ruha dokunan şiirler

    9.
  1. sisler bulvarı
    elinin arkasında güneş duruyordu
    aylardan kasımdı üşüyorduk
    ağacın biri bulvarda ölüyordu
    şehrin camları kaygısız gülüyordu
    her köşe başında öpüşüyorduk
    **********************
    sisler bulvarı'na akşam çökmüştü
    omuzlarımıza çoktan çökmüştü
    kesik birer kol gibi yalnızdık
    dağlarda ateşler yanmıyordu
    deniz fenerleri sönmüştü
    birbirimizin gözlerini arıyorduk
    *************************
    sisler bulvarı'nda seni kaybettim
    sokak lambaları öksürüyordu
    yukarıda bulutlar yürüyordu
    terkedilmiş bir çocuk gibiydim
    dokunsanız ağlayacaktım
    yenikapı'da bir tren vardı

    sisler bulvarı'ndan geçtim sırılsıklamdı
    ıslak kaldırımlar parlıyordu
    durup dururken gözlerim dalıyordu
    bir bardak şarabda kayboluyordum
    gece bekçilerine saati soruyordum
    evime gitmekten korkuyordum
    sisler boğazıma sarılmışlardı
    Attila ilhan
    4 ...
  2. 1.
  3. Özdemir Asaf
    Korku

    Aldanacaksan sevgilerinde, saf sevgilerinde
    insanların yalancı gurularına..
    Kalacaksan parlak sözlerin etkisinde,
    Kelimelerinle onlara kapılacaksan,
    Yaşama!

    Oyun yapıp oynarlar seni
    Geceleri aralarında.
    Şarkı yapıp söylerler dostlarına,
    Roman gibi okurlar boş zamanlarında.

    Aldanacaksan gecelerinde, kara gecelerinde
    Aydınlık dünyaların sen insanlarına.
    Yanılıp içini açacaksan,
    Derdini gizlemeden durmayacaksan,
    Yaşama!

    Saklarlar dinlediklerini
    En zayıf zamanında vurular seni.
    Uyduramazsan fikirlerine
    Başıboş hareketlerini
    Defe koyup çalarlar seni.

    ***

    Friedrich Nietzsche
    Ariadne'nin Yakınması

    kim ısıtır, kim sever beni daha?
    sıcak eller uzatın bana!
    yürek mangalları uzatın bana!
    vurulup düşürülmüş çırpına çırpına,
    can çekişenler gibi, ayakları ovuşturulan,
    sarsılmışım, ah! bilinmeyen ateşlerle yana yana,
    sen peşimdesin, ey düşünce!
    adlandırılamaz! açıklanamaz! iğrenç!
    sen, ey bulutların ardındaki avcı!
    yerle bir olmuşum senin şimşeklerinle,
    sen alaycı göz, dikmişin gözünü bana karanlıklardan!
    yatıyorum öyle,
    kıvrılarak, çırpınarak, işkencesiyle
    bütün sonsuz ezaların,
    vurdun beni
    sen ey zalim avcı,
    sen ey tanınmaz - t a n r ı...
    vur, daha derine vur!
    bir kez daha, haydi vur!
    kopar, parçala bu yüreği!
    niye bu işkence
    körelmiş oklarla?
    neye göz koydun böyle,
    usanmadın mı bu insan işkencesinden,
    acı vermekten haz duyan tanrı şimşeği gözlerle?
    öldürmek değil istediğin,
    yalnızca eziyet, eziyet etmek mi?
    bana - niye eziyet ediyorsun,
    sen, ey acı vermekten haz duyan tanınmaz tanrı?

    ha ha!
    usul usul sokuluyorsun
    böylesi gece yarısında? ...
    ne istiyorsun?
    konuş!
    üstüme geliyorsun, sıkıştırıyorsun beni,
    ha! çok yaklaştın yanıma!
    soluğumu duyuyorsun,
    yüreğimi dinliyorsun,
    kıskanç seni!
    - neden kıskanıyorsun beni?
    git! defol!
    o merdiven de niye?
    içeri mi girmek istiyorsun,
    yüreğime tırmanmak,
    en mahrem
    düşüncelerime tırmanmak?
    utanmaz! tanınmaz! hırsız!
    ne çalmak istiyorsun?
    ne gözetlemek istiyorsun?
    ne işkencesi etmek istiyorsun?
    sen ey işkenceci!
    sen - cellat - tanrı!
    yoksa köpek gibi,
    taklalar mı ataydım karşında?
    teslim mi olaydım, kendimden geçerek
    sevginle - sırnaşarak?

    boşuna!
    sürdür batırmanı!
    zalim diken!
    köpek değilim - avınım yalnızca senin,
    zalim avcı!
    en gururlu esirinim,
    en ey bulutların ardındaki haydut...
    konuş artık!
    ey şimşeklerin ardına gizlenen! tanınmaz! konuş!
    ne istiyorsun, ey eşkiya... b e n d e n?

    nasıl?
    fidye mi?
    ne istiyorsun fidye diye?
    çok iste - böylesi yaraşır gururuma!
    ve az konuş - böylesi yaraşır öteki gururuma!

    ha ha!
    beni - istiyorsun ha? beni?
    herşeyimle beni? ...
    ha ha!
    ve işkence ediyorsun bana, delisin ya işte,
    gururumu kırıyorsun işkencenle?
    s e v g i ver bana - kim ısıtır ki beni daha?
    kim sever ki beni daha?
    sıcak eller uzat bana,
    yürek mangalları uzat bana,
    bana, yalnızların en yalnızına,
    buzunu ver ah! yedi kat donmuş buz,
    düşmanları bile
    düşmanları özlemeyi öğreten,
    ver, evet, teslim et,
    ey zalim düşman
    bana - k e n d i n i!

    kaçıyor!
    bu kez o kaçıyor,
    tek yoldaşım,
    en büyük düşmanım, tanınmazım benim,
    cellat-tanrım benim! ...

    hayır!
    gel geri!
    bütün işkencelerinle birlikte geri gel!
    bütün gözyaşlarım
    sana akıyor,
    yüreğimin son alevi
    seni aydınlatıyor.
    gel, geri gel,
    tanınmaz tanrım! a c ı m benim!

    son mutluluğum benim! ...
    2 ...
  4. 15.
  5. hani kurşun sıksan geçmez geceden

    yiğit harmanları, yığınaklar,
    kurulmuş çetin dağlarında vatanların.
    dize getirilmiş haydutlar,
    hayınlar, amana gelmiş,
    yetim hakkı sorulmuş,
    hesap görülmüş.
    demdir bu...

    demdir,
    derya dibinde yangınlar,
    kan kesmiş ovalar üstünde mayıs...
    uçmuş, bir kuştüyü hafifliğinde,
    çelik kadavrası koruganların.
    ölünmüş, canım, ölünmüş
    murad alınmış...
    gelgelelim,
    beter, bize kısmetmiş.
    ölüm, böyle altı okka koymaz adama,
    susmak ve beklemek, müşiş
    genciz, namlu gibi,
    e çatal yürek,
    barışa, bayrama hasret
    uykulara, derin, kaygısız, rahat,
    otuziki dişimizle gülmeğe,
    doyasıya sevişmeğe,yemeğe...
    kaç yol, ağlamaklı olmuşum geceleri,
    asıl, bizim aramızda güzeldir hasret
    ve asıl biz biliriz kederi.

    içim, bir suskunsa tekin mi ola?
    o malta bıcağı, kınsız, uyanık,
    ve genç bir mısradır
    filinta endam...
    neden, neden alnındaki yıkkınlık,
    bakışlarındakı öldüren buğu?
    kaç yol ağlamaklı oluyorum geceleri...
    nasıl da almış aklımı,
    sürmüş, filiz vermiş içimde sevdan,
    dost, düşman söz eder kendi kavlince,
    kınanmak, yiğit başına.
    bu, ne ayıp, ne de yasak,
    öylece bir gerçek, kendi halinde,
    belki, yaşamama sebep...

    evet, ağlamaklı oluyorum, demdir bu.
    hani, kurşun sıksan geçmez geceden,
    anlatamam, nasıl ıssız, nasıl karanlık...
    ve zehir - zıkkım cigaram.
    gene bir cehennem var yastığımda,
    gel artık...

    ahmed arif
    2 ...
  6. 4.
  7. Geliyormuşum;
    pencerelerde yaz
    ve bileklerimde bayat bir intihar

    Oysa ölünecek bir şey yokmuş,
    gidince sen,
    yaşanacak bir şey olmadığı kadar

    Yanıyormuşum;
    vardığım yere bırakıp kendimi.
    Atlasında yeryüzünün
    çılgın
    ve çirkin
    ve hüzünle oyalanan.
    Yüreğimde kül tadı nice yangından kalan...

    Ölüyormuşum;
    senin saçların uzuyormuş üstelik.
    Ölünce ben, cıgarayı da bırakıp taksit ödüyormuşsun.
    Bedenin tecritmiş geçliğinden,
    ikisi de yalnızmış,
    geceler öpüyormuş memelerinden...

    Bense geçliğimi pazarlıksız
    ve hızla geçtiğimden;
    bugünler saçlarımla birlikte şiir yazmayı da kısa
    kestiğimden,
    piç kalmış aşklarla avutup kendimi,
    bileklerimde bayat bir intiharın dikiş izleri,
    gelip geçmiş yılların diş izleri ömrümde,
    neşter ve gülmüş hayat.
    Gülüyor...Gülüyor...Gülüyormuşum...

    yılmaz odabaşı
    2 ...
  8. 10.
  9. Bu duvarlar yetmiyor bizi ayırmaya bilesin...
    Bu parmaklıklar, bu demir kapılar, bu hava, inan...
    Bazen bir yumrukta yıkacak kadar güçlü,
    Bazen bir serçe kadar güçsüzsem, bir nedeni vardır...
    Hangi zorluğu yenmemiş insanoğlu.
    Hele taşıyorsa içinde bu insanca sevgiyi.
    Güzel günler zorlu duraklardan geçer sevdiğim.
    Damla damla birikiyor insan.
    Damla damla sevgili...
    Bir gün akıp gideceğiz hayata...
    Duvarlar yıkılacak, açılacak bütün kapılar bilesin.
    Benim yüreğim sensin şimdi, seni vurur durur...
    Ve yine damla damla çoğalıyorsun içimde.

    Yılmaz Güney

    AY KARANLIK
    Maviye
    Maviye çalar gözlerin,
    Yangın mavisine
    Rüzgârda âsi.
    Körsem,
    Senden gayrısına yoksam,
    Bozuksam,
    Can benim, düş benim,
    Ellere nesi?
    Hadi gel,
    Ay karanlık...
    itten aç,
    Yılandan çıplak,
    Vurgun ve belâ
    Gelip durmuşsam kapına
    Var mı ki doymazlığım?
    ille de ille
    Sevmelerim,
    Sevmelerim gibisi?

    Oturmuş yazıcılar
    Fermanım yazar
    N'olur gel,
    Ay karanlık...
    Dört yanım puşt zulası,
    Dost yüzlü,
    Dost gülücüklü
    Cıgaramdan yanar,
    Alnım öperler,
    Suskun, hayın, çıyansı,
    Dört yanım puşt zulası,
    Dönerim dönerim çıkmaz.

    En leylim gecede ölesim tutmuş,
    Etme gel,
    Ay karanlık...

    AHMED ARiF
    1 ...
  10. 8.
  11. Ben
    senden önce ölmek isterim.
    Gidenin arkasından gelen
    gideni bulacak mı zannediyorsun?
    Ben zannetmiyorum bunu.
    iyisi mi, beni yaktırırsın,
    odanda ocağın üstüne korsun
    içinde bir kavanozun.
    Kavanoz camdan olsun,
    şeffaf, beyaz camdan olsun
    ki içinde beni görebilesin...
    Fedakârlığımı anlıyorsun :
    vazgeçtim toprak olmaktan,
    vazgeçtim çiçek olmaktan
    senin yanında kalabilmek için.
    Ve toz oluyorum
    yaşıyorum yanında senin.
    Sonra, sen de ölünce
    kavanozuma gelirsin.
    Ve orda beraber yaşarız
    külümün içinde külün,
    ta ki bir savruk gelin
    yahut vefasız bir torun
    bizi ordan atana kadar...
    Ama biz
    o zamana kadar
    o kadar
    karışacağız
    ki birbirimize,
    atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz
    yan yana düşecek.
    Toprağa beraber dalacağız.
    Ve bir gün yabani bir çiçek
    bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse
    sapında muhakkak
    iki çiçek açacak :
    biri sen
    biri de ben.
    Ben
    daha ölümü düşünmüyorum.
    Ben daha bir çocuk doğuracağım.
    Hayat taşıyor içimden.
    Kaynıyor kanım.
    Yaşayacağım, ama çok, pek çok,
    ama sen de beraber.
    Ama ölüm de korkutmuyor beni.
    Yalnız pek sevimsiz buluyorum
    bizim cenaze şeklini.
    Ben ölünceye kadar da
    bu düzelir herhalde.
    Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bu günlerde?
    içimden bir şey :
    belki diyor.


    18 Şubat 1945
    Nazım Hikmet
    1 ...
  12. 7.
  13. bir de sabahın dördü
    dışarda kar
    odamız ılık
    gözlerin ılık ılık damlarken boş kadehe
    anlattın bana ağzı sarımsak kokan bir çocukla yattığını
    aşkı tattığını, karım dediğini ve aldattığını

    kıskandım gogen'i tahitilim
    terlemiş vücudunu silerken
    cüzzam mikrobunu ve yaktığı kulübesini
    saçların bağlamıştı ellerimi muz kokulum
    güneşi doğurmuştu ölü cisim
    martı çığlıklarıyla bir sahil kayalığında
    nefesin vücudumu yakıyordu yer yer
    sam yelim sahra-i kebirim
    kahrettim her şeye o gün
    babanın şarap çanağına,
    gogen'e,
    kadere,
    sana,
    bana ,
    bir de gittiğin arabanın tekerine

    ne diyordum arkadaş....
    diyordum ki ben bu zıkkımı içmek için içerim
    ama içerken düşünmem neden içiyorum diye
    daha sonra yaparım hayatın felsefesini

    sırayla olurum fatih, selim, kanuni
    bazen kadın hamamında tellak....
    bazen christoph colomb
    napolyon'ken düşünürüm elbede geçen günleri
    `timur 'ken beyazıt'ı yenişimi....
    bir kere aristo'nun hocası olmuştum
    ona verdiğim dersle gurur duymuştum
    bazen jan dark'ı kurtarmak için çalışan bir kahraman
    bazen odunun ateşleyen bir cellat olurum

    eğer daha da içersem
    shaskespare halt etmiş derim karşımda
    salyalı dudaklarımdan yayık sesimi dinlerim de
    işte mozart'ın aradığı melodi bu diye gülerim
    enayiymiş be platon...
    bir içsinde görsün....ne felsefesi varmış bu hayatın
    anlasın geçmişi kınalı dünyanın kaç bucak olduğunu

    islak kaldırımlarda yürürken acırım
    önde yalpa vuran sarhoşun zavallı haline
    ukalalık işte derim neme lazım senin
    kendine bak; sende bir serserin bir sarhoş....
    ve yavaş yavaş kaybolur acı kahkalarım
    şehrin izbe sokaklarında
    yavaş yavaş kaybolur benliğim...

    edit: yazarı ihsan yüceymiş. uyarı için sinerita'ya teşekkürü borç bilirim.
    2 ...
  14. 6.
  15. bu bir türkü:-
    toprak çanaklarda
    güneşi içenlerin türküsü!
    bu bir örgü:-
    alev bir saç örgüsü!
    kıvranıyor;
    kanlı; kızıl bir meş'ale gibi yanıyor
    esmer alınlarında
    bakır ayakları çıplak kahramanların!
    ben de gördüm o kahramanları,
    ben de sardım o örgüyü,
    ben de onlarla
    güneşe giden
    köprüden
    geçtim!
    ben de içtim toprak çanaklarda güneşi.
    ben de söyledim o türküyü!

    yüreğimiz topraktan aldı hızını;
    altın yeleli aslanların ağzını
    yırtarak
    gerindik!
    sıçradık;
    şimşekli rüzgâra bindik!.
    kayalardan
    kayalarla kopan kartallar
    çırpıyor ışıkta yaldızlanan kanatlarını.
    alev bilekli süvariler kamçılıyor
    şaha kalkan atlarını!

    akın var
    güneşe akın!
    güneşi zaptedeceğiz
    güneşin zaptı yakın!

    düşmesin bizimle yola:
    evinde ağlayanların
    göz yaşlarını
    boynunda ağır bir
    zincir
    gibi taşıyanlar!
    bıraksın peşimizi
    kendi yüreğinin kabuğunda yaşayanlar!

    işte:
    şu güneşten
    düşen
    ateşte
    milyonlarla kırmızı yürek yanıyor!

    sen de çıkar
    göğsünün kafesinden yüreğini;
    şu güneşten
    düşen
    ateşe fırlat;
    yüreğini yüreklerimizin yanına at!

    akın var
    güneşe akın!
    güneşi zaaptedeceğiz
    güneşin zaptı yakın!

    biz topraktan, ateşten, sudan, demirden doğduk!
    güneşi emziriyor çocuklarımıza karımız,
    toprak kokuyor bakır sakallarımız!
    neş'emiz sıcak!
    kan kadar sıcak,
    delikanlıların rüyalarında yanan
    o «an»
    kadar sıcak!
    merdivenlerimizin çengelini yıldızlara asarak,
    ölülerimizin başlarına basarak
    yükseliyoruz
    güneşe doğru!

    ölenler
    döğüşerek öldüler;
    güneşe gömüldüler.
    vaktimiz yok onların matemini tutmaya!

    akın var
    güneşe akın!
    güneşi zaaaptedeceğiz
    güneşin zaptı yakın!

    üzümleri kan damlalı kırmızı bağlar tütüyor!
    kalın tuğla bacalar
    kıvranarak
    ötüyor!
    haykırdı en önde giden,
    emreden!
    bu ses!
    bu sesin kuvveti,
    bu kuvvet
    yaralı aç kurtların gözlerine perde
    vuran,
    onları oldukları yerde
    durduran
    kuvvet!
    emret ki ölelim
    emret!
    güneşi içiyoruz sesinde!
    coşuyoruz,
    coşuyor!..
    yangınlı ufukların dumanlı perdesinde
    mızrakları göğü yırtan atlılar koşuyor!

    akın var
    güneşe akın!
    güneşi zaaaaptedeceğiz
    güneşin zaptı yakın!

    toprak bakır
    gök bakır.
    haykır güneşi içenlerin türküsünü,
    hay-kır
    haykıralım!

    nazım hikmet ran
    2 ...
  16. 16.
  17. Öyle bir hayat yasiyorum ki ,

    Cenneti de gördüm , cehennemi de

    Öyle bir ask yasadim ki, tutkuyu da gördüm , pes etmeyi de.

    Bazilari seyrederken hayati en önden,

    Kendime bir sahne buldum oynadim.

    Öyle bir rol vermisler ki ,

    Okudum okudum anlamadim

    Kendi kendime konustum bazen evimde,

    Hem kizdim hem güldüm halime,

    Sonra dedim ki " söz ver kendine "

    Denizleri seviyorsan , dalgalari da seveceksin ,

    Sevilmek istiyorsan , önce sevmeyi bileceksin ,

    Uçmayi seviyorsan , düsmeyi de bileceksin.

    Korkarak yasiyorsan , yalnizca hayati seyredersin. Öyle bir hayat yasadim ki ,

    son yolculuklari erken tanidim

    Öyle çok degerliymis ki zaman,

    Hep acele etmem bundan,anladim...

    Nietzsche
    1 ...
  18. 3.
  19. Yarın, yarından sonra bir yarın, bir yarın daha
    Sürüp gidiyor günden güne küçük adımlarla;
    Geçmiş günlerimiz ise nice sersemlere ışık tutmuş
    Ölüm yolunda, toz toprak olmazdan önce.
    Sön, cılız kandil, sön! Hayat dediğin ne ki:
    Yürüyen bir gölge, bir zavallı kukla bu sahnede:
    Bir saat boy gösterip, boyun kırıp gidecek!
    Bir daha da duyulmayacak artık sesi.
    Bir aptalın anlattığı bir masal bu:
    Kuru gürültüler, deli saçmalarıyla dolu.

    Macbeth sayfa -149
    William Shakespeare
    Çeviri: Sabahattin Eyuboğlu
    Türkiye iş Bankası Kültür Yayınları
    1 ...
© 2025 uludağ sözlük