iyiye delalet değildir. en azından bize böyle öğretildi.
ajdar.. o kitleleri peşinden sürükleyen, kendine taktığı hiperstar lakabıyla milyonlarca vatandaşımızın kalbine seslenen bir fenomen. "kolay iş değil hocu, kolay iş değil" dedi alihan, az önce yaptığımız telefon görüşmesinde. "bu adamın yakaladığı popülariteyi senelerdir elde edemedim ben, zaten onu dövmemin bir sebebi de buydu aslında" diye deam etti. bir an içim sızladı, bu olmamalıydı. alihan bu hiperstarın altında ezilmemeliydi. suçlu aradım, bulamadım. ajdar adeta elime aldığım küçük kartopunun tarafımca yerde yuvarlanmasıyla oluştuğu devasa kardan adama benziyordu. ajdar buydu, ve giderek büyüyordu.
bilinçaltım vardı benim, kimseye gösteremediğim. laplace'ın şeytanına özenen bir sol lobum vardı. ve bunları engelleyen evcil acılarım. ajdar bilinçaltıma giderek işliyordu ve ben bunu engelleyemediğim için kendime bir yandan kızıyor, bir yandan da kaçınılmaz sona doğru yaklaştığımı fark ediyordum. hayatımı ele geçirmeye çalışan bu "virüs"e karşı koyamamak başta ben olmak üzere etrafımdakileri çok üzüyordu. çaresizlik, kötüydü.
uyuyorum, yapıyorum bunu. dün akşam da yaptım. olacaklardan habersiz bir şekilde yaptım. gözlerimi kapatmam ve uykuya dalmam arasında geçen 7 dakika 34 saniyelik süre içerisinde aklımda, alihan'ın ajdar üzerindeki fiziksel darbeleri, ajdar'ın çikita muz şarkısı ve birtakım hatun siluetleri geldi. ancak bilinçaltımın bunların bir sentezini yapacağını nerden bilebilirdim? bilemedim. artık zaman gelmişti. o yanımdaydı. yakındı.
gerçek gibiydi, ajdar bilgisayar masamın önünde oturmuş öylece bana bakıyordu, sanki gerçekti, kalksam dokunacak gibiydim. kalkmadım, bunu göze alamadım çünkü ajdar benim için bir tabuydu, bir simgeydi o. varlığına bile kendimi inandıramıdığım bir cyborgdu. karşımdaydı, bir an için ağzını açtı, bir şey söyleyecek gibi oldu, söylemedi. "sen" dedim, sen "o"sun. umarsız bakışları beni giderek yaralamaya başlamıştı, bir şeyler yapmalıydı. o haşin, o hiperaktif aynı zamanda hiperstar bu adamın artık varlığını hissettirmesi gerekiyordu diye düşündüm, rüyamda. "ben" dedi kesik kesik, "ben aslında yokum ve artık beni dert etmeni istemiyorum" dedi. o an başımdan kaynar sular döküldü. "o" gerçekten yok muydu? yoksa "o" hayallerimde yarattığım bir kahraman mıydı? bunun gibi zilyon tane soru beynimi kurcalamaya başladı. tam o sırada nereden geldiğini başlarda anlayamadığım bir ses duydum "ajdar ismail yk'ya ne dedieeaağğ", "ajdar ne cevab verdieeaağğ" tarzı bir şeydi. sanki gerçeğe yaklaşıyordum, gözlerim o derin tünelden çıktı ve açıldı. uyanmıştım ve karşımdaki televizyonda bir magazin programı dönüyordu. sevindim.
sevincimi yastığımla paylaştım, sarıldım, ajdar niyetine. bir an için ajdar'ın olmadığı bir dünyaya yelken açtığımı düşünsem de hala var olduğunu öğrenince kendimi müthiş bir ruh hali içerisinde buldum. ne olur bırakma bizi ajdar! sensiz bu dünyanın bir anlamı yok.
rüyada gördüğümüz diğer şahıslar tarafından, ulan bu da giriyosa buraya ben yokum arkadaş, tarzı bir ifadeyle, jenna jameson, eva angelina, sakallı dede gibilerinin rüyamıza bir daha girmemesine sebep olacak olay.