Genellikle kafam güzelken sözlüğe entry atarım ama bu kez ayıkken atacağım.
Aslında söze nereden başlayacağımı bilmiyorum.
Ne kadar anlatırsam anlatayım, tam olarak anlatmak istediklerimi anlatamayacağımın farkındayım ama. Kelime dağarcığımın eksikliğinden değil, lügatta tam olarak karşılıkları yok bunların. Bu yüzden ne söylersem söyleyeyim, asla tam olarak işte bu diyebileceğim bir yazı yazamayacağımı düşünüyorum. Okunsun diye değil, kaldı ki okunmasını istesem çok farklı platformlara da yazabilirim. Yazmak için yazıyorum, kendim için.
Hani insanın içinde hissettiği küçük bir çocuk var. Ben hissediyorum, var öyle bir çocuk. Ruhumun içinde, birlikte yaşıyoruz. O hep küçük ama. Elleri daima temiz, elbiseleri temiz. Çoğunlukla konuşmaz, bakar sadece. Ama görürüm ben onu. Senelerdir görürüm yani. 5 yaşımdan sonra fiziksel olarak ben büyüdüm, o hep 5 yaşında kaldı.
işte o çocuk var ya, onu hiç dövdüler mi? Dahası o dövülürken siz onu seyredip elinizden hiçbir şey gelmediği oldu mu sizin? Benim oldu. Bunlar ayıp değil, hayat devam ediyor. Bunlar gayet normal şeyler. Ama çok zorlandım burnunun kanını silerken. Öyle bir dövdüler ki, aylarca gözümün önünde kan kustu çocuk. Defalarca kez birlikte ağladık. Her seferinde daha önce hiç ağlamamış gibi birlikte ağladık o çocukla. Kemiklerini kırdılar, hiçbir şeye sesini çıkaramadı. O kadar hızlı dövdüler ki çocuğu ne olduğunu o bile anlamadı. Neden diye soramadı. Hırpalandı, öldüresiye hırpalandı. Hani çok acı çekince insanlar, öldüklerinde öldü de kurtuldu diye bir söz vardır. Ölemedi çocuk. Ölüp de kurtulamadı. Acıyı sonuna kadar yaşamak zorunda kaldı. Artık yüzünde kan yok. Kemikleri de düzeldi. Yani fiziksel olarak bir sorunu yokmuş gibi duruyor. Ama iyi mi bilmiyorum. Yani eskisi gibi bakmıyor. Bakışlarında geçmişin izlerini görebiliyorum. Ölse kurtulurdu. En azından bakamazdı geçmişten izlerle. Ama ölmedi. işin kötüsü ölmedi işte. Günlerce acı çekti, ağladı ama bir türlü ölmedi.
Ve birileri onu öldüresiye döverken, ben bunu sadece izlemek zorunda kaldım. Biliyorum ona yardım edemediğim için bana kırgın değil. Ama gözlerinde hala, uzun yıllar sonra bile hala, geçmişin izleri var. Hayat bazen bizi elimizden hiçbir şey gelmeyecek şekilde bazı istemediğimiz olayları izlemek zorunda bırakıyor. Tam forvette ustalaşıyorsun, alıp seni kaleye koyuyor ve diyor ki burdan devam et. Buna kader mi denir, hayatın bir cilvesi mi bilinmez. Fakat emin olduğum bir şey var ki, benim içimde bir çocuk var ve onu bir gün öldüresiye dövdüler. Hepimiz insanız, herşeye alışıyorsun, aradan yıllar geçiyor uzun zamandır herşey yolunda giderken bir gün akşam üstü güneş batarken kumsala bir sandalye atıp bir sigara yakıyorsun, dalgaların kumlarla birleştiği yerde o çocuk sana bakıyor. Buna olgunlaşmak deniyor sanırım. Dayak yemesi gerekmezdi ama kendi kendine de büyüyebilirdi.
Benim içimde bir çocuk var, vücudu 35 senedir 5 yaşında, ruhu 12 senedir 95 yaşında. Ve ölmüyor.
O kadar yorgunum ki… hem zihnim hem bedenim. tarifi yok herhalde, dinlenmek istiyorum. O da pek mümkün değil gibi bu ara. Hayatın giden akışına bazen kapılırken bir şeyleri de unutuyor gibiyim. Kafam allak bullak. Keşke kimsenin olmadığı bir dağ başında sessizce tek başıma kalsam. Ha belki sevdiğim insan da yanımda olsun isterdim lakin o da zaten imkânsız.
Dededen-babadan kalma temiz adımız, güzel ve pak muradımızdan başkaca elimizde ne var ki? Üç nefeslik soluk için çalap, alemi bizlere bildirdi. Dün geldik, bugün buradayız; yarın ya tamunun dibini boylar ya da uçmağın sıkıcılığını tadarız. Kimseyi koğlamak için gelmedik, orası kesin.