Ehl-i hikmet demişlerdir ki: feyz-i am olan vucud-ı sâri için akl-ı külden dokuz akla, onlardan dokuz akla, onlardan dokuz nefse, onlardan dokuz feleğe, onlardan tabayi-i erbaaya (kuru, yaş, sıcak, soğuk), onlardan ateş, hava, su ve toprağa varıncaya kadar hepsi tarik-i mebdedir. Topraktan madene ondan bitkiye, ondan hayvana, ondan insana ve insan-ı kâmile varıncaya kadar tarik-i meaddır. O halde nur-i ilahi ve sonu gelmeyen feyz Ehadiyyet mertebesinden akllar üzerine, onlardan nefler üzerine, onlardan göklere, onlardan tabiatlara (kuru, yaş, sıcak, soğuk), onlardan anasıra (ateş, hava, su, toprak) nazil ve faiz olur ki, buna mebde ve kavs-i nüzul da derler. Sonra topraktan madene, ondan bitkiye, hayvana, insana ve insan-ı kâmile çıkarak geri dönüp insan-ı kâmilden hak Teâlâya ulaşır. Bu o ilahi nurdur ki, önce o makamdan başlayıp sayılan makamları geçtikten sonra yine kendi makamına dönerek devresini tamamlar. (her şey aslına rücu eder) düsturunca, o nur aslına gider. Ve o ki: <iş başlangıcı ondan, sonu yine onadır> buyurmuştur ve bu vücud-i sârinin emri devri olduğunu duyurmuştur. Bu rücua geri dönüşe mead ve kavs-i uruc da derler. işte muhabbet-i asliyye hükmüyle ve hakaık-ı kevniyye teveccüh leri ile sâri olan vucud-ı am, tavır ve mazharların her birine kavuştukça o tavrın rengine girip, o mazharın özelliği ile sıfatlanır. Bu sereyan o umumi vücudun tenezzüllerinden ibarettir.
Dünyada kâmil olan vücudun seyrine gelince, onun akllar nefsler, gökler ve anasırdan toprağa inmesi hızlı olup duraklama olmaz. Topraktan madene, bitki, hayvan, insan ve insan-ı kâmile gelinceye kadar olan çıkışında da süratle çıkıp bir yerde takılıp kalmaz. Kemale ermeğe liyakatı olmayan vucud seyr ederken inişinde veya çıkışında takılıp olgunluğa kavuşamaz. inişte bazan suret-i narda, bazan suret-i havada , bazan suret-i ma veya suret-i hakda nice manilerle engellenir. Çıkış mertebelerinde de bazen suret-i madende, bazen suret-i nebatta veya suret-i hayvanda, bazen suret-i insanda, kemala erinceye kadar çeşitli alakalarla haps olur kalır. Mesela o vucud-i sâri bitkiler âlemine girerken bazı afetler arız olup bitki olamaz veya bitki olur, fakat olgunlaşmadan önce bozulup, bir başka şekilde meydana gelir. Bazan itidalden uzak bitkiye dönüşüp hayvanın yemesine layık olmaz. Bazan hayvanın yiyebileceği durumda olur, fakat hayvan yemeden önce zail olur ve bu şekilde nice yıllar engellenir. Bazan bir hayvan insanların yiyebileceği bir durumda iken, insan yemeden önce bozulur, hayvanın insan mertebesine nakl edilmesine mani olur. Bazan insan mertebesine kadar çıkar, fakat insan-ı kâmil mertebesine vasıl olamaz ve aklı küllü bulamaz, dünyaya hayvan gelir, cahil gider. Bazan çıkış mertebelerini kısa zamanda geçip topraktan ağaçlara gelerek süratle meyve suretine girer. insan gıdası olup nufte şeklini bulup insan suretine gelir, akıllı ve arif olur. Fakat akl-ı evvele ulaşamaz, kemalini bulamaz. Bazan suratle buğday, arpa, pirinç ve darı şekline girip insan yiyeceği olur. Meni şeklini alıp ana rahmine dolup alaka ve medga olup insan şekline girerek akıllı, arif ve kâmil olur. Akl-ı evvele vasıl olup çıkışı tamamlamış olur.
Bu şerefli vücudun urucunun, yükselişinin başlangıcı madenler olmuştur. En önce kaygan çamurdur, sonra taş mertebelerine yükselmiştir, sonra kıymetli cevherler mertebesine vasıl olmuştur. Bunlar demir, bakır, kalay, gümüş ve altın gibi madenlerdir. Sonra lal, yakut ve zümrüt gibi cevherlerin mertebesine yükselmiştir. Oradan mercana kadar varıp bitki eserlerinden gelişmeye başlayıp, o mertebeden de yükselerek tohumsuz bitenbitkiler mertebesine varmıştır. Sonra tohum ile biten bitkiler mertebesine, oradan ağaç şeklini alıp hurma ağacına kadar varmıştır. Hurma mertebesinden hayvanların mertebelerine yükselip nice seneler o mertebelerde ömür sürmüştür. Oradan fiil ve şekil bakımından insana benzeyen nesnas, maymun mertebesini bulup daha da yükselerek insan şekline gelmiştir. Burada kemal mertebelerinin suret ve sıretinde ilerleyen insan, insan-ı kâmil mertebelerine ulaşıp ahlak-ı ilahiyye ile dolmuştur. Buradan marifetin kemaline ererek akl-ı külle ulaşıp ahlk-ı küll ulaşmıştır. Bu mertebede varlık dairesi birleşip son bulmuştur. Böylece vucud-i amın devr ettiği anlaşılmıştır.