demek için diyen tiplerin allah bin belasını versin.
lan siz adamla veya kadınla sırf yalnız kalmayım diye birliktesiniz, toplum tarafından onaylanmış bir aşk yaşama gayretindesiniz, hiçbir ortak duyuşunuz, zevkiniz yok aynı anda aynı cümleyi söyleyip aynı sessiz geceye doğru içim sıkılıyor demişliğiniz bile yok. geçip birbirinize ''ruhum'' diyorsunuz. özentisiniz, ölün.
"Hicrân-ı muhîtât ile solmuş, sarı, çıplak,
Râkid, ölü bir havza düşen bir kuru yaprak
Sessizce nasıl izler açar sîne-i mâda,
Ey tûde-i nûr-ı elem, ey çehre-i sâde!
Bir göl gibi durgun uyuyan rûhuma nûrun
Aktıkça, o sâkin suda her lem'a-i dûrun
Bir çîn-i felâket gibi ra'şeyle genişler...
Ey eski kamer, ey ezelî rûh-ı münevver,
Sen şimdi bu tüllerle muhîtâtı sararken,
Nûrunda tesellî, bütün âlâma koşarken,
Yalnız bu derin gölde senin açtığın izler,
Bir gizli gamın şehka-i seyyâlini gizler.
Bir göl ki semâsında ne âhenk, ne sâye
Vermez o büyük uzlete bir hadd ü nihâye.
Gençlik ve emel, hüzn-i civârında dikendir,
Üstünde esen nefhada bir girye nihendir.
Tülden ve buluttan ve bütün sîm ü semenden
Bir hâb-ı serâbî dökülürken yere senden,
Sen her suda bir başka güzellikle doğarsın,
Sen her suda bir başka ziyâ, başka kamersin.
Ormanların âgûş-ı sükûtundan akan âb,
Senden alır âhengine bir girye-i bîtâb.
Göller ki öper hüsnünü yalnız leb-i sâye,
Feyzinle dalar hâb-ı şeb-âvîz-i semâya.
Sevdâlara bir cennet olan sâyeli göller
Altında senin, hüsn-i esâtîr ile titrer...
Rûhumda, fakat, her dökülen katre-i nûrun,
Yalnız bir ölüm, bir ebedî mâtem-i dûrun
Nîlüfer-i giryânını, ey mâh-ı münevver,
Ezhâr-ı leyâlî gibi rûyâ ile besler."
Ruhum esir düştü.
Seni ilk gördüğümde aslında
Kapana kısılacağımı hissetmiştim.
Hislerimi görmezden geldim.
Kaçtım onlardan.
Alışık değildim köle olmaya.
Başı boştu kalbimin beynimin her daim.
Ancak
Kalbime taktın pranganı.
O zincirlerimi koparsam bile gidemiyorum artık.
Alışmıştım kölen olmaya.
Sen beni azat etsen de gidemiyorum artık.
Ben istesem de ruhum istemiyor.
Çok alıştım senin olma duygusuna.