lise yıllarında sınıfta galatasaray fanatiği bir arkadaşım vardı. sınıfın hatta okulun en haylazı en fanatiği. öyle ki galatarasay ın maçının olduğu ve ertesi günü okula gelmediğinde, hocalar sorar, arkadaşları evinden getirtirlerdi. bende galatasaraylıyım ama, ortalama bir kız ne kadar taraftar olabilirse o kadar.
bu arkadaş sürekli ders kaynattığından sınıf hocamız bizi yanyana oturttu. bende çalışkan iyi bir öğrenci sayılırım, aslında çaktırmadan yaramazlık yapan, masum yüzlü sinsilerdendim ya neyse. kısa bir süre sonra ben de futbol fanatiği olmuştum. sadece futbol mu sigaralarını saklamalar, kopyalar vermeler, sadece o olsa iyi arka sıradaki bütün arkadaşları. kimsenin benden şüphelenmek aklına dahi gelmiyor, sekiz yıllık kronik sınıf başkanı ben. kitap film derken esprileri anlatamam nasıl güldürüyor, kırıp geçiriyor. tabi bende de bir takım ufak değişiklikler olmuyor değil. saçlarıma fön çekmeler, gözlerime hafif makyaj falan derken o inek imajımı biraz değiştirdim haliyle. sonra yaz tatili geldi, kabus gibi çöktü adeta. ben o zaman anladım ki aşık olmuşum farketmeden. koca yaz oturdum ağladım düşündüm napcam diye. sonra söyleyeceğim başka çaresi yok dedim. öyle ya en iyi arkadaşı benim, o kadar iyi anlaşıyoruz, herkeste benim erkek arkadaşım sanıyor zaten. okulların açılacağı zaman yaklaştı, yavaş yavaş uykularım düzene girdi ve moralim biraz düzeldi derken beni aradı. okulun ilk günü benimle konuşmak istediği çok önemli bir konu varmış ve mutlaka gelmeliymiş. o anı dünmüş gibi hatırlarım. nasıl bir mutluluk tarif edemem. demek ki oda benimle aynı durumda ve söyleyecek bana aşkını diye mutluluktan ağlamıştım.
okula gittim tabii sabaha kadar uyuyamadığım için uykusuz ve çok gergindim. ama onu görünce hepsi geçti. fakat onun halinde bir tuhaflık vardı. ''hadi gitmemiz lazım'' dedi. ''okuldan kimsenin görmeyeceği bir yere gidelim'' dedi. kız kulesinin önüne gittik. ve birden henüz daha hiçbir şey söyleyemeden hüngür hüngür ağlamaya başladı. ben çok şaşkındım, neler olduğunu anlayamıyordum ama kötü bir şeyler olduğunu seziyordum. '' noldu'' diye çaresizce sormaktan başka birşey gelmiyordu elimden. sürekli noldu diyordum. sonra ceren isimli bir kıza aşık olduğunu ama onun başka birini, hatta arkadaşı mıymış neymiş onunla çıktığını söyledi. aslında ona yakın davranmış, duygularıyla acımasızca oynamış arkadaşına yaklaşmak için. ama çok seviyormuş ne yapacağını bilmiyormuş, başkasına anlatamazmış, hep kızlar gibi ağlıyormuş ne yapmalıymış.... hiç hatırlamıyorum gerisini. sesi filmlerdeki gibi, çok uzaktan uğultu gibi geliyordu artık. kafamın içinde ben sadece ''ceren ceren ceren'' diye tekrar edip duruyordum. sonra ben de bir sigara istedim ve boğazımın acımasına aldırmadan derin ve boğucu koca bir nefes çektim içime. öksürmekten o kadar yaşarır mı insanın gözleri çok şaşırdık ikimizde.
hayat çok acımasızdı evet ve biz daha 16 yaşındaydık. aşk acısı çekenlere ne iyi gelir henüz bilmiyorduk.
Çocukluk aşkım. Mahalle arkadaşım. 6 7 yaşlarındayken vurulmuşum seda'ya. Mahallenin iki orta sınıf ailesinin çocuklarıydık. Hatta onların durumu bizimkinden de kötüydü. Küçükken onun için erkeklerle maç yapmaz, gider onunla evcilik oynardım. Bu yüzden erkekler arasında "satıcısın olm sen. Kıza sattın bizi. Sen de kızsın." gibi sayısız baskılar ve ithamlar altında kalmıştım. Neyse ki çocukken uzun süre küslük olmuyor, 10 dakika sonra erik ağaçlarını talan etmeye gidiyorduk.
Seda ile ben evliydik. Mahallede de herkes bunu bilirdi. Biri kötü bir şey söylese kavga ederdim onun için. Onun oyuncak bebekleri vardı. Bir de küçük erkek kardeşi. Bebeklerden birini ve kardeşini, oyun oynarken çocuğumuz yapardık.
Ben ona evden bulduğum 250 bin demir parayı verir, git bununla çocuklara çubuk kraker al derdim. (7 yaşındasın amk. Bu ne babaçlık değil mi?) o da gider alır kendi yerdi. Bana da bir iki tane verirdi. Şerefsiz.
Bir gün yine bir oyun esnasında biz seda ile öpüştük. (evet ağzından) ve bunu sürekli hale getirmiştik. Oyun oynarken bir şekilde öpüşüyorduk. (French kiss değil tabi. Yanaktan öpmenin dudak versiyonu)
Bir gün bizi bu esnada annesi gördü. Öf. Kadının uzaktan "napıyorsunuz siz?" diye bir bağırışı var. Hala kulaklarımda. Sonra gitti en yakın yerden ısırgan otu kopardı birkaç tane. Tabi eline sardığı peçeteyle. Yaz günü. ikimiz de şort ve sıfır kol t-shirtlerimizleydik. Bizi o ısırganla öyle bir dövdü ki. Hayatımda yediğim en yaratıcı dayak. Kadın elini sürmedi ama bütün vücudumuzun anasını sikti. (eşit davrandı ama. Kayırma yapmadı. Helal olsun. Sosyal demokrat kadınmış. Bir bana vurduysa bir ona vurdu. Takdir ettim.)
Biz bir süre görüşmedik tabi. O zamanlar kaçırmayı bile düşünmüştüm onu. Neyse sonra annesi affetti bizi. Ben yine onların evine girmeye başladım. (yine gizli gizli öpüşüyorduk)
Gel zaman git zaman bizim seda ile 7. Sınıfa kadar inişli çıkışlı bir ilişkimiz oldu. 7. Sınıf sonunda şehir değiştirme kararı aldı ailesi. Babası işlerini büyütmüş, aileyi de yanına almaya karar vermiş. Gittiler. Tekrar yaz tatiline geldiklerinde çok değişmişti seda. Zengin olmuşlar. X5 ile geldiler şehre. Sınıf atlanmış, burjuva olunmuş. Artık bana "hadi ordan salak" diye bakıyordu.
Ben işte o gün anladım komünizm parayı bulana kadar diye. Noldu hanımefendi? Bütün oyuncakları ortak kullanıyorduk. Noldu komün hayatımız? Çünkü benim daha fazla vardı oyuncağım. Dimi?
Ondan sonra aşkımı kalbime gömmeye karar verdim. Ve biz hiç konuşmadık sonrasında..
Yeditepe üniversitesi tam burssuz mimarlık okudu. (zaten kafa basmıyordu. Ben daha akıllıydım ondan) Geçen sene de evlendi. Elemanın tipte bir bok yok ama zengin tabi. Davul dengi dengine.
Umarım mutlu olurlar.
Neyse gidip biraz stalklayayım. Belki tekrar fakir olmuşlardır. Bu sefer ben gidip "hadi ordan salak" diye bakarım ona.
Biraz uzun ama, okumanızı tavsiye ederim. Almanyada yaşıyorum ve benim ilk aşkım21 yaşımda başladı sözlük.
Evet inanmayacaksın belki ama ben o yaşıma kadar kendimi hep ilk aşkıma diye sakladım. Halbuki o zamana kadar çok fırsatım olmuştu. Teklif edenler çok olmuştu. Almanyada yaşıyorum. Lisede sınıfımız 30 öğrenciden oluşuyordu. 8 erkek, geri kalan kız. Bu kızlar arasında rus, polan alman, bilumum milletlerden kız vardı.
Koca okulda benden başka türk olmadığından bana başka gözle bakıyorlar, herkes tarafından ayrı seviliyordum.
işte bu yüzdendirki sınıfın yarısı bana bayılıyordu. Ben ise (şimdi çok pişmanım) kendimi ileride gerçekten seveceğim kişiye adamıştım (o zamanları yoktu gerçi kimse).
Her neyse yıllar yılları kovaladı ve 21 yaşımda onu gördüm. Adı Mürvet' di ve benden 1 yaş küçüktü. Bu kız benim oturduğum şehrin 50 km uzağında kalan Duisburg diye bir şehirde yaşıyordu. Okadar deli gibi araştırmalar yaptımki sözlük, kaldığı adresi, telefon numarasını vs buldum. Bir gece (çok iyi hatırlıyorum kış 2009, o sene Avrupa en soğuk kışı yaşıyordu) çantamı sırtıma aldım, ve trene binip gece yarısı Duisburga doğru yola çıktım. Çantada 3 4 redbull (uyuya kalmamak için), tüm sokakta bulunan evlerin posta kutusuna atmak için yeterli miktarda, içinde şiirler yazan ve sadece Mürvetin anlayabileceği bir isim ile imzalanmış şiir kağıtları (herkese dağıtmamın nedeni, kimse şiirlerin mürvete atıldığını anlamasın, kızın başını yakmayım, bu yüzden bütün sokağa dağıtayım düşüncesindeydim).
ayrıca çantada çocukların sokakları çizdikleri renkli tebeşirler vardı. Herneyse gece 1 gibi vardım kapıya. Sokaklar bomboş ve ben tirtir titriyorum. Arka arkaya yaktığım sigaralarda ısıtmıyor içimi. Karşı apartmanın önüne geçtim oturdum. Belli bir süre sonra, tabi herşeyden habersiz perdeyi aralayıp dışarı bakınca beni gördü. Napacağını şaşırdı. Bir perdenin arkasından bakıyor, bir hafif aralıyor, diğer yandan mesaj atıyor "git burdan, gören olacak" diye. Belli bir süre sonra baktım artık perdeyi aralayan yok, dedim bu kesin uyudu. Aldım elime renkli tebeşirleri ve sokağı baştan aşağı boyadım sözlük.
Bildiğin 500 metlerik caddeyi kalplerle süsledim sözlük-arkadaşlarım. Tek isteğim sabaha kadar yağmurun veya karın yağmaması. Saat 4 gibi işim bitti. O saatde ne tren kalkar almanyada nede otobüs. Evime 50 km uzağım. Taksi için para yok aq. Oturdum karşı apartmanın önündeki soğuk kaldırım taşına, bir yandan reddedilmişliğin acısı ile gözlerimden süzülen yaşlar, diğer yandan götümden giren buz gibi soğuk.
Herneyse uyanık komşular beni sırtımda çanta ile gecenin bir yarısı sokağın ortasında görünce hırsız sanıp polis çağırmışlar. Gittik karakola, aldılar beni sorguya. Ne arıyorsun gecenin bir yarısı orada, hırsızmısın vs vs. Almanca "serenat nedir bilirmisiniz?" dedim, ne bilsin gavur "yok" dediler. "Çantamdakileri çıkarın bakın" dedim. Açtılar, içinde redbull, şiirler ve tebeşir var. Türk bir polis abi vardı. Geldi sağolsun okudu şiiri, patlattı kahkahayı, anlattı alamanlara durumu. Onlarda sağolsunlar hoş karşılayıp sıcak bir kahve verip, bide iyilik olsun diye tren garına götürdüler.
Sabah saat 6 - 7 arası. Hala zifiri karanlık yani. Allahtan artık trenler seferlere başladı. Buldum treni, bindim ve daha ilk dakikada uyumuşum sözlük. Fazla geçmeden mesaj geldi. Baktım Mürvet. Okadar şeyi gördükten sonra, gerçekten aşık olduğumdan emin olduğunu ve onunda bana karşı boş olmadığını öğrendim. Ve böyle başladı herşey sözlük. 3 yıl devam etti. Evlenecektik. Ama ailesi zorla birine verdi sözlük.
3 ay önce evlendi. Hatta düğün gecesi, millet dağılırken, arka kapıya gidip vedalaştık kendisiyle. "Bu dünyada olmadı, öbür dünyada buluşacağız" diye birbirimize söz verdik. Düğün günü ölmek istedğim tek gündü sözlük. Şuan mutlumudur, değilmidir bilmiyorum ama ben çok mutsuzum sözlük...
iyi biriydi hatta dünyanın en iyi kalpli insanıydı. Dizlerine başımı koyduğumda saçımı okşar. Bana sevgi dolu gözlerle bakardı. O gerçekten aşık olduğum ilk insan benim annemdi.
evlenme teklif ettim tokat attı öğretmene söyledi o da dövdü beni. annesine söylemiş. o da geldi şikayet etti öğretmene, öğretmen bi daha dövdü. 8 yaşındaydım. sevmiştim ulan ben o zalımı.
6 yaşındaydım.. Arabaların vızır vızır geçtiği ana caddenin bir uzantısı olan sevimli bi sokakta 2 katlı müstakil bi evin 1. katında yaşıyorduk o yıllar.. Küçük olmama rağmen sokağın ritmine ayak uydurmuş biriydim ben.. Nazan Öncel hayranı Zeynep ablanın müziği sokağa naklen yayın yapmasını, ak sakallı bi amcanın el arabasıyla gezip çocuklara şeker dağıtmasını (Bi keresinde ablamı kaçırmaya yeltenmişti, pis herif), annemlerin camdan cama muhabbetlerini ve daha nice olanı biteni sanki dünmüş gibi hatırlıyorum.
Pek çoğunuz gibi çocuğun gerçekten çocuk olduğu, çocukluğunu doya doya yaşadığı 90'ların çocuklarındanım ben de.. Yaşım küçük olmasına rağmen hemen her gün sokağa çıkar ablalarımla ya da arkadaşlarımla oyunlar oynardım.. Arkadaşlarım tarafından çok sevildiğimden midir yoksa başkalarının annelerinin kapılarının önlerinin kirletilmesinden hoşlanmadıkları için midir bilemem ama mahallenin bütün çocukları bizim kapının önünde oynardı.. Her ne kadar isimlerini hatırlamasam da, çok iyi anlaştığım iki tane de arkadaşım vardı.. Tabiki her üçlü grubun kaderinde olduğu gibi birini diğerinden daha çok severdim ben de. (isimlerini hatırlamadığımdan az sevdiğim arkadaşıma Gıcık, çok sevdiğim arkadaşıma ise Islak adını vereyim de anlatımda bi kargaşa olmasın) En sevdiğim arkadaşım, maddi durumu gayet iyi olan, eğitimli bi ailenin kızıydı.. Bu kız ne zaman bi yere otursa mutlaka oturduğu yere biraz ıslaklık bırakarak kalkardı, istisnasız yapardı bunu.. O'nu ne kadar çok sevsem de, Gıcık'la beraber geçerdim dalgamı: bak bak kalkıyor, kesin ıslatmıştır oturduğu yeri yine nihahahah!
Neyse efenim bi gün Islak'la bizim kapının önünde oyun oynarken Gıcık geldi.. "Kızlar ben artık büyüyünce kiminle evleneceğimi buldum.." dedi.. Islak'la birbirimize baktık ve nasıl bulduğunu sorduk haliyle.. Bi amca buna " maşallah çok tatlı kız olmuşsun, büyü de oğluma alayım seni" demiş.. Bizim bu salak da tabi havalara girmiş.. Neyse Islak'la darısı başımıza bakışları attıktan sonra üçümüz oynamaya başladık.. Bi süre sonra bahsi geçen amca sokakta göründü ve bizimki yeni gelin edasıyla adamla selamlaştı, konuştu falan filan.. Adam gidince bizim Gıcık döndü bize ve "size evleneceğim kişinin evini göstereyim mi?" dedi. Biz de merak ettik tabi ve peşine takıldık hemen.. Bizim evin 4-5 bina öte çaprazında tek katlı müstekil bi evdi, Gıcık'ın müstekbal kocasının evi.. Gıcık, orda oynamamızı teklif etti.. Çocuk sokağa çıkarsa hem görmüş olurduk. Kabul ettik ve el şaklatmaca oynamaya başladık.. Bi süre sonra cam açıldı. Ve kara kaşlı kara gözlü, beyaz tenli bi çocuk camda belirdi.. Ya ortaokul ya da lise çağlarında (okul üniforması pantolon ceketti) olan bu çocuk bizimkinin aşık olduğu çocukmuş.. Allam allam, O cama çıktığında bi anda benim de kalbimde bi hareketlenme oldu..Resmen arkadaşımın aşkına aşık oldum. Bunun kötü bir şey olduğunu tahmin edebiliyordum ama engel olamıyordum bi türlü.. (işte bu yüzden Gıcık kod adını verdim) Çok pis gaza gelmiştim, o çocuk benim kocam olmalıydı, O Gıcık'ın değil !! Kendimi göstermek için birden sivrildim.. Sözde oyun adı altında ayaküstü serenatlar yapmaya, hiç olmayan şarkı sözleri uydurup söylemeye başladım..Tanrım aşk beni besteci yapmıştı daha ne olsundu. (Acaba o gün, çocuk hakkımda ne düşünmüştü inanın çok merak ediyorum)
Algıda seçicilik mi dersiniz yoksa tesadüf mü bilmem ama o günden sonra çocuğu sıklıkla camdan bakarken gördüm.. Biz bizim kapının önünde oyunlar oynarken o da bizi izlerdi. Gerçi ben O ne zaman pencereye çıksa hemen oyunu bırakır, kaldırıma oturur ona bakardım.. Ben O'na bakınca o başını diğer tarafa çevirirdi. Ben de du bakalım ben başımı diğer tarafa çevirsem tekrar bizden tarafa bakar mı çakallığını yapardım ve evet, başımı aksi yöne çevirip bi süre o tarafa baktıktan sonra ani bi hamleyle döndüğümde bizden tarafa bakarken yakalardım O'nu.. ilginçtir, yakalandığı an başını çevirirdi hemen.. Bildiğin adamla bu şekilde cilveleşirdik.. Hadi o zamanlar öyle düşünürdüm ama hala daha öyle olduğunu düşünüyorum, başka bi açıklama bulamıyorum..
Adını hiçbir zaman öğrenemedim ilk aşkımın..Gıcık'a da sormak hiç aklıma gelmemişti sanırım.. Aşkımı o zamanlar 10 yaşında olan ablama söylediğimde "yaşıtın olan birini sev" nutukları çekmesi gerekirken çocuğa kod adı olarak Levent adını takmıştı.. *
Bir gün ben düştüm. Başıma dikiş attılar ve üzerini de kocaman bi gazlı bez parçasıyla kapattılar..Allahım alnımda kocaman bi yumak bant vardı ve bu yüzden çok çirkin göründüğümü, Levent'in artık beni beğenmeyeceğini düşünüp daha çok üzülüyordum..Aksine bu kafamı yarma olayım aslında bana büyük bi fırsat sunmuştu.. Biz yine arkadaşlarla bizim kapının önünde oynarken Levent pencereye çıktı ve 100 metre mesafeden alnımdaki koca bandı gördü ve hiç yönünü değiştirmeden baktı baktı durdu.. Aynı gün içinde mi yoksa başka bi gün mü bilmem (hatırlamam imkansız) arkadaşlarıyla birlikte bizim kapının önüne gelmiş ve bizi izlemişlerdi.. Konuştuk mu o an hatırlamıyorum ama sokağa hiç çıkmayan çocuğun bizim kapının önüne gelmesi pek bi ilginçti..
Levent hakkında hatırladığım bunlar..(zaten bu olaylardan bikaç ay sonra taşınmıştık o sokaktan) O benim ilk aşkımdı.. Aslında arkadaşımın aşkıydı; ama napayım ben de aşık olmuştum.. O'nun da beni sevdiğine kendimi inandırmıştım ve şu an hatırladığım anılar sayesinde onun bi sübyancı olduğunu düşünsem de nihayetinde o benim ilkimdi.. ilk aşkım ve tek hıyanet kaynağımdı.. Evet hâla benden büyük adamlardan hoşlanıyorum belki ama arkadaşımlarımın aşklarına asla ve asla sulanmıyorum.. 6 yaşında fena dalgalanan ben, 24 yaşımda öyle bi duruldum ki hiç kimsenin aşkı olmayan adamlara bile sulanmıyorum artık..
O değil de bizim Gıcık ya gerçekten hayaline kavuştuysa?? Aman allahım !! *