Bırakma beni, ey ruhumun ikizi, ellerin avcumda bir oyma,
dünya dönüyorsa, ancak seninle döner,
Ellerin, nasırlı işçi elleri gibi değil ama bir oyma, bir sanat eseri.
Dünya dönüyor, evet, seninle dönüyor,
ihtiyacım var sana, her zerremle. toprağın suya hasreti gibi.
Aşk sana benzer, ekmeğe, özgürlüğe benzer.
Cılız bir fidanım ben, rüzgarda sallanırım,
Esen her Meltemde ismini fısıldarım, sesim dağlarda yankılanır.
Yağmurunla canlanır, yeşerir içim.
Leylak rengi düşlerim seninle dolu, umut dolu.
Adamlığı bana sen öğrettin, ustam sensin; bir piramidin mimarı misali, sabırla.
Nasıl deme, gözlerimdeki utanca bak, sınıf savaşı gibi değil ama bir utanç.
Güzelce bir sevda bu, imkânsızlığa gebe; tıpkı Ugarit'in kayıp destanları kadar çarpıcı.
Ürkek bir ceylanın kalbi gibi çırpınır, Gordion düğümü kadar çözümsüz.
Zorlu bir serüven baştan yazılmış sanki, Hattuşa'nın kil tabletlerinde mühürlenmiş.
Ezelden beri içimde varmışsın gibi, Göbeklitepe'deki ilk tapınak kadar eski, bir kök gibi.
Leylam sensin ama Mecnun değilim ben. Ben kavgayı seçtim, yalnızlığı değil.
Cennette buluşuruz belki, kayıp Atlantis'in kıyıları gibi ya da bu dünyada kurarız cenneti.
Eh, bu dünyada aşklar hep yarım kalır zaten; Pompeii'nin külleri altında donmuş bir anı gibi, bitmemiş bir destan gibi.
Bir avuç gövdeyle başlar her sabah !
sabanın izinde ter,
ekmeğin suskun gölgesi.
Düşen her tohum bir dua,
her filiz bir çocuk gibi
ana rahminden doğrulur sabaha.
Zaman,
bir ırmak gibi akar ayak bileklerimizden.
Ne yana dönsek,
bir çağrının esmer sesi:
Gel, diyor,
senin olanı al,
senin olanı bırak.
Kış gelir,
gökyüzü keder gibi yağar çatılarımıza.
Sözcükler susar,
eller sabahın kabuğunda nasır tutar.
Bir çocuğun yüzüyle ısınır soba,
bir annenin sesiyle büyür tohum.
Ama biliriz…
gün olur,
en bereketli tarlayı da
en neşeli türküyü de
bir sessizlik sarar.
Gövdemiz toprağa döner,
adımız rüzgâra.
Ölüm,
bir yorgunluk gibi çöker alnımıza.
Ve toprak ana,
bizi tekrar alır koynuna.
Her şey başa döner:
Bir tohum,
bir çocuk,
bir ağıt.
insan ruhunun iki kutuplu savaşı,
bir yanda ışıkla yıkanmış sabahlar,
karanlıkta soluk soluğa öte yanda
çırpınan düşünceler.
Gözlerimde dolaşır,
eksik kalmış bir duygunun yankısı,
sanki bir ömür arayıp da
bulamadığım bir sesin kırıntısı.
Sorgular yüklü her adım,
"Ben kimim?" sorusu
dönüp durur içimde,
bir girdap gibi çeker geçmişi.
ve geleceği.
Ne zaman bir cevap bulsam
hemen arkasından gelir
Bir başka boşluk.
Anlam dediğim
hep bir adım ötemde,
dokunurum,
dağılır.
Geceleri susturamam içimdeki yankıyı,
bir tarafım susmak isterken,
Haykırır diğeri.
Bu beden,
bu kalp
iki kutbun çekişmesinde
bir yol bulmaya çalışır.
Bazen huzur sandığım şey
sadece alışkanlıktır,
bazen kararsızlık
en dürüst halimdir.
Ve ben,
her gün yeniden doğarım
çelişkilerimin rahminden,
bir umutla
belki bu kez bulurum kendimi
yarım kalmayan bir duygunun içinde.
II.
Eksik Bir Şey
insan ruhunun iki kutuplu savaşı,
sessizce geçer içimizden.
bir taraf beklemekten yorgun,
Gidecek bir yer arar diğeri.
bazen bir çocuk suskunluğunda,
bir şair yalnızlığında bazen.
Gözlerimde dolaşır,
eksik kalmış bir duygunun yankısı,
ne zaman göz göze gelsem aynayla
kırılır içimdeki yüz,
ve hep bir yanım eksik kalır
adı konulmamış bir sevgide.
Bilirim;
insan bazen yalnız kalmakla
yenilir kendine,
bazen de çok konuşmakla.
Ben susmayı öğrendim en çok,
Dökülen sözcüklerin
Anlamsızlığını bildiğimden.
Ruhumda dönüp duran sorular var
ne zaman birini yanıtlasam
öbürü kanar içten içe.
Bir anlam arıyorum
ama anlam,
hep biraz uzakta duran
ve yüzünü çevirmeyen bir kadın gibi.
Geceleri daha çok büyür içimde bu arayış,
bir yıldız gibi düşer kalbime
kıpırtısız bir özlem.
Kendimle karşılaşırım sık sık
bir kahvede,
bir durakta,
ve bakarım:
hangi ben, hangisine yalan söylüyor?
Zaman yolculuğuna çıktım bu akşam.
Kulağımda sesin,
eski günlerdeki gibi.
Sigara üstüne sigara yakıyorum.
Bir martı getiriyor seni bana.
Martının kanadında geliyorsun yanıma,
karşımdaki sandalyeye kuruluyorsun,
kuş tüyü kadar hafif vücudunla...
O güzel kokun bürüyor ortamı.
Sonra bir mektup bırakıyorsun masaya,
üstünde 5 eylül 2022 yazıyor.
Bir mesaj geliyor telefonuma,
yazan bir başkası.
Şarkıcının dediği gibi,
"Sevdiğim başka, sevenim başka."
"Bugün doğmadı güneşimiz" diyorsun,
sebebini biliyorum.
Bu bir sır aramızda.
Louis Armstrong'dan bir şarkı açıyorum,
La vie en rose...
Her biri ayrı bir gezegen olan gözlerinde kayboluyorum.
Bir noktaya dönüşüyorum karşında,
mavi soluk nokta...
Carl Sagan anılıyor masamızda,
ve Platon, sonra Sokrates ve Schopenhauer...
Hepsi seninle anlam buluyor.
Baş Öğretmenim de sensin
Büyük Önderim de.
2 Temmuz 2020'ye gidiyorum,
Lanet olası Corona günleri...
Pandemi, umutsuzluk, bunalım,
depresyon, yalnız bırakılmışlık, yok sayılmışlık.
Ve radyodaki umut veren sesin...
Corona günlerinde aşk ancak böyle olur...
Ah, Kavaklar şarkısı çalıyor bak,
bunun bir anlamı var.
Bu bir sır değil,
Metin Altıok'un Sezen Aksu'ya sattığı şiirinin bestesi
Ki buzdolabı almış o parayla...
2 Temmuz'larda yasımız var bizim,
Unutmadım aklımda.
Hiç şair yakılır mı?
Alçakça yakmışlar işte Sivas'ta.
Mektubu açıyorum, tek kelime yazıyor,
Delisin...
Tüm soru işaretleri siliniyor beynimden.
Bu bir sır aramızda.
Böyle şiir mi olur kardeşim?
Bu ne saçmalık?
Baylar, siz değil miydiniz Garip akımını dışlayan?
Belki biz de ruh hastaları olarak
Deli akımı başlatırız.
Belli mi olur?
Bir sandalye koydum odanın ortasına.
Ne oturmak istedim ne de kaldırmak.
Sanki biri gelir, üzerine hayatını bırakır diye.
Ama gelmedi kimse,
Ve sandalye hep bir şeyleri eksik anlattı bana.
Bir duvar saatim var, tiktakları eksik.
Zamanı çalıyor ya da ödünç veriyor gibi.
Birini çağırıyor belki de,
Ama kim bilir, kim gelir bir saatin çağrısına?
Bir sokak lambası gibiyim bazen,
Sönmüş, ama ışığını unutmuş gibi.
Bir kapının eşiğinde duruyorum,
Açsam mı, kapatsam mı,
Yoksa sadece bakıp dursam mı?
Bir kelime buldum dün gece,
içinde "sen" var, ama "ben" yok.
Sanki biri eksik kaldığında
Anlamlar hep biraz daha artıyor.
Ve şiirler,
Hep yarım kalıyor bir yerlerde.
Biliyor musun,
Gökyüzü de hep bir şeyleri unutuyor.
Ya yıldızlarını kaybediyor ya da bulutlarını,
Ama hep bir eksiklik var onun mavisinde.
O yüzden griyi seviyorum.
Gri, ne eski...
Bir saatin içinden döküldü zaman,
Akrep unuttu, yelkovan sustu.
Hangi kırık aynada kayboldu yüzüm?
Ve hangi şarkıda yankılandı adım?
Bütün sokaklar adını fısıldadı bu gece,
Kaldırım taşlarında bir iz, bir anı,
Bir eksik nefes.
Yağmurun sesinde tamamlanmayan cümleler,
Ve susan gökyüzü…
Ellerin hâlâ avuçlarımda,
Ama soğuk, ama uzak.
Sanki bin yıl önce dokunmuşum gibi,
Sanki sen hiç var olmamışsın gibi.
Şimdi geceyi topluyorum kirpiklerimden,
Ayaz üşütüyor kalbimi.
Kim bilir, belki de bir başka masalda
Zamanı yeneriz,
Ve dünya yeniden döner.
içimde bir kırık aynadan düşüyor sesler,
Her yankıda başka bir ben, başka bir hiçlik.
Yeryüzü soluk, gökyüzü ağır bir kefen,
Ve biz, karanlığın kucağında kaybolmuş harfleriz.
Ne zaman dokunsam zamana,
Avuçlarımda bir rüyanın külleri,
Bir sabahın sonsuz intiharı…
Kim bilir, belki de uykuların ta kendisiyiz.
Beni çağırıyor yıldızsız boşluk,
Bir mavi unutuluşun kapısında.
Dilimde eski bir şarkının izleri,
Fısıltılar, hiçbir yere varamayan…
Bir dal kırılır gibi içim,
Düşerken geriye ne kalır ki?
Belki bir anı, belki bir rüya kırıntısı,
Ya da sadece sessizlik.
Kar yağıyor,
Yürüyen insanların omuzlarına.
Ve sokak çocuklarının
okşanmamış bakışlarına
Kar yağıyor.
Saçlarıma düşen taneler
Eriyip akıyor düşüncelerime.
Ve ıslatıyor yokluğunun yanaklarını,
ben seni düşünürken.
Donduruyor yokluğun,
soğuklardan önce.
Benim içimde yazdan kalma bir umut.
Ki umudum,
Paramparçadır şimdi
Gerçekliğin keskin çarkında.
Düşünceler kış artık,
Ve kar yağıyor
Umutlar yazdan bir artık.
Hiç iyi değilim.
ikiye ayrılıp atılmış gibiyim
Her zaman böyleydim
Ama artık eskisinden de beterim
Beni gözlerimden vurdun güzelliğinle
Sonra yüreğimden vurdun güzel yüreğinle
Beni alıştırdın kendine
Çok sıkı bağladın kendine
Bana güzel yaklaştın
Ben sana bir ömür koşmaya karar verdim.
Sonra çektin gittin
Beni göğsünden bıçaklanmış Cliffjumper gibi bıraktın gittin.
Beni şartların zombiye çevirip sonra ikiye ayırıp energon madeninde patlatmasına sebebiyet verdin
Kimse tarafından s*klenmediğimi gösterdin.
Sonra geri döndün bana
Affettirdin kendini
Bana tekrardan umut kazandırdın.
Bana sabahları erken yaşattın geceleri erken kapattırdın.
Sonra konuşmaya başladık
Aşkını bulduğunu söyledin
işte artık iyice çökerttin beni.
Önce göğsümden bıçakladın. Sonra üzerimde deney yapıp beni delirttin.
En sonunda da ikiye ayırdın.
Kimse tarafından umursanmadım.
Belki de hiç umursanmayacağım.
Belki de beni kimse senin gibi sevmeyecek
Beni en iyi anlayan sendin. Her şeyimizle uyuşuyorduk.
Zevkler, renkler, aileler, tarzlar ve her şey.
Şehrin bana hep seni hatırlatacak
Tarzlar ve zevkler bana hep seni hatırlatacak.
işin kötü yanı ne biliyor musun ?
Aynı sen olan biri hiç gelmeyecek.
Ama Allah işte.
insanı sınar mükafatını verir.
Ben de mükafatımı bekliyorum.
Adaklar adadım uğruna.
Gelirse ne ala.
Gelmezse beni istediğin kadar ikiye ayır. Zaten batmış olacağım.
Daha ne kadar batabilirim ki ?
Bir eylül akşamı seni düşünüyorum.
Güneş batıyor,
Ayışığı bulutların ardında kalıyor,
bir yarasa konuyor omzuma
Tanrı'nın sesini duyuyorum.
Balkonda bir sigara yakıyorum,
Manzaram gri duvarlar,
sarı ışıklı mutfak pencereleri
Ve uçsuz bucaksız gökyüzü.
Gök gürlüyor, az sonra yağmur yağacak.
Şimşeğin ışığında silüetini görüyorum.
Üşüyorum, yağmur çiseliyor
ve yağmur yanağıma bir öpücük konduruyor,
Senin dudaklarınla...
Bir bebek ağlıyor,
sesi ezan sesine karışıyor,
ben de ağlıyorum.
Trafik yine tıkalı,
Caddeden korna sesleri geliyor.
Bir taksici önündeki sürücüye sövüyor
ben de sövüyorum.
Toprak kokusu geliyor,
komşuda kızgın yağda pişen soğan kokusuna karışıyor.
Acıkıyorum.
Dolapta bir şişe ufak rakı,
yarım kalmış ekşi yoğurt,
masada çeyrek kuru ekmek bana bakıyor.
Aç kurtlar gibi saldırıyorum.
Rakının kapağını açıyorum,
mutfağa ananson kokusu doluyor.
Bu koku bana seni hatırlatıyor,
Yavaş yavaş kadehe dolduruyorum.
Rakıyı değil seni içiyorum.
Bugün zeki müren'in ölüm yıl dönümü.
Onun anısına pikaba bir plak koyuyorum,
"Elbet bir gün buluşacağız"
Ama ne zaman?
insan ve hayvan cesetleri birbirine karıştı
üstelik özgür de değiliz.
Canavar bir ülkenin bombaları altında çocuklar körebe oynuyorlar.
Bir anne sütten kesildi
bir babanın kolu koptu.
Bir köpek kediyi gömdü.
Ağaçlar köklerinden yıkıldı.
Evler toz duman.
Yemek yerine dert pişiyor evlerde.
Aşıklar korkuyor gelecekten.
Kuşlar yolunu değiştirdi.
Hak etmedi kimse bunu.
Durdurun şu savaşı,
yaşayalım.
O küçük çocuğu ben öldürmüşüm gibi
Size onlarca vaat verip sevişip terk etmişim gibi
Dağda terörist, düzlükte hırsız, gökyüzünde uğursuzmuşum gibi
Size sürekli kötü haberler veriyormuşum gibi
Evinizi ben yıkmışım gibi
Hasta babanıza huzurevinde işkence etmişim gibi
Müze soymuşum gibi
Tarihi eserleri yurt dışına kaçırmışım gibi
Ekonomiyi ben bozmuşum gibi
Tükürün çirkin yüzüme!
Aynaya bakınca çirkin bir köpek leşi görüyorum
Bataklık görüyorum
Bunalmışlık görüyorum
imansızlık görüyorum
Bazen ben de aynaya tükürüyorum
Tükürün çirkin yüzüme!
Oysa ben neler hayal etmiştim çocukken
Mavi gökyüzünü süsleyen yıldızlara gidecektim bisikletimle
Buluta binip uçacaktım
Martıların kanatlarına zümrüt takacaktım
Çocukları ağlatanaları yok edecektim
Hiçbirini yapamadım
Tükürün çirkin yüzüme.
Henüz gelmedi içinden intihar sanrıları
Zira daha görmeye hazır değilim tanrı ya da tanrıları
Ah bir de yaşayabilsem şans ve özgürlükle
Görmeden tek bir tane bile aç açıkta yavruları ...
Üstün varlıklarız vesselam belli ki tok olarak biz
Yoksa nasıl görmezden gelirdik o insanları sanki giz var giz
Tez zamanda değişse devran değse yerlere değse alınlar
Yerine toprağın üzerinde çökmüş diz üstüne diz
Enerjilerimiz tutmuyor azizim bu dünyayla benim
Daha doğmadan önce belliymiş kefenim
Bazen ahlar çeker bazen kadersizlikler
Bildiğim gibi gelmedim ama bildiğim gibi gidenim .
Siyasetçiler orospu gibidirler.
Dün başka biri bugün başka biri gibi davranırlar.
Söz verirler sözlerini tutmazlar.
Ülke yanarken saçlarını ve bıyıklarını tararlar.
Yârân-ı zamanın kaybıdır bu cân-ı mâder,
Ağlarım gönlümde hüzün dolu zülf-i perişân,
Sâbit değil gönlümün avâresi, dem-i giryân,
Serâp-ı hayâllerle bezendi bu zârân.
Bendeki âh-u efgân, dağılır kâinatın sînesine,
Her nefeste ömür tükenir, kalbim aşka minnettar,
Âh, ey sevdâ, sen benim tek vefâkâr,
Bu âlemde kaybolur her fâni, aşk bâki kalır.
Sükût-u zamânın ardından gelir elbet bahâr,
Lâkin gönlümün bahârı soldu, kaldım yar,
Gözlerimden düşen her damla, âlem-i hayâl,
Gönlümde bir hatıradır, artık mâzîde kalan bu hâldir, serâp.
Yüzüne güller ekiyorum
Kırmızı sözcüklerden.
Ama nedense,
Bakışların buz oluyor
Kurutuyor tüm gülleri.
Yüreğime şeritlerce yollar açıyorum
Gözlerinden.
Ama nedense yollara
Kırmızı şerit çekiyor emrindeki kolluklar:
Olay yeri, girilmez !
Yasaklı mektuplar yazıyorum
içinde birkaç imdat
Mektuplarım varmıyor hiçbir yere
Sürekli bir istibdat..
Sözcüklerin bir kurşun olup saplanıyor yüreğime
Tek bir silah sesi duyuyorum
oysa binlerce kurşun yağıyor üstüme.
Güller soluveriyor, kan oluyor kırmızılar
Dikenleri dolanıyor dilime, konuşamıyorum.
Bakışların eriyor kurşunların arasında
Eriyip boynumdan vücuduma süzülüyor.
Ve donduruyor tüm sıcaklığını kalbimin.
Dağ gibi sevgim
Buz dağı oluveriyor karşısında
Dikenli bakışlarının.
Ve en başından belliydi diyorum
Uzak bir ihtimaldin sen
Beyaz bir yaz bulutuydun
Dokunmak imkansız.
imkansız bir isteğiydin kalbimin.
Kalbimin içinde yankılanıyor aynı sözcükler :
“imkansız istekler
zaruri mutsuzluklar
Mütemadiyen umutsuzluklar..”
Dik bir yamacı çıkarken yorgun ve terli
Soğuk bir su gibi değmişti dudaklarıma
isminin heceleri.
Heceler eksildi önce
Harfler dişlerime değmeden uçup gitti
Ağzım, kurudukça kurudu tekrar.
Yokuş dikleşti, insafsızca büyüdü.
Yokluğunun soğuk ve ince ellerini hissettim
Sırtımda.
Yalnızlık, ellerimi ayaklarımı yokladı,
Bağışlayıp, yeniden selamladı.
Göğsümde bir ateş topu oldu
Yokluğun.
Kelimelere döküldü,
Kelimeler ağzımda eridi
Bozağımdan geri indi,
yapış yapış ve tatsız.
Genzimi yakan alevlerdi yuttuğum.
boğazımdan geçti.
Ve göğüs kafesime indi
Göğsümde bir ateş topu oldu tekrar.
Nasıl da ağırlaştı bedenim
omuzlarım düştü.
Ahh
Ne kadar ağır tartabilir ki bir boşluk?
Boşluğun arttıkça ağırlaştı.
Sesin eksildikçe
Kulağım sağırlaştı.
Kuşlar dalları terketti
Toprağı çatlatan tomurcuklar
Geri çekildi toprağa, çatlaklarından.
Ve tekrar başladı bir yavan mevsim.
Susuz,
Çorak
Ve bunaltıcı bir yağmur yağdı,
Hiçkimse ıslanmadı.
Yağmurda bir şemsiye aradı gözlerim
Üstüme yağmasın diye sensizlik .
Sensizlik kuruttu her şeyi,
Geriye sessizlik kaldı.
Saçlarıma dokundum, bir bir döküldüler.
Aynadakine baktım, çekip gitmişti çoktan,
Neşesini ve sıcaklığını alıp gitmişti burdan.
Adını heceledim, tekrar tattım adını
Gözlerini anımsadım,
Ellerine dokundum
Ve sesini duyumsadım.
Ve yine başladı bir yavan mevsim.
Susuz,
Çorak
Ve soğuk bir rüzgar esti.
içimdeki çocuğu sürükleyip götürdü,
Tutamadım ellerinden.