ruha dokunan şiirler

entry31 galeri0
    31.
  1. indim yarin bahçesine,
    parsellenmiş.
    *
    0 ...
  2. 30.
  3. Sarılıp yatmak mümkün değil bende senden kalan hayale.
    Halbuki sen orda, şehrimde, gerçekten varsın etinle kemiğinle
    ve balından mahrum edildiğim kırmızı ağzın, kocaman gözlerin gerçekten var
    ve asi bir su gibi teslim oluşun ve beyazlığın ki dokunamıyorum bile...

    nazım hikmet
    0 ...
  4. 29.
  5. hepsi budur; kenardaki otlar..
    yüzüm hep suya bakar benim,suya dalar çıkar.
    bu göl; içinden bir ömür geçirdiğim dünya
    bu durduğum, peşim sıra büyüsün diye rüya
    bu yavrular,kanat açtığımız,
    birbirimizin göğsüne durduğumuz filan...
    bu gördüğün göl kadar.bir de işte kenardaki otlar..

    kuğuysan, yeminliysen bir ömür bir aşka.
    diyeceğim; gitsen başka düğüm kalsan başka.

    ama vardı gidenler, onlarda gördüm;
    (her gidende seyreklikti, birşey, uçtun da orda ne gördün!)
    gitmeyi seçtim ben,kaldım üst üste, kördüğüm.

    öğrendiğim;bir kuğu yeminliyse aşka ömrü gibi
    göldür bütün dünya, bitmez boyun eğriliği.

    (bkz: birhan keskin.)
    0 ...
  6. 28.
  7. ben seni sevdim mi? sevdim, kime ne
    tuttum, ta içime oturttum seni
    aldım, okşadım saçlarını, öptüm
    içtim yudum yudum güzelliğini

    ben seni sevdim mi? sevdim elbette
    bendeydi özlemlerin en korkuncu
    çıldırırdım sen ne kadar uzaksan,
    aşk değil, hiç doymayan bir şeydi bu

    ben seni sevdim mi? sevdim doğrusu
    sevdikçe tamamlandım, bütünlendim
    biri vardı ağlayan gecelerce
    biri vardı sana tutkun; o bendim
    ben seni sevdim mi? sevdim en büyük
    en solmayan güller açtı içimde
    ömrümü değerli kılan bir şeydin
    sen benim bozbulanık gençliğimde

    ben seni sevdim mi? sevdim, öyle ya
    bir çizgiye vardım seninle beraber
    ve bir gün orada yitirdim seni
    ben seni sevdim mi? sevdim, ya sen beni.

    ümit yaşar oğuzcan - ben seni sevdim mi ?
    0 ...
  8. 27.
  9. ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda
    yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim
    oysa bilmediğin bir şey vardı sevgilim
    Ben sende bütün aşklarımı temize çektim

    imrendiğin, öfkelendiğin
    kızdığın, ya da kıskandığın diyelim
    yani yaşamışlık sandığın
    Geçmişim
    dile dökülmeyenin tenhalığında
    kaçırılan bakışlarda
    gündeliğin başıboş ayrıntılarında
    zaman zaman geri tepip duruyordu. Ve elbet üzerinde durulmuyordu.
    Sense kendini hâlâ hayatımdaki herhangi biri sanıyordun,
    biraz daha fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim.

    Başlangıçta doğruydu belki. Sıradan bir serüven, rastgele
    bir ilişki gibi başlayıp, gün günden hayatıma yayılan,
    büyüyüp kök salan, benliğimi kavrayıp,
    varlığımı ele geçiren bir aşka bedellendin.
    Ve hâlâ bilmiyordun sevgilim
    Ben sende bütün aşklarımı temize çektim
    Anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana
    Bütün kazananlar gibi
    Terk ettin

    Şimdi biz neyiz biliyor musun ?
    Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
    Birbirine uzanamayan
    Boşlukta iki yalnız yıldız gibi
    Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz

    Şimdi biz neyiz biliyor musun ?
    Yıkıntıların arasında yakınlarını arayan öksüz savaş
    çocukları gibiyiz. Umut ve korkunun hiçbir anlam
    taşımadığı bir dünyada bir şey bulduğunda neyi,
    ne yapacağını bilemeyen çocuklar gibi.
    Artık hiçbir duygusunu anlayamayan çocuklar gibi
    Ve elbet biz de bu aşkta büyüyecek
    Her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz

    murathan mungan - yalnız bir opera
    1 ...
  10. 26.
  11. Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.
    "O olmazsa yaşayamam." demeyeceksin.
    Demeyeceksin işte.
    Yaşarsın çünkü.
    Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
    Çok sevmeyeceksin mesela. O daha az severse kırılırsın.

    Ve zaten genellikle o daha az sever seni,
    Senin onu sevdiğinden.
    Çok sevmezsen, çok acımazsın.
    Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
    Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
    Senin değillermiş gibi davranacaksın.
    Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de
    korkmazsın.
    Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
    Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
    Paldır küldür yürüyebileceksin.
    ille de bir şeyleri sahipleneceksen,
    Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
    Gökyüzünü sahipleneceksin,
    Güneşi, ayı, yıldızları...
    Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
    "O benim." diyeceksin.
    Mutlaka sana ait olmasın istiyorsan birşeylerin...
    Mesela gökkuşağı senin olacak.
    ille de bir şeye ait olacaksan, renklere ait
    olacaksın.
    Mesela turuncuya, yada pembeye.
    Ya da cennete ait olacaksın.
    Çok sahiplenmeden, Çok ait olmadan yaşayacaksın.
    Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi, Hem
    de hep senin kalacakmış gibi hayat.
    ilişik yaşayacaksın. Ucundan tutarak...

    CAN YUCEL
    birde sevdiğinin sesinden duyduğunda dadından yenmiyür.
    0 ...
  12. 25.
  13. "sen benim hiçbir şeyimsin
    yabancı bir şarkı gibi yarım
    yağmurlu bir ağaç gibi ıslak
    hiç kimse misin bilmem ki nesin
    uykumun arasında çağırdığım
    çocukluk sesimle ağlayarak"

    attila ilhan
    0 ...
  14. 24.
  15. duy
    sesimi her yerden duy
    gör
    yüzümü her yerden gör
    dön
    sebebi halim başka
    kalp kırık dökük yenik aşka

    dön
    sebebim olma gayrı
    dön
    dünleri vur da öldür
    göm
    geçmişi sildim çoktan
    yar adın emir gibi haktan

    o yosun gözlerin düşer gecelerime
    ilkbahar gelir kokunu verir
    her yanı sarar aşk büyüsü
    sevdiğim gülün dile gelir
    yosun gözlerin düşer gecelerime
    ilkbahar gelir kokunu verir
    her yanı sarar aşk büyüsü
    sevdiğim gülün dile gelir

    gücenmediysen kırılmadıysan darılmadıysan dön
    nasip olur da seni bulursam hesap sorarsan sor
    gülüm mü dersin
    ölüm mü dersin
    yeter ki ses gelsin
    bilirim
    senin için yaralı
    0 ...
  16. 23.
  17. yaşamaya dair
    1

    yaşamak şakaya gelmez,
    büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
    bir sincap gibi mesela,
    yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
    yani, bütün işin gücün yaşamak olacak.

    yaşamayı ciddiye alacaksın,
    yani, o derecede, öylesine ki,
    mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
    yahut, kocaman gözlüklerin,
    beyaz gömleğinle bir laboratuvarda insanlar için ölebileceksin,
    hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
    hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
    hem de en güzel, en gerçek şeyin
    yaşamak olduğunu bildiğin halde.

    yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
    yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
    hem de öyle çocuklşara falan kalır diye değil,
    ölmekten korktuğun halde, ölüme inanmadığın için.
    yaşamak, yani ağır bastığından.

    2

    diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
    yani, beyaz masadan
    bir daha kalkmama ihtimali de var.
    duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
    biz yinede güleceğiz anlatılan bektaşi fıkrasına
    hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
    yahut da yine sabırsızlıkla bekleyeceğiz
    en son ajans haberlerini.

    diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için,
    diyelim ki cephedeyiz.
    daha orda ilk hücumda, daha o gün
    yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
    tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
    fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
    bel ki yıllarca sürecek savaşın sonunu.

    diyelim ki, hapisteyiz,
    yaşımızda elliye yakın,
    daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
    yine de dışarıyla beraber yaşayacağız,
    insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla
    yani, duvarın arkasındaki dışarıyla.

    yani, nasıl ve nerde olursak olalım
    hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...

    3

    bu dünya soğuyacak,
    yıldızların arasında bir yıldız,
    hem de en ufacıklarından,
    mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
    yani, bu koskocaman dünyamız.

    bu dünya soğuyacak günün birinde.
    hatta bir buz yığını
    yahut ölü bir bulut gibi de değil,
    boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
    zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.

    şimdiden çekilecek acısı bunun ,
    duyulacak mahzunluğu şimdiden.
    böylesine sevilecek bu dünya
    "yaşadım" diyebilmen için...

    nazım hikmet.
    1 ...
  18. 22.
  19. Yerin seni çektigi kadar agirsin
    kanatlarin çirpindigi kadar hafif..

    kalbinin attigi kadar canlisin
    gözlerinin uzagi gördügü kadar genç...

    sevdiklerin kadar iyisin
    nefret ettiklerin kadar kötü..

    ne renk olursa olsun kasin gözün
    karsindakinin gördügüdür rengin..

    yasadiklarini kar sayma:
    yasadigin kadar yakinsin sonuna; ne kadar yasarsan yasa,sevdigin kadardir ömrün..

    gülebildigin kadar mutlusun
    üzülme bil ki agladigin kadar güleceksin

    sakin bitti sanma her seyi,
    sevdigin kadar sevileceksin.

    günesin dogusundadir doganin sana verdigi deger
    ve karsindakine deger verdigin kadar insansin

    bir gün yalan söyleyeceksen eger
    birak karsindaki sana güvendigi kadar inansin.

    ay isigindadir sevgiliye duyulan hasret
    ve sevgiline hasret kaldigin kadar ona yakinsin

    unutma yagmurun yagdigi kadar islaksin
    günesin seni isittigi kadar sicak.

    kendini yalniz hissetigin kadar yalnizsin
    ve güçlü hissettigin kadar güçlü.

    kendini güzel hissettigin kadar güzelsin..
    iste budur hayat!

    bunu hatirladigin kadar yasarsin
    bunu unuttugunda aldigin her nefes kadar üsürsün
    ve karsindakini unuttugun kadar çabuk unutulursun

    çiçek sulandigi kadar güzeldir
    kuslar ötebildigi kadar sevimli

    bebek agladigi kadar bebektir
    ve herseyi ögrendigin kadar bilirsin bunu da ögren,

    sevdigin
    kadar
    sevilirsin.

    Can Yucel
    1 ...
  20. 21.
  21. Nazım Hikmet

    Yoruldun ağırlığımı taşımaktan
    ellerimden yoruldun
    gözlerimden gölgemden
    sözlerim yangınlardı
    kuyulardı sözlerim
    bir gün gelecek, ansızın gelecek bir gün
    ayak izlerimin ağırlığını duyacaksın içinde
    uzaklaşan ayak izlerimin
    ve hepsinden dayanılmazı bu ağırlık olacak...
    1 ...
  22. 20.
  23. TABUT

    Tahtadan yapılmış bir uzun kutu;
    Baş tarafı geniş, ayak ucu dar.
    Çakanlar bilir ki, bu boş tabutu,
    Yarın kendileri dolduracaklar.

    Her yandan küçülen bir oda gibi,
    Duvarlar yanaşmış, tavan alçalmış.
    Sanki bir taş bebek kutuda gibi,
    Hayalim, içinde uzanmış kalmış.

    Cılız vücuduma tam görünse de,
    içim, bu dar yere sığılmaz diyor.
    Geride kalanlar hep dövünse de,
    insan birer birer yine giriyor.

    Ölenler yeniden doğarmış; gerçek!
    Tabut değildir bu, bir tahta kundak.
    Bu ağır hediye kime gidecek,
    Çakılır çakılmaz üstüne kapak?

    Necip Fazıl KISAKÜREK
    1 ...
  24. 19.
  25. BEKLEYEN

    Sen, kaçan ürkek ceylânsın dağda,
    Ben, peşine düşmüş bir canavarım!
    istersen dünyayı çağır imdada;
    Sen varsın dünyada, bir de ben varım!

    Seni korkutacak geçtiğin yollar,
    Arkandan gelecek hep ayak sesim.
    Sarıp vücudunu belirsiz kollar,
    Enseni yakacak ateş nefesim.

    Kimsesiz odanda kış geceleri,
    için ürperdiği demler beni an!
    De ki: Odur sarsan pencereleri,
    De ki: Rüzgâr değil, odur haykıran!

    Göğsümden havaya kattığım zehir,
    Solduracak bir gül gibi ömrünü,
    Kaçıp dolaşsan da sen, şehir şehir,
    Bana kalacaksın yine son günü.

    Ölürsün... Kapanır yollar geriye;
    Ben mezarla sırdaş olur, beklerim.
    Varılmaz hayale işaret diye,
    Toprağında bir taş olur, beklerim...

    necip fazıl
    2 ...
  26. 18.
  27. kaptan 1

    eflatun gözlerin olduğunu bilmiyordum

    gece yarısını yaşamaktan yorgunum

    ayazın avucunda unutmuştun ellerini
    önünden geçtiğim halde beni tanımadın
    ben değiştim biliyorum hem sakal bıraktım
    şiirlerim kül rengi kumrular gibi uçuşuyorlar
    bakır çalığı göklere katiyyen tahammülüm yok
    hele paris’in gökleri aklımı başımdan alıyor
    bana seni senden evvelki poitiers’li kızı
    hatırlatıyor

    ayazın avucunda unutmuştun ellerini

    karanlığın arkasında kıvılcım gözlü orospular
    gölgelerine yaslanmış evliya gibi bekliyorlar

    ışıklar kırmızı yandığı zaman duracaksın

    ben değiştim biliyorum hem sakal bıraktım
    soğuk gözlerinde buğulanmıştı ölsen tanıyamazdın
    hatta ricardo bile hani vatansız ricardo
    burnumun dibinden geçti geçen gün beni tanıyamadı
    oysa au vieux chatalet’de akşam sabah beraberdik
    üçümüz viyana kahvesi ve sıcak rom içerdik
    üstelik o krapfen severdi güzel olurmuş rivayet
    neden ve nasıl sevdiğini anlayamadım gitti

    yalnızlıktan da kurtulup yalnız kalmak isterim

    montmarte metrosu civarında seni gözden kaybettim
    o zenci yine arkanda mıydı hiç dikkat etmedim
    ağzında yoksul bir ıslık ıslak bir cigara gibi
    sidney bichet’nin caz havalarını çiğneyip tüküren
    o saklasın varsın seni sevdigini biliyorum ben
    yüzünün renginden geliyor bütün üzüntüsü

    bir gazete aldım ama evde okuyacağım

    kahvelerden birine girip bir grog ısmarlasam
    seni öldürmek için çareler tasarlasam
    sükut bembeyaz buz tutsa bıyıklarımda
    ve türküm kaybolsa sessizliğin hırçın türküsü
    ve ben unutulsam yazdığım şiirler
    senin için yazdıklarım herkes için yazdıklarım
    eski padişahlar gibi unutulsa birer birer
    ve ben seni unutsam hiç hatırlamasam
    ellerim oldum olasıya seni unutsalar

    yarı gecenin içinden bir zenci sütbeyaz bakıyor
    rue lafatette’de dünden bugüne geçiyorum
    eflatun gözlerini bir grog kadehinde unuttum

    attila ilhan
    1 ...
  28. 17.
  29. Sevgi Duvarı

    Sen miydin o yalnızlığım mıydı yoksa
    Kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi
    Dilimizde akşamdan kalma bir küfür
    Salonlar piyasalar sanat sevicileri
    Derdim günüm insan arasına çıkarmaktı seni
    Yakanda bir amonyak çiçeği
    Yalnızlığım benim sidikli kontesim
    Ne kadar rezil olursak o kadar iyi

    Kumkapı meyhanelerine dadandık
    Önümüzde Altınbaş, Altın Zincir, fasulye pilakisi
    Ardımızda görevliler, ekipler, Hızır Paşalar
    Sabahları açıklarda bulurlardı leşimi
    Öyle sıcaktı ki çöpcülerin elleri
    Çöpcülerin elleriyle okşardım seni
    Yalnızlığım benim süpürge saçlım
    Ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi

    Baktım gökte bir kırmızı bir uçak
    Bol çelik bol yıldız bol insan
    Bir gece Sevgi Duvarını aştık
    Dustuğum yer öyle açık seçik ki
    Başucumda bi sen varsın bi de evren
    Saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi
    Yalnızlığım benim çoğul türkülerim
    Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi

    can baba
    2 ...
  30. 16.
  31. Öyle bir hayat yasiyorum ki ,

    Cenneti de gördüm , cehennemi de

    Öyle bir ask yasadim ki, tutkuyu da gördüm , pes etmeyi de.

    Bazilari seyrederken hayati en önden,

    Kendime bir sahne buldum oynadim.

    Öyle bir rol vermisler ki ,

    Okudum okudum anlamadim

    Kendi kendime konustum bazen evimde,

    Hem kizdim hem güldüm halime,

    Sonra dedim ki " söz ver kendine "

    Denizleri seviyorsan , dalgalari da seveceksin ,

    Sevilmek istiyorsan , önce sevmeyi bileceksin ,

    Uçmayi seviyorsan , düsmeyi de bileceksin.

    Korkarak yasiyorsan , yalnizca hayati seyredersin. Öyle bir hayat yasadim ki ,

    son yolculuklari erken tanidim

    Öyle çok degerliymis ki zaman,

    Hep acele etmem bundan,anladim...

    Nietzsche
    1 ...
  32. 15.
  33. hani kurşun sıksan geçmez geceden

    yiğit harmanları, yığınaklar,
    kurulmuş çetin dağlarında vatanların.
    dize getirilmiş haydutlar,
    hayınlar, amana gelmiş,
    yetim hakkı sorulmuş,
    hesap görülmüş.
    demdir bu...

    demdir,
    derya dibinde yangınlar,
    kan kesmiş ovalar üstünde mayıs...
    uçmuş, bir kuştüyü hafifliğinde,
    çelik kadavrası koruganların.
    ölünmüş, canım, ölünmüş
    murad alınmış...
    gelgelelim,
    beter, bize kısmetmiş.
    ölüm, böyle altı okka koymaz adama,
    susmak ve beklemek, müşiş
    genciz, namlu gibi,
    e çatal yürek,
    barışa, bayrama hasret
    uykulara, derin, kaygısız, rahat,
    otuziki dişimizle gülmeğe,
    doyasıya sevişmeğe,yemeğe...
    kaç yol, ağlamaklı olmuşum geceleri,
    asıl, bizim aramızda güzeldir hasret
    ve asıl biz biliriz kederi.

    içim, bir suskunsa tekin mi ola?
    o malta bıcağı, kınsız, uyanık,
    ve genç bir mısradır
    filinta endam...
    neden, neden alnındaki yıkkınlık,
    bakışlarındakı öldüren buğu?
    kaç yol ağlamaklı oluyorum geceleri...
    nasıl da almış aklımı,
    sürmüş, filiz vermiş içimde sevdan,
    dost, düşman söz eder kendi kavlince,
    kınanmak, yiğit başına.
    bu, ne ayıp, ne de yasak,
    öylece bir gerçek, kendi halinde,
    belki, yaşamama sebep...

    evet, ağlamaklı oluyorum, demdir bu.
    hani, kurşun sıksan geçmez geceden,
    anlatamam, nasıl ıssız, nasıl karanlık...
    ve zehir - zıkkım cigaram.
    gene bir cehennem var yastığımda,
    gel artık...

    ahmed arif
    2 ...
  34. 14.
  35. Karlı kayın ormanında
    yürüyorum geceleyin.
    Efkârlıyım, efkârlıyım,
    elini ver, nerde elin?

    Ayışığı renginde kar,
    keçe çizmelerim ağır.
    içimde çalınan ıslık
    beni nereye çağırır?

    Memleket mi, yıldızlar mı,
    gençliğim mi daha uzak?
    Kayınların arasında
    bir pencere, sarı, sıcak.

    Ben ordan geçerken biri :
    "Amca, dese, gir içeri."
    Girip yerden selâmlasam
    hane içindekileri.

    Eski takvim hesabıyle
    bu sabah başladı bahar.
    Geri geldi Memed'ime
    yolladığım oyuncaklar.

    Kurulmamış zembereği
    küskün duruyor kamyonet,
    yüzdüremedi leğende
    beyaz kotrasını Memet.

    Kar tertemiz, kar kabarık,
    yürüyorum yumuşacık.
    Dün gece on bir buçukta
    ölmüş Berut, tanışırdık.

    Bende boz bir halısı var
    bir de kitabı, imzalı.
    Elden ele geçer kitap,
    daha yüz yıl yaşar halı.

    Yedi tepeli şehrimde
    bıraktım gonca gülümü.
    Ne ölümden korkmak ayıp,
    ne de düşünmek ölümü.

    En acayip gücümüzdür,
    kahramanlıktır yaşamak :
    Öleceğimizi bilip
    öleceğimizi mutlak.

    Memleket mi, daha uzak,
    gençliğim mi, yıldızlar mı?
    Bayramoğlu, Bayramoğlu,
    ölümden öte köy var mı?

    Geceleyin, karlı kayın
    ormanında yürüyorum.
    Karanlıkta etrafımı
    gündüz gibi görüyorum.

    Şimdi şurdan saptım mıydı,
    şose, tirenyolu, ova.
    Yirmi beş kilometreden
    pırıl pırıldır Moskova...

    nazım hikmet
    1 ...
  36. 13.
  37. Erkek kadına dedi ki:
    -Seni seviyorum,
    ama nasıl,
    avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp
    parmaklarımı kanatarak
    kırasıya
    çıldırasıya...
    Erkek kadına dedi ki:
    -Seni seviyorum,
    ama nasıl,
    kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz,
    yüzde yüz, yüzde bin beş yüz,
    yüzde hudutsuz kere yüz...
    Kadın erkeğe dedi ki:
    -Baktım
    dudağımla, yüreğimle, kafamla;
    severek, korkarak, eğilerek,
    dudağına, yüreğine, kafana.
    Şimdi ne söylüyorsam
    karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana..
    Ve ben artık
    biliyorum:
    Toprağın -
    yüzü güneşli bir ana gibi -
    en son en güzel çocuğunu emzirdiğini..
    Fakat neyleyim
    saçlarım dolanmış
    ölmekte olan parmaklarına
    başımı kurtarmam kabil
    değil!
    Sen
    yürümelisin,
    yeni doğan çocuğun
    gözlerine bakarak..
    Sen
    yürümelisin,
    beni bırakarak...
    Kadın sustu.
    SARILDILAR
    Bir kitap düştü yere...
    Kapandı bir pencere...
    AYRILDILAR...

    nazım hikmet
    0 ...
  38. 12.
  39. gece leylak ve tomurcuk kokuyor
    yaralı bir şahin olmuş yüregim
    uy anam anam, haziranda ölmek zor
    calışmışım onbeş saat
    tükenmişim onbeş saat
    yorulmuşum, acıkmışım, uykusamışım
    anama sövmüs patron
    sıkmışım dişlerimi
    islıkla söylemişim umutlarımı
    sıcak bir ev özlemişim
    sıcak bir yemek
    sıcacık bir yatakta unutturan öpücükler
    cıkmışım bir dalgadan, vurmuşum sokaklara
    sokakta tank paleti
    sokakta düdük sesi
    sarı sarı yapraklarla dallarda
    insan iskeletleri

    gece leylak ve tomurcuk kokuyor
    'uyarına gelirse tepemde bir de çınar' demiştin yıllar önce
    demek ki on yıl sonra
    demek ki sabah sabah
    demek ki manda gözü
    demek ki
    sile bezi
    bir de memedin yüzü
    bir de saman sarısı
    bir de özlem kırmızısı
    demek ki göçtü usta
    kaldı yürek sızısı
    yıllar var ter içinde taşıdım ben bu yükü
    bıraktım acının alkışlarına
    3 haziran 63u
    bir kırmızı gül dalı egilmiş üstüne
    bir kırmızı gül dalı şimdi uzakta
    okşar yanan alnını nazim ustanın
    bir kırmızı gül dalı egilmiş üstüne
    bir kırmızı gül dalı şimdi uzakta
    yatıyor oralarda
    bir eski gömütlükte
    yatıyor usta

    gece leylak ve tomurcuk kokuyor

    geçsem de gölgesinden tankların tomsonların
    suramda bir kuş ötüyor.
    haziranda ölmek zor....

    hasan hüseyin korkmazgil
    0 ...
  40. 11.
  41. OTUZÜÇ KURŞUN

    1.

    Bu dağ Mengene dağıdır

    Tanyeri atanda Van'da

    Bu dağ Nemrut yavrusudur

    Tanyeri atanda Nemruda karşı

    Bir yanın çığ tutar, Kafkas ufkudur

    Bir yanın seccade Acem mülküdür

    Doruklarda buzulların salkımı

    Firari güvercinler su başlarında

    Ve karaca sürüsü,

    Keklik takımı...

    Yiğitlik inkar gelinmez

    Tek'e - tek doğüşte yenilmediler

    Bin yıllardan bu yana, bura uşağı

    Gel haberi nerden verek

    Turna sürüsü değil bu

    Gökte yıldız burcu değil

    Otuzüç kurşunlu yürek

    Otuzüç kan pınarı

    Akmaz,

    Göl olmuş bu dağda...

    2.

    Yokuşun dibinden bir tavşan kalktı

    Sırtı alacakır

    Karnı sütbeyaz

    Garip, ikicanlı, bir dağ tavşanı

    Yüreği ağzında öyle zavallı

    Tövbeye getirir insanı

    Tenhaydı, tenhaydı vakitler

    Kusursuz, çırılçıplak bir şafaktı

    Baktı otuzüçten biri

    Karnında açlığın ağır boşluğu

    Saç, sakal bir karış

    Yakasında bit,

    Baktı kolları vurulu,

    Cehennem yürekli bir yiğit,

    Bir garip tavşana,

    Bir gerilere.

    Düştü nazlı filintası aklına,

    Yastığı altında küsmüş,

    Düştü, Harran ovasından getirdiği tay

    Perçemi mavi boncuklu,

    Alnında akıtma

    Üç topuğu ak,

    Eşkini hovarda, kıvrak,

    Doru, seglavi kısrağı.

    Nasıl uçmuşlardı Hozat önünde!

    Şimdi, böyle çaresiz ve bağlı,

    Böyle arkasında bir soğuk namlu

    Bulunmayaydı,

    Sığınabilirdi yüceltilere...

    Bu dağlar, kardeş dağlar, kadrini bilir,

    Evvel Allah bu eller utandırmaz adamı,

    Yanan cıgaranın külünü,

    Güneşlerde çatal kıvılcımlanan

    Engereğin dilini,

    Ilk atımda uçuran

    Usta elleri...

    Bu gözler, bir kere bile faka basmadı

    Çığ bekleyen boğazların kıyametini

    Karlı, yumuşacık hıyanetini

    Uçurumların,

    Önceden bilen gözleri...

    Çaresiz

    Vurulacaktı,

    Buyruk kesindi,

    Gayrı gözlerini kör sürüngenler

    Yüreğini leş kuşları yesindi...

    3.

    Vurulmuşum

    Dağların kuytuluk bir boğazında

    Vakitlerden bir sabah namazında

    Yatarım

    Kanlı, upuzun...

    Vurulmuşum

    Düşüm, gecelerden kara

    Bir hayra yoranım çıkmaz

    Canım alırlar ecelsiz

    Sığdıramam kitaplara

    Şifre buyurmuş bir paşa

    Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız

    Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz

    Rivayet sanılır belki

    Gül memeler değil

    Domdom kurşunu

    Paramparça ağzımdaki...

    4.

    Ölüm buyruğunu uyguladılar,

    Mavi dağ dumanını

    ve uyur-uyanık seher yelini

    Kanlara buladılar.

    Sonra oracıkta tüfek çattılar

    Koynumuzu usul-usul yoklayıp

    Aradılar.

    Didik-didik ettiler

    Kirmanşah dokuması al kuşağımı

    Tespihimi, tabakamı alıp gittiler

    Hepsi de armağandı Acemelinden...

    Kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız

    Karşıyaka köyleri, obalarıyla

    Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu,

    Komşuyuz yaka yakaya

    Birbirine karışır tavuklarımız

    Bilmezlikten değil,

    Fıkaralıktan

    Pasaporta ısınmamış içimiz

    Budur katlimize sebep suçumuz,

    Gayrı eşkiyaya çıkar adımız

    Kaçakçıya

    Soyguncuya

    Hayına...

    Kirvem hallarımı aynı böyle yaz

    Rivayet sanılır belki

    Gül memeler değil

    Domdom kurşunu

    Paramparça ağzımdaki...

    5.

    Vurun ulan,

    Vurun,

    Ben kolay ölmem.

    Ocakta küllenmiş közüm,

    Karnımda sözüm var

    Haldan bilene.

    Babam gözlerini verdi Urfa önünde

    Üç de kardaşını

    Üç nazlı selvi,

    Ömrüne doymamış üç dağ parçası.

    Burçlardan, tepelerden, minarelerden

    Kirve, hısım, dağların çocukları

    Fransız Kuşatmasına karşı koyanda

    Bıyıkları yeni terlemiş daha

    Benim küçük dayım Nazif

    Yakışıklı,

    Hafif,

    iyi süvari

    Vurun kardaş demiş

    Namus günüdür

    Ve şaha kaldırmış atını.

    Kirvem hallarımı aynı böyle yaz

    Rivayet sanılır belki

    Gül memeler değil

    Domdom kurşunu

    Paramparça ağzımdaki...

    ahmed arif
    1 ...
  42. 10.
  43. Bu duvarlar yetmiyor bizi ayırmaya bilesin...
    Bu parmaklıklar, bu demir kapılar, bu hava, inan...
    Bazen bir yumrukta yıkacak kadar güçlü,
    Bazen bir serçe kadar güçsüzsem, bir nedeni vardır...
    Hangi zorluğu yenmemiş insanoğlu.
    Hele taşıyorsa içinde bu insanca sevgiyi.
    Güzel günler zorlu duraklardan geçer sevdiğim.
    Damla damla birikiyor insan.
    Damla damla sevgili...
    Bir gün akıp gideceğiz hayata...
    Duvarlar yıkılacak, açılacak bütün kapılar bilesin.
    Benim yüreğim sensin şimdi, seni vurur durur...
    Ve yine damla damla çoğalıyorsun içimde.

    Yılmaz Güney

    AY KARANLIK
    Maviye
    Maviye çalar gözlerin,
    Yangın mavisine
    Rüzgârda âsi.
    Körsem,
    Senden gayrısına yoksam,
    Bozuksam,
    Can benim, düş benim,
    Ellere nesi?
    Hadi gel,
    Ay karanlık...
    itten aç,
    Yılandan çıplak,
    Vurgun ve belâ
    Gelip durmuşsam kapına
    Var mı ki doymazlığım?
    ille de ille
    Sevmelerim,
    Sevmelerim gibisi?

    Oturmuş yazıcılar
    Fermanım yazar
    N'olur gel,
    Ay karanlık...
    Dört yanım puşt zulası,
    Dost yüzlü,
    Dost gülücüklü
    Cıgaramdan yanar,
    Alnım öperler,
    Suskun, hayın, çıyansı,
    Dört yanım puşt zulası,
    Dönerim dönerim çıkmaz.

    En leylim gecede ölesim tutmuş,
    Etme gel,
    Ay karanlık...

    AHMED ARiF
    1 ...
  44. 9.
  45. sisler bulvarı
    elinin arkasında güneş duruyordu
    aylardan kasımdı üşüyorduk
    ağacın biri bulvarda ölüyordu
    şehrin camları kaygısız gülüyordu
    her köşe başında öpüşüyorduk
    **********************
    sisler bulvarı'na akşam çökmüştü
    omuzlarımıza çoktan çökmüştü
    kesik birer kol gibi yalnızdık
    dağlarda ateşler yanmıyordu
    deniz fenerleri sönmüştü
    birbirimizin gözlerini arıyorduk
    *************************
    sisler bulvarı'nda seni kaybettim
    sokak lambaları öksürüyordu
    yukarıda bulutlar yürüyordu
    terkedilmiş bir çocuk gibiydim
    dokunsanız ağlayacaktım
    yenikapı'da bir tren vardı

    sisler bulvarı'ndan geçtim sırılsıklamdı
    ıslak kaldırımlar parlıyordu
    durup dururken gözlerim dalıyordu
    bir bardak şarabda kayboluyordum
    gece bekçilerine saati soruyordum
    evime gitmekten korkuyordum
    sisler boğazıma sarılmışlardı
    Attila ilhan
    4 ...
  46. 8.
  47. Ben
    senden önce ölmek isterim.
    Gidenin arkasından gelen
    gideni bulacak mı zannediyorsun?
    Ben zannetmiyorum bunu.
    iyisi mi, beni yaktırırsın,
    odanda ocağın üstüne korsun
    içinde bir kavanozun.
    Kavanoz camdan olsun,
    şeffaf, beyaz camdan olsun
    ki içinde beni görebilesin...
    Fedakârlığımı anlıyorsun :
    vazgeçtim toprak olmaktan,
    vazgeçtim çiçek olmaktan
    senin yanında kalabilmek için.
    Ve toz oluyorum
    yaşıyorum yanında senin.
    Sonra, sen de ölünce
    kavanozuma gelirsin.
    Ve orda beraber yaşarız
    külümün içinde külün,
    ta ki bir savruk gelin
    yahut vefasız bir torun
    bizi ordan atana kadar...
    Ama biz
    o zamana kadar
    o kadar
    karışacağız
    ki birbirimize,
    atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz
    yan yana düşecek.
    Toprağa beraber dalacağız.
    Ve bir gün yabani bir çiçek
    bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse
    sapında muhakkak
    iki çiçek açacak :
    biri sen
    biri de ben.
    Ben
    daha ölümü düşünmüyorum.
    Ben daha bir çocuk doğuracağım.
    Hayat taşıyor içimden.
    Kaynıyor kanım.
    Yaşayacağım, ama çok, pek çok,
    ama sen de beraber.
    Ama ölüm de korkutmuyor beni.
    Yalnız pek sevimsiz buluyorum
    bizim cenaze şeklini.
    Ben ölünceye kadar da
    bu düzelir herhalde.
    Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bu günlerde?
    içimden bir şey :
    belki diyor.


    18 Şubat 1945
    Nazım Hikmet
    1 ...
  48. 7.
  49. bir de sabahın dördü
    dışarda kar
    odamız ılık
    gözlerin ılık ılık damlarken boş kadehe
    anlattın bana ağzı sarımsak kokan bir çocukla yattığını
    aşkı tattığını, karım dediğini ve aldattığını

    kıskandım gogen'i tahitilim
    terlemiş vücudunu silerken
    cüzzam mikrobunu ve yaktığı kulübesini
    saçların bağlamıştı ellerimi muz kokulum
    güneşi doğurmuştu ölü cisim
    martı çığlıklarıyla bir sahil kayalığında
    nefesin vücudumu yakıyordu yer yer
    sam yelim sahra-i kebirim
    kahrettim her şeye o gün
    babanın şarap çanağına,
    gogen'e,
    kadere,
    sana,
    bana ,
    bir de gittiğin arabanın tekerine

    ne diyordum arkadaş....
    diyordum ki ben bu zıkkımı içmek için içerim
    ama içerken düşünmem neden içiyorum diye
    daha sonra yaparım hayatın felsefesini

    sırayla olurum fatih, selim, kanuni
    bazen kadın hamamında tellak....
    bazen christoph colomb
    napolyon'ken düşünürüm elbede geçen günleri
    `timur 'ken beyazıt'ı yenişimi....
    bir kere aristo'nun hocası olmuştum
    ona verdiğim dersle gurur duymuştum
    bazen jan dark'ı kurtarmak için çalışan bir kahraman
    bazen odunun ateşleyen bir cellat olurum

    eğer daha da içersem
    shaskespare halt etmiş derim karşımda
    salyalı dudaklarımdan yayık sesimi dinlerim de
    işte mozart'ın aradığı melodi bu diye gülerim
    enayiymiş be platon...
    bir içsinde görsün....ne felsefesi varmış bu hayatın
    anlasın geçmişi kınalı dünyanın kaç bucak olduğunu

    islak kaldırımlarda yürürken acırım
    önde yalpa vuran sarhoşun zavallı haline
    ukalalık işte derim neme lazım senin
    kendine bak; sende bir serserin bir sarhoş....
    ve yavaş yavaş kaybolur acı kahkalarım
    şehrin izbe sokaklarında
    yavaş yavaş kaybolur benliğim...

    edit: yazarı ihsan yüceymiş. uyarı için sinerita'ya teşekkürü borç bilirim.
    2 ...
© 2025 uludağ sözlük