nicole kidmanın oynadığı ve virginia woolf un hayatının anlatıldığı oscarlı filmdir.nicole kidman o takma burnuyla çok çirkindir,zannedersem çirkinleşen kadınlar hep oscar alıyordur,örn charlize ve hilary swank
Virgina Woolf'un hayatından çok bir edebi eserin arasında yıllar olan üç kadının hayatını nasıl etkilediğini anlatan filmdir.izlenmesi şiddetle tavsiye edilir.Son derece yavaş gelişen ama sonunda 'vay be' dedirten filmlerdendir.Ayrıca Virgina Woolf un söz konusu kitabını okuduysanız * daha çok beğeneceğiniz filmdir.
'Saatler' filmini, her sadık -dolayısıyla tutucu- kitap okuru gibi kafamdaki mükemmel romanı berbat edecek bir felaket bekler gibi bekliyordum. Üç iddialı kadın oyuncu için tadından yenmez üç rol! Ama öyle değil. Stephen Daldry'nin uyarlaması romana olabildiğince sadık olması bir yana, aktrislerinin alçakgönüllülüğüyle dikkati çekiyor. Üçü de rollerinde kendilerince 'parmak ucuna basarak' geziniyorlar. Virginia Woolf olamayacak kadar genç olmakla ve Woolf'a hiç benzememekle birlikte Nicole Kidman, bir çeşit V. W. hissi uyandırmayı başarıyor ve bununla yetiniyor. (Takma burnu bile unutuyoruz.) Meryl Streep, nevrotik tiklere dayalı 'büyük aktrisliğini', titreyen burun kanatlarını, durmadan kıpırdattığı elini kolunu, New York'lu Clarissa'yı anlatmakta, hatta onu dokunaklı kılmakta işe yaratıyor. Bu karakterlerin en kırılganı olan Kaliforniyalı sıradan okur Laura Brown'ı ise Julianne Moore, kendini iyice geriye çekerek, adeta karakterin üzerinden bir silgiyle geçerek yorumluyor. 'Saatler', film olarak çeşitli 'atraksiyonlar' getirmeyen (bir tek müthiş sahne hariç) ama senarist David Hare'in tiyatro yazarı ustalığıyla romanın odağını keskinleştiren bir uyarlama. (Tıpkı Philip Glass'ın müziği gibi.)
Hikâye, Yazarın, yarattığı Karakterin ve Okurun üç ayrı zaman diliminde aynı meseleyle karşılaşmalarının ve bu meseleye 'taraf' olmalarının hikâyesi. Dünyada, bir yanda dünyanın yükünü kaldıramayan, kaldırmaya aday olmayan, buna kalkışmayacaklarına baştan karar vermişler var. Öte yanda, nedense onlar adına bu yükü kaldırmayı üstlenen ama ötekilerin sessiz kararlılığı, negatif iradesi karşısında yenilgiye uğrayacak ve sonunda olsa olsa kendileriyle ilgili bir şey öğrenecek olan 'girişimciler'. Bu 'girişimciler' ile 'hiç girişmeyiciler' belki de zıtların birbirlerini çekmesi uyarınca yan yana geliyorlar. Eş olarak, sevgili olarak, arkadaş olarak... Vazgeçmişlerin kendilerine göre trajik bir çekiciliği var. Dünyaya yapışanların ise kendilerine göre bir trajik çekiciliği. Filmin daha da iyi altını çizdiği gibi, insan ilişkilerine ayarını veren belki de en önemli karşıtlık bu.
'Mrs. Dalloway' şu cümleyle açılır: "Clarissa, çiçekleri kendisi alacaktı. Lucy'nin işleri sıraya konmuştu". Virginia Woolf'un romanının kadın kahramanı Clarissa Dalloway, tıpkı akşama vereceği parti gibi, bütün hayatını da 'sıraya koymuş' gibidir. New York'lu Clarissa Vaughan da öyle. Ama parti AIDS'den ölmekte olan ve 'partiden sonraki ve daha sonraki saatlerle' ne yapacağını bilmeyen, vazgeçmeye daha çocukluğundan karar vermiş şair içindir. Başka bir zaman diliminde ise, Clarissa'yı zihninde döndürüp durmakta olan yazar bu insanlık durumunun başından beri farkındadır. Kendisinin de dünyaya hiçbir zaman yapışmayacağını bildiği gibi, ceplerine taşlar doldurup sulara gömülmenin de hakkı olduğunu düşünür. (Ama ara sıra hayatın, güneş ışığının, çocukların ve annelerin saçma neşesine de gıpta eder. Tıpkı, onların, hayata yapışanların da ara sıra, güneşli sokaklarda yürürken karanlık dehlizlere dalmaları gibi.) Güneşli Kaliforniya'da 'Mrs. Dalloway' okuyarak vazgeçmekle vazgeçmemek arasında gidip gelen ve sonunda belki daha ölümcül bir karar veren Laura Brown ise ikisinin ortasında bir yerde. Bu üç karakteri iki ölüm, iki kutlama, bir kitap, iki çocuk ve çeşitli kombinasyonlarda hayata ve ölüme yakın duran karakterlerin birbirlerine verdikleri öpücükler bağlıyor birbirine. Ölmeyi seçen Yazarın, ölmeyi seçmeyen roman kişisine dedirttiği gibi: "Ölüm her zaman mümkündür. Ama ölmeli mi?" 'Saatler' dünyanın işlerini hiç sıraya koyamayacaklarını bilenlerle hep sıraya koyduklarını sananlar arasındaki imkânsız(ımsı) aşkın hikâyesini anlatıyor ve bu aşka hakkını veriyor.
--spoiler--
Bu karakterlerin en kırılganı olan Kaliforniyalı sıradan okur Laura Brown'ı ise Julianne Moore, kendini iyice geriye çekerek, adeta karakterin üzerinden bir silgiyle geçerek yorumluyor.
--spoiler--
Fatih özgüven'in bu yorumuna katılmıyorum, Julian Moore belki de hayatının rolünü Laura Brown karakteriyle oynamıştır. Karakterin üzerinden silgiyle geçmemiş ve en çarpıcı rolünü oynamıştır. Silik bir karakteri canlı hale getirmiştir.
saatler zamanı göstermez seni yutar
parmaklarını gevşet yeter
bir de bakışını üzme
ama sana korkma diyemem
çünkü saatler zamanı göstermez
önden gülümser arkadan keskin dişler
birden fazla seyir olur seni çiğner
sakın bırakma yanımda kal
gün geçer dünden beter
elimi tut
michael cunningham tarafından kaleme alınan ve 1999 yılında hem pulitzer hem de pen faulkner gibi iki önemli ödüle layık görülen kitaptır. sinema uyarlaması da benzer bir başarıyı yakalamış ve en iyi kadın oyuncu oscar'ını nicole kidman'a kazandırmıştır. üç farklı dönemde yaşamış üç farklı kadının hayatlarından kesitler sunan kitap, zamanları farklı olsa da yaşananların ne denli benzer olduğuna vurgu yapmıştır. kitabın adından hareketle bir yorum getirmek gerekirse, her ne kadar akrep ve yelkovan, gece ve gündüz kadar farklı iki zamanı belirtse de hep aynı görüntüyle bize zamanı söyler. biraz daha açmak gerekirse, gün içinde bile akrep ve yelkovan 12 üzerinde dursa, bu gece ya da gündüz vaktini ifade edebilir. farklı zamanlarda aynı görünümü sunar yüzünü saate çevirenlere. bu kitapta anlatılanlar da biraz saatin * tabiatı gibidir. farklı zamanlara işaret etse de ortaya çıkan manzara aynıdır. *
Sürekli bir ileri bir geri ala ala içine ettkileri alet. Neymiş efendim güneş ışığından daha çok yararlanmak içinmiş. Sanki millet güneş enerjisiyle çalışıyor.