zavallı annem hayatın suyunu içip düşüncelerimi işemeye başladığım zamanlarda kendi kendine hep şöyle söylenirdi;
-bu çocuk ne olacak böyle
altı küsür milyar insanın hepsinin hayata baktığı pencerelerine taş atıp kıran bendim! 17 yaşındaki genç bir kız yakaladı beni! yedi yıl önce! karanlık bir gecede! bedelini istedi! kırmamın! hem hayata baktığı pencerenin hem de kalbini kırmamın bedelini! ödedim! hepsini!
hayatın bedelinin slipine imzamı gözlerim kapalı attım!
sonra, varlığıma bir neden aradım! dinsel, ailevi, geleneksel, post modern! materyalist düşünce ile ya da! hepsini düşündüm! hepsini ameliyat ettim sabahlara kadar! tanrı dedim! bilim dedim, insanlık dedim...
hepsini denedim! hepsini giydim! bol geldi bir kaçı! bir kaçı dar! bir kaçı da yakışmadı! kestim attım bir sabah hayatla olan bağımı! 34 dikiş atıldı bileklerime! onlar diktiler hayatımı! ben yırttım...
sonra bir gün annemin sözlerini hatırladım. ben ne olacaktım böyle. düşündüm düşündüm ve buldum. kendi varlığına bir neden bulamayarak çıldırmış bir meczup değil, sözcüklerle sevişen bir şair değil, hayatı anlatan ama yaşamayan bir filozof hiç değil. hayatın ta kendisi olacaktım. acıkınca yiyen, kızınca küfreden, sıkılınca kalkıp giden, arzulayınca öpüşen, sevinince gülen, sızlayınca ağlayan, özleyince arayıp soran, aşık olunca ruhu çalkalanan. kendine hiç yalan söylemeyen. ne istediğini hep bilen, ne istemediğine hiç şans vermeyen. yaratıldığı gibi hayvansal güdüleriyle, insanı zaaflarıyla yaşayan kusurlu bir insan. facebook çağının kusursuz makine insanlarından değil, kusuruyla büyüyen bir ilkçağ insanı.