yazarların kafaları estiğinde yaşadığı duygu yoğunluklarını kağıda dökmesidir. Bazıları keşfedilmemiş birer şair, yazar, köşe yazarı, senarist olabilir. Genellikle aşk insanlarıdırlar.
Hani derler ya ' Sözün bittiği yerdeyim... ' Aslında bir sonun başlangıcı bu. Söz bitiyorsa elbet yerini düşünceye bırakıyordur. işte bende düşüncenin bittiği yerdeyim. Artık akıldan geçen kelimelerin kağıt üstünde kalemle raks etme zamanı. Aslında afilli bir başlık yazıp altına da kocaman ' Ne baktın ki? Sana monotonluğun nesini anlatayım? ' demek vadı ancak muttaki biri değilim. Sanırım bu tek söz işi ceketi alıp çıkmaya benziyor, tabi bana göre değil.
Şöyle bir söz vardır ya ' insan ailesi Ve Tanrısı dışında her şeyde seçim yapabilir.' Yalan! Akıllı olmayı da seçemeyiz mesela. Ama yaklaşabiliriz her gün bir öncekinden daha fazla çalışarak. Tabi tüm bu durumlarda egoizmden uzak durmak lazım. Bunları yaparken etrafa gülücükler savurmayı unutmamak lazım. Dünyayla birlikte başkalaşmak lazım yani.
En başında hep şikayet edersin, hakkımı yediler ya da ben bu emeklerin karşılığını hak etmiyorum dersin ta ki olayı etraflıca düşünene kadar çünkü kelebeğin kanat çırpışlarından fırtına çıkabileceğini sonralarda görürsün. Çekilirsin bir köşeye ve aklında tek bir cümle: ' Ben nerede yanlış yaptım?' Dinlediğin müzik ağırlaşır, ne uyuduğun zamana önem verirsin ne de yediğin yemeğe. Sabah kalkıp yüzünü yıkamak bile artık ekstra bir iş senin için... ' N'apıyorsun? ' diye mesaj atan arkadaşların ' müzik dinliyorum ya da herhangi bir şey yapıyorum ' cevabı yerine ' yaşamaya çalışıyorum ' tepkisini alırlar artık. Bir süre sonra her şeye tamam der kimliğine de bürünürsün. Hatta Azrail gelse git demek gelmez içinden. Geceler daha verimli senin için, en dürüst arkadaştır hayatında karanlık da olsa... Çünkü sırf sen üzülme diye ne varsa saklar içinde. Sen de kulaklığı takıp taşınırsın başka diyarlara. Ne insanların yanında olabilirsin ne de onların senin yanında olmalarına izin verirsin. Bir davette bulunan arkadaşına ' hayır ' ı yapıştırmak senin için artık çok sıradan, sen özgürsün ve en beklenmedik zamanda en beklenilmeyeni yaparsın. Uzaklaşmak istersin, telefonu kapatıp günlerce açmamak istersin ama anlarsın ki bu sahnelersin sadece filmlerde olduğunu... Sonra hayat bu dersin: ' Seni ne içine katıyor ne de senden vazgeçebiliyor! '
Düşünürsün acaba en son ne zaman mutlu oldum diye ama görmezsin içindeki huzuru. O bir tutam huzur seni Allah'a bağlayan ışıktır, bilmezsin. Sonra dersin ki ' Herkes gider ama O kalır! ' Bir bakarsın kendini şizofrenik dünyaların içinde bulmuşsun. Hatta psikoloğa gidip ' Ben bunca şeyi düşünmeme rağmen sen benim çözemediğim neleri çözeceksin? ' diye sorasın gelir. Her şey sana artık boş ve bir o kadar da yalın... Hobilerin bile anlamaz dilinden.
En sonunda gereksiz tepkiler, kavgalar. Uzak diyarlardan gelip, esip gürlersin ama bilirsin ki o içindeki ateşin seni bile yakmayacağını... Ne yapsam, nasıl yapsam da içimdeki monotonluk maratonunu insanlara anlatabilsem. işte o zaman hayat seni kendinle başbaşa bırakır ve bir Temmuz akşamı ' Kendimi Sevmediğim Günler ' i yazarsın...
Ayağımın ucundan yorganı bir şey çekiştiriyordu. Gözlerimi hafif aralamak istiyordum ama bu kadarına bile gücüm yoktu. En sonunda gözlerimi açtım ve görme umuduyla yorganın üstünden bakmaya yeltendim ama yorgana gömülmüşüm. Gelen muhtemelen annemdi ve dışarıda kalan ayaklarımı örtmüştü. Peki böylesine tatlı bir dokunuş uyanmama yeterli miydi? Penceremde yarı açık panjurun arasından odama sızmaya çalışıyordu güneş. Sanki bana bir şeyler söylüyordu. Bir anda yerimde doğrulup dışarı baktım, hava gayet güzel gözüküyordu. Kahvaltı yaparken güneş adeta beni dışarıya çağırıyordu. içimdeki dışarı çıkma arzusunu dizginleyemiyordum bir türlü. Bir kaç şey atıştırdıktan sonra dışarı çıktım.
Güneşin bana yapacağı sürprizi beklyordum. Hafif bir rüzgar esiyordu. Hafta sonunun verdiği mutluluk olacak ki kimin yüzüne baksam gülümsemeyle karşılık alıyordum. Kimi sevgilisiyle buluşmuş, kimi çocuğunu-torununu parka oynasın diye getirmiş, kimi almış eline gazeteyi muhteşem bir hafta sonu hediye ediyor kendine... Yürüdükçe çocuk sesleri artıyor, etrafa anlamsız gülüşler sergiliyordum. Nereye gittiğimi, ne amaçla çıktığımı bir Allah biliyordu. Sanki beni bir şey çekiyordu gideceğim yere. Beklentim fazla olmalıydı herhalde, oysa olağan memleketimden insan manzaraları dışında bir şey yoktu etrafta.
Etraf grileşmeye başladı. Heh işte şimdi! diyordum. iyice meraklandım. Yanımdan geçenler yağmurun yağacağını hissetmiş olmalılar ki iyice hızlandılar.Ben de ıslanmayayım diye eve dönüş kararı aldım. Başka sefere artık diyordum. Her zaman gittiğim yol yerine farklı yoldan gideyim dedim. Tam hızlanırken bardaktan boşanırcasına yağmur başladı. Sırılsıklam olacaktım. Güneşe de söyleniyordum içimden sürprizin bu muydu diye. Aslında kızmaya da hakkım yok. Tüm bu dünya döngüsü sevmek gibi değil mi zaten? Hava günlük güneşlikken onu seviyorsun da yağmur yağınca niye vazgeçiyorsun sevginden? Önemli olan güneşli havada değil fırtınadan sonra ayakta kalabilmek değil mi?
Kendi kendime söylenirken mahalleye bayağı yaklaştım. Yağmur da etkisini azaltmıştı Etrafta kimse yoktu. ilerlerden bir delikanlıyı gördüm. Bir evin önünde ağacın altında oturuyordu. Bir şeyi bekliyor gibiydi. Telefona bakıyor, hop oturup hop kalkıyordu. Oturdu en sonunda ve bacak bacak üstüne attı. Rahat görünüyordu ancak içinde kopan fırtınalar onu sabırsızlandırıyordu. Birden yerinde doğruldu. Karşı sol çaprazından bir kız geliyordu. Ona yakın boylarda, kahverengi gözlüydü, kumraldı. Üstünde kırmızı polar, altında gri eşofman vardı. işte şimdi her yer olağanca griliğiyle bu ana şahitti. Delikanlı ayağa kalktı karşıya geçmek için. Önce sağına baktı, önünden geçen arabayı bekledi sonra umutsuz bir şekilde başını salladı. içinden ya rezil olacağız ya vezir diyordu. Kızın başı öndeydi. Karşı karşıya geldiler ve delikanlı birden kızın elini tutup kendine çekti. Öyle sıkı sarılıyordu ki bir daha bırakmayacağım dercesine... Sonra ellerini tuttu kızın, Gözlerinin içine baktı. Kızın gözlerinden yaşlar süzüldü hemen, gözlerinin etrafı kırmızıydı. Delikanlı öperek sildi kızın gözyaşlarını. Bir daha öptü ve bir daha, bir defa daha... Delikanlı sadece elleriyle değil gözleriyle de sarıyordu kızı. Gözü hiçbir şeyi görmüyordu. Onun dünyası o'ydu çünkü derken delikanlıdan beklenen cümle geldi: Ben senin tek bir gözyaşın için kurban olurum! Kız sımsıkı sarıldı bu kez. Delikanlının sevgisiyle içini ısıttı. ikisininde gözleri parlıyordu. Belki de tüm bu olanlar yarın olacakların, güzel günlerin habercesiydi. Bu anın tek canlı şahidi bendim ve bunun sebebi de güneşti. Onları o şekilde görünce anladım gökyüzünün gözyaşlarının sevinçten olduğunu...
Tozlu rafların en altından çıkarılan defterin rutubetten uçları sararmış sayfalarına işlenen birkaç sayfalık cümleler bütünüsün şimdilerde Her zaman değişimi savunmama rağmen senin bendeki yerini değiştiremedim. Ayrıca değişmeyen tek şey değişimin ta kendisidir diyorlar ya inanma sakın! Değişmeyen tek şey eskidir, geçmiştir. Sen ordasın diye değişmiyor geçmiş, seni alıp geleceğime koyamıyorum diye değişmiyor. Sen olmasan unutulacak, gidilecek. Farklı farklı hatırlanacak belki de
Sevmenin farklı bir boyutuyla meşgulüm şu sıralar. Sensiz de seni sevebiliyorum. Hem artık bugün ne giysem, eyvah parfümüm bitti, ne kadar param kaldı derdi de yok. Seni arayıp sormuyorum da, sağolsunlar aklımdan hiç çıkarmıyorlar. Ya yolda yürürken kokunu sürmüş oluyor birisi, ya isim benzerliği falan Öyle gel- gitlerde yaşıyorum anlayacağın. Kendimi benliğimden uzaklaştırıyorum açıkçası. Ölüm korkusunu bile önce sende yaşıyorum artık. Ya benden önce ölürse? Ben senle birlikte sevmeye de aşık olmuşum!
insan ileride yaşaması gereken şeyleri yaşından çok evvel yaşıyor diye geçirir oldum aklımdan. Keşke değil de meselalara sahibim artık. Mesela diz çöküp bağcığını bağlayabileceğim bir sevgilim olmadı. Yürüyen merdivenlerden çıkarken karşı taraftan gelen gencin imrenerek baktığı, bir alt basamakta durup başını sevgilisinin göğsüne yaslamış bir çifte de ait olmadım hiçbir zaman. Yağmurlu havaları da sevmiyorum artık çünkü cam buhu yapsa bile yazacak bir şeyim yok!.. Ha birde eskiye göre daha çok sinirliyim. insanlar aşk kelimesini pazara çıkarmışlar. Hani biz eskiden yüklüğün altındaki sandıkta saklardık ya
Senden kalan alışkanlıkları yaşatıyorum artık, gönlümde aşkı yaşatma derneği kurdum. Senin bana söylediğin kitabı getirttim. O da aşkı anlatıyor ama bizimkisi gibi değil. Onlarınki imkânsız aşkmış bizimki ise kader işte Fotoğraflarını çıkarttırıp odamın dört bir yanına asasım da geldi ama seni soranlara, nerede şimdi? diyenlere verecek cevap bulamadım. Aslında böyle iyiyim biliyor musun? Sabah kalkınca günaydın mesajı bekleyecek biri yok hayatımda. Beni sinir ettiğinde yok artık bu kadar ileri gidemez! diyebileceğim biri de Elini tutsam acaba ne tepki verir, henüz erken mi? diyebileceğim biri de olmadı. Artık hayal dünyam da daha sensiz. Çoğu zaman çekip gidesim geliyor hani insanların müzik dinlerken şu düşündükleri diyarlara, ama diyorum yok nefesim bile artık uzak bana Taze kır çiçekleri arasında koşuşturan çocuk hayallerim bile bir başkasınınmış gibi. Çok fazla unutkan oldum bir de. Bu cümleyi yazarken bile bir sonraki cümlede neyden bahsedeceğimi unuttum. Her şarkıda aklıma geldiğin evreleri de geride bıraktım artık. Dedim ya hayat şimdi daha güzel tabi kendimi kandırmadığım sürece! insanları kandırmayı da öğrendim. Sanki sen hayatımdaymışsın gibi gülümsüyorum bazı bazı. Etrafa senli bakışlar da atabiliyorum.
iyi şeyleri de getiriyorum aklıma. Hayallerimi yaşamaya çalıştıkça içimdeki beni öldürüyorum. Sanki aynalı bir camın önündeyim, insanlar beni anlamıyor. Tanrım bunca insan niye var? Ne konuşuyorlar? Sus ve sadece gürültüye kulak ver Kulak ver demişken iç sesimle de bozuğuz bayağıdır. Onu dinlemiyorum diye küsüyor bana. Ne diyeyim, haklı galiba. Eskisi gibi diretmiyorum da artık, karşı bir durum olduğunda çok geçmeden kabulleniyorum durumu. Sanırım hava kapalı diye güneşli günlere küsmüş durumdayım. Güneş bir daha doğmayacak zannediyorum.
Senden geriye bir özlem kaldı bana. Arada sırada açıp, bakıp bakıp tekrar koyuyorum yerine. Bu yazıyı da hiç beğenmedim aslında, başladı mı belki ilham perisi bana eşlik eder dedim ama nafile. Arayı açtı iyice. Sanırım o da senden yanaymış Halbuki ben anlamlı birşeyler yazmaya çalışırım sonunu da ilham perisine bırakırım diyordum. Ama maalesef olmadı. Bir girişi güzel oldu o kadar. Sanırım yazı yazma kabiliyetim seni aklıma getirmemle alakalı. Seni abarttığım kadar yazabiliyorum, zaten sen benim yaşatıp, abarttığım kadar değil misin Ha bir de merak ediyorum: şimdi sen hayatımda yoksun ya; ben senin adını rahatça söyleyebilince mi aşk oluyor yoksa söyleyemeyince mi ?
Yazdık bişiyleğ, eleştirirseniz ajayip sevinirim.
uzaklar
Uzaklarda bir yerlerde
Güneş doğuyordur belki de
Tüm sıcaklığıyla ısıtıyordur her yeri
Aydınlatıyordur pencerelerimizi birer birer
Arkadaşı rüzgar kanatlandırmıştır aralıklı duran perdelerimizi.
Filizlenmiştir belki de bir tohum uzaklarda
Yeniden doğan bir bebek gibi
Ağlayarak başlamıştır yaşamaya
Oysa sevincindendir hıçkırıkları , bilirim.
Her sabah istikrarla söken şafakla beraber
Doğuyordur onun için de yepyeni ümitler..
Belki saatleri umuda ayarlama vakti gelmiştir artık uzaklarda
Şiddetli depremler sonrası gelmiştir sıra
Yıkılmış hayallerin, enkaz altında kalan sevinçlerden arta kalanı toplamaya
Koymak vakti gelmiştir onları tozlu ceviz bir sandığın içine
Ve kilitleyip atmak onu acıtıcı mavilikte denizin
Işın süzmeli azgın sularına..
Ve bir daha arayıp sormamak lazımdır
Sandığın hatrını belki de
Birgün tüm o enkazın geri geleceğinden şüphen olmasa bile..
Öyle bir zaman geldi ki,
Tükenmek hiç durmayacak zannettik...
Ve hatta (asıl vahim olan),
insanlar hiç doymayacak zannettik.
Garipsemedik, şaşırmadık, gitmedik...
Herkes bize yemediklerini salladı,
Biz kuyruğumuzu salladık;
Düşünmedik.
Biz köprü altında iki kediydik
Ve en son gururumuzu yedik.
II
Zaman öyle kibirli gitti ki,
Hiçliğin durmayı zannederek tüketeceğini
farkettik...
Ve hatta (asıl saçma olan),
insanlar mutlu olmayı öğrenir zannettik.
Umursamadık, yadırgamadık, gülmedik...
Bazıları için dünyamız çok dardı
Bizse gökyüzünde yüzüyorduk hep,
"Miyav" bile demedik.
Biz köprü altında iki kediydik
Ve en son gururumuzu yedik.
+Aşkım bugün Gıriin' den dağ kekikli tavuk yiyelim mi, sonra da Sıtarbaksa gider java çip çaklıt alırız olur mu, olur muu ?
-........(Lan bi kere de demiyosun anasını satayım Kız Kulesi'nin oraya gidelim, pilav nohut yaparız açık ayranla götürürüz, ben de senin bıyığını silerim ehi ehi " diye )..
+Nooldu aşkısı daldın yine ?
-hee e, tabi alırım bitanesi aşkolsun..
Bir işkence çeşidi olarak :
Tıka basa otobüste liseli kız grubunun " kaynananla aynı evde oturur musun ? " adlı söyleşisini dinleyerek yolculuk yapmak.
çelişkiler için ben nerede hata yapıyorum demek ? çelişkileri umuda dönüştürebiliyor.
sadece karşında ya da kendinde hata aramayarak tabi ki. ( ama karşı da hata aramak çelişki yapabiliyor, kendinde hata aramak ise umuda dönüştürebiliyor. ) Bazı durumlarda ise tam tersi.
aslında hafıza da yolculuk ettirir kendinde hata aramak, birnevi dianetik terapisi.
dianetik terapi'nin özü de beyinin sınıflandırma mekanizmasını kullanarak yaşanılan manevi acıyı düzeltmektir. Ki bu da hafıza da yolculuk ederek, o yaşanılan acıyı tekrar sınıflandırmaktır. ( bunu da beyin kendisi yapar ) O acı bir yerden sonra, normal bilgiye dönecektir. Hafıza/dert özü bu'dur. Hafıza ve dertte yolculuğun ayrımını ise yapmak için anlatılanı tam bir bütün olarak değerlendirmek gerkemektedir. gestalt psikolojisinden yararlanmaktır.
gestalt psikoloji ise; bütün,parçalardan fazla ve farklıdır.
aslında gestalt ve dianetiği ayıran ve birleştiren noktalar şunlar.
ilk başta sadece bir bütün olarak değerlendirir gestalt ve dianetiğin aynı noktası. Dianetikte ise bir yerden sonra o bütünün, yavaşça derinine inerek hangi parça bütünü bozuyor ona bakılır. aynı gibi gözüken ayıran noktası ise bu'dur.
Hafif sunturlu bakardın, bilirdim
Kara kadifeden bir ay kesilirdi duyardım
Ben sürünürdüm, ardından notalar
Parmaklarım hala nasırlı, yüzün hala eski
Sevgilim....