok şeyi ihtiyacı olan öğrenci evine yolladım.
şimdi nasıl mutluyum anlatamam... evi süpürürken daha az yoruluyorum.. ev ferahladı, çiçeklerime yer açıldı... bize yer açıldı...
şimdi salondaki konsolu da bir yerlere yollamayı düşünüyorum... salonda sadece koltuk takımı, masa ve kütüphane kalacak o zaman... ve ben daha mutlu olacağım....