Aldanacaksan sevgilerinde, saf sevgilerinde
insanların yalancı gurularına..
Kalacaksan parlak sözlerin etkisinde,
Kelimelerinle onlara kapılacaksan,
Yaşama!
Oyun yapıp oynarlar seni
Geceleri aralarında.
Şarkı yapıp söylerler dostlarına,
Roman gibi okurlar boş zamanlarında.
Aldanacaksan gecelerinde, kara gecelerinde
Aydınlık dünyaların sen insanlarına.
Yanılıp içini açacaksan,
Derdini gizlemeden durmayacaksan,
Yaşama!
Saklarlar dinlediklerini
En zayıf zamanında vurular seni.
Uyduramazsan fikirlerine
Başıboş hareketlerini
Defe koyup çalarlar seni.
***
Friedrich Nietzsche
Ariadne'nin Yakınması
kim ısıtır, kim sever beni daha?
sıcak eller uzatın bana!
yürek mangalları uzatın bana!
vurulup düşürülmüş çırpına çırpına,
can çekişenler gibi, ayakları ovuşturulan,
sarsılmışım, ah! bilinmeyen ateşlerle yana yana,
sen peşimdesin, ey düşünce!
adlandırılamaz! açıklanamaz! iğrenç!
sen, ey bulutların ardındaki avcı!
yerle bir olmuşum senin şimşeklerinle,
sen alaycı göz, dikmişin gözünü bana karanlıklardan!
yatıyorum öyle,
kıvrılarak, çırpınarak, işkencesiyle
bütün sonsuz ezaların,
vurdun beni
sen ey zalim avcı,
sen ey tanınmaz - t a n r ı...
vur, daha derine vur!
bir kez daha, haydi vur!
kopar, parçala bu yüreği!
niye bu işkence
körelmiş oklarla?
neye göz koydun böyle,
usanmadın mı bu insan işkencesinden,
acı vermekten haz duyan tanrı şimşeği gözlerle?
öldürmek değil istediğin,
yalnızca eziyet, eziyet etmek mi?
bana - niye eziyet ediyorsun,
sen, ey acı vermekten haz duyan tanınmaz tanrı?
ha ha!
usul usul sokuluyorsun
böylesi gece yarısında? ...
ne istiyorsun?
konuş!
üstüme geliyorsun, sıkıştırıyorsun beni,
ha! çok yaklaştın yanıma!
soluğumu duyuyorsun,
yüreğimi dinliyorsun,
kıskanç seni!
- neden kıskanıyorsun beni?
git! defol!
o merdiven de niye?
içeri mi girmek istiyorsun,
yüreğime tırmanmak,
en mahrem
düşüncelerime tırmanmak?
utanmaz! tanınmaz! hırsız!
ne çalmak istiyorsun?
ne gözetlemek istiyorsun?
ne işkencesi etmek istiyorsun?
sen ey işkenceci!
sen - cellat - tanrı!
yoksa köpek gibi,
taklalar mı ataydım karşında?
teslim mi olaydım, kendimden geçerek
sevginle - sırnaşarak?
boşuna!
sürdür batırmanı!
zalim diken!
köpek değilim - avınım yalnızca senin,
zalim avcı!
en gururlu esirinim,
en ey bulutların ardındaki haydut...
konuş artık!
ey şimşeklerin ardına gizlenen! tanınmaz! konuş!
ne istiyorsun, ey eşkiya... b e n d e n?
nasıl?
fidye mi?
ne istiyorsun fidye diye?
çok iste - böylesi yaraşır gururuma!
ve az konuş - böylesi yaraşır öteki gururuma!
ha ha!
beni - istiyorsun ha? beni?
herşeyimle beni? ...
ha ha!
ve işkence ediyorsun bana, delisin ya işte,
gururumu kırıyorsun işkencenle?
s e v g i ver bana - kim ısıtır ki beni daha?
kim sever ki beni daha?
sıcak eller uzat bana,
yürek mangalları uzat bana,
bana, yalnızların en yalnızına,
buzunu ver ah! yedi kat donmuş buz,
düşmanları bile
düşmanları özlemeyi öğreten,
ver, evet, teslim et,
ey zalim düşman
bana - k e n d i n i!
kaçıyor!
bu kez o kaçıyor,
tek yoldaşım,
en büyük düşmanım, tanınmazım benim,
cellat-tanrım benim! ...
hayır!
gel geri!
bütün işkencelerinle birlikte geri gel!
bütün gözyaşlarım
sana akıyor,
yüreğimin son alevi
seni aydınlatıyor.
gel, geri gel,
tanınmaz tanrım! a c ı m benim!
Yarın, yarından sonra bir yarın, bir yarın daha
Sürüp gidiyor günden güne küçük adımlarla;
Geçmiş günlerimiz ise nice sersemlere ışık tutmuş
Ölüm yolunda, toz toprak olmazdan önce.
Sön, cılız kandil, sön! Hayat dediğin ne ki:
Yürüyen bir gölge, bir zavallı kukla bu sahnede:
Bir saat boy gösterip, boyun kırıp gidecek!
Bir daha da duyulmayacak artık sesi.
Bir aptalın anlattığı bir masal bu:
Kuru gürültüler, deli saçmalarıyla dolu.
Macbeth sayfa -149
William Shakespeare
Çeviri: Sabahattin Eyuboğlu
Türkiye iş Bankası Kültür Yayınları
Geliyormuşum;
pencerelerde yaz
ve bileklerimde bayat bir intihar
Oysa ölünecek bir şey yokmuş,
gidince sen,
yaşanacak bir şey olmadığı kadar
Yanıyormuşum;
vardığım yere bırakıp kendimi.
Atlasında yeryüzünün
çılgın
ve çirkin
ve hüzünle oyalanan.
Yüreğimde kül tadı nice yangından kalan...
Ölüyormuşum;
senin saçların uzuyormuş üstelik.
Ölünce ben, cıgarayı da bırakıp taksit ödüyormuşsun.
Bedenin tecritmiş geçliğinden,
ikisi de yalnızmış,
geceler öpüyormuş memelerinden...
Bense geçliğimi pazarlıksız
ve hızla geçtiğimden;
bugünler saçlarımla birlikte şiir yazmayı da kısa
kestiğimden,
piç kalmış aşklarla avutup kendimi,
bileklerimde bayat bir intiharın dikiş izleri,
gelip geçmiş yılların diş izleri ömrümde,
neşter ve gülmüş hayat.
Gülüyor...Gülüyor...Gülüyormuşum...
Terketmedi sevdan beni,
Aç kaldım, susuz kaldım,
Hayın, karanlıktı gece,
Can garip, can suskun,
Can paramparça...
Ve ellerim, kelepçede,
Tütünsüz uykusuz kaldım,
Terketmedi sevdan beni...
bu bir türkü:-
toprak çanaklarda
güneşi içenlerin türküsü!
bu bir örgü:-
alev bir saç örgüsü!
kıvranıyor;
kanlı; kızıl bir meş'ale gibi yanıyor
esmer alınlarında
bakır ayakları çıplak kahramanların!
ben de gördüm o kahramanları,
ben de sardım o örgüyü,
ben de onlarla
güneşe giden
köprüden
geçtim!
ben de içtim toprak çanaklarda güneşi.
ben de söyledim o türküyü!
yüreğimiz topraktan aldı hızını;
altın yeleli aslanların ağzını
yırtarak
gerindik!
sıçradık;
şimşekli rüzgâra bindik!.
kayalardan
kayalarla kopan kartallar
çırpıyor ışıkta yaldızlanan kanatlarını.
alev bilekli süvariler kamçılıyor
şaha kalkan atlarını!
akın var
güneşe akın!
güneşi zaptedeceğiz
güneşin zaptı yakın!
düşmesin bizimle yola:
evinde ağlayanların
göz yaşlarını
boynunda ağır bir
zincir
gibi taşıyanlar!
bıraksın peşimizi
kendi yüreğinin kabuğunda yaşayanlar!
işte:
şu güneşten
düşen
ateşte
milyonlarla kırmızı yürek yanıyor!
sen de çıkar
göğsünün kafesinden yüreğini;
şu güneşten
düşen
ateşe fırlat;
yüreğini yüreklerimizin yanına at!
akın var
güneşe akın!
güneşi zaaptedeceğiz
güneşin zaptı yakın!
biz topraktan, ateşten, sudan, demirden doğduk!
güneşi emziriyor çocuklarımıza karımız,
toprak kokuyor bakır sakallarımız!
neş'emiz sıcak!
kan kadar sıcak,
delikanlıların rüyalarında yanan
o «an»
kadar sıcak!
merdivenlerimizin çengelini yıldızlara asarak,
ölülerimizin başlarına basarak
yükseliyoruz
güneşe doğru!
ölenler
döğüşerek öldüler;
güneşe gömüldüler.
vaktimiz yok onların matemini tutmaya!
akın var
güneşe akın!
güneşi zaaaptedeceğiz
güneşin zaptı yakın!
üzümleri kan damlalı kırmızı bağlar tütüyor!
kalın tuğla bacalar
kıvranarak
ötüyor!
haykırdı en önde giden,
emreden!
bu ses!
bu sesin kuvveti,
bu kuvvet
yaralı aç kurtların gözlerine perde
vuran,
onları oldukları yerde
durduran
kuvvet!
emret ki ölelim
emret!
güneşi içiyoruz sesinde!
coşuyoruz,
coşuyor!..
yangınlı ufukların dumanlı perdesinde
mızrakları göğü yırtan atlılar koşuyor!
akın var
güneşe akın!
güneşi zaaaaptedeceğiz
güneşin zaptı yakın!
toprak bakır
gök bakır.
haykır güneşi içenlerin türküsünü,
hay-kır
haykıralım!
bir de sabahın dördü
dışarda kar
odamız ılık
gözlerin ılık ılık damlarken boş kadehe
anlattın bana ağzı sarımsak kokan bir çocukla yattığını
aşkı tattığını, karım dediğini ve aldattığını
kıskandım gogen'i tahitilim
terlemiş vücudunu silerken
cüzzam mikrobunu ve yaktığı kulübesini
saçların bağlamıştı ellerimi muz kokulum
güneşi doğurmuştu ölü cisim
martı çığlıklarıyla bir sahil kayalığında
nefesin vücudumu yakıyordu yer yer
sam yelim sahra-i kebirim
kahrettim her şeye o gün
babanın şarap çanağına,
gogen'e,
kadere,
sana,
bana ,
bir de gittiğin arabanın tekerine
ne diyordum arkadaş....
diyordum ki ben bu zıkkımı içmek için içerim
ama içerken düşünmem neden içiyorum diye
daha sonra yaparım hayatın felsefesini
sırayla olurum fatih, selim, kanuni
bazen kadın hamamında tellak....
bazen christoph colomb
napolyon'ken düşünürüm elbede geçen günleri
`timur 'ken beyazıt'ı yenişimi....
bir kere aristo'nun hocası olmuştum
ona verdiğim dersle gurur duymuştum
bazen jan dark'ı kurtarmak için çalışan bir kahraman
bazen odunun ateşleyen bir cellat olurum
eğer daha da içersem
shaskespare halt etmiş derim karşımda
salyalı dudaklarımdan yayık sesimi dinlerim de
işte mozart'ın aradığı melodi bu diye gülerim
enayiymiş be platon...
bir içsinde görsün....ne felsefesi varmış bu hayatın
anlasın geçmişi kınalı dünyanın kaç bucak olduğunu
islak kaldırımlarda yürürken acırım
önde yalpa vuran sarhoşun zavallı haline
ukalalık işte derim neme lazım senin
kendine bak; sende bir serserin bir sarhoş....
ve yavaş yavaş kaybolur acı kahkalarım
şehrin izbe sokaklarında
yavaş yavaş kaybolur benliğim...
edit: yazarı ihsan yüceymiş. uyarı için sinerita'ya teşekkürü borç bilirim.
Ben
senden önce ölmek isterim.
Gidenin arkasından gelen
gideni bulacak mı zannediyorsun?
Ben zannetmiyorum bunu.
iyisi mi, beni yaktırırsın,
odanda ocağın üstüne korsun
içinde bir kavanozun.
Kavanoz camdan olsun,
şeffaf, beyaz camdan olsun
ki içinde beni görebilesin...
Fedakârlığımı anlıyorsun :
vazgeçtim toprak olmaktan,
vazgeçtim çiçek olmaktan
senin yanında kalabilmek için.
Ve toz oluyorum
yaşıyorum yanında senin.
Sonra, sen de ölünce
kavanozuma gelirsin.
Ve orda beraber yaşarız
külümün içinde külün,
ta ki bir savruk gelin
yahut vefasız bir torun
bizi ordan atana kadar...
Ama biz
o zamana kadar
o kadar
karışacağız
ki birbirimize,
atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz
yan yana düşecek.
Toprağa beraber dalacağız.
Ve bir gün yabani bir çiçek
bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse
sapında muhakkak
iki çiçek açacak :
biri sen
biri de ben.
Ben
daha ölümü düşünmüyorum.
Ben daha bir çocuk doğuracağım.
Hayat taşıyor içimden.
Kaynıyor kanım.
Yaşayacağım, ama çok, pek çok,
ama sen de beraber.
Ama ölüm de korkutmuyor beni.
Yalnız pek sevimsiz buluyorum
bizim cenaze şeklini.
Ben ölünceye kadar da
bu düzelir herhalde.
Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bu günlerde?
içimden bir şey :
belki diyor.
sisler bulvarı
elinin arkasında güneş duruyordu
aylardan kasımdı üşüyorduk
ağacın biri bulvarda ölüyordu
şehrin camları kaygısız gülüyordu
her köşe başında öpüşüyorduk
**********************
sisler bulvarı'na akşam çökmüştü
omuzlarımıza çoktan çökmüştü
kesik birer kol gibi yalnızdık
dağlarda ateşler yanmıyordu
deniz fenerleri sönmüştü
birbirimizin gözlerini arıyorduk
*************************
sisler bulvarı'nda seni kaybettim
sokak lambaları öksürüyordu
yukarıda bulutlar yürüyordu
terkedilmiş bir çocuk gibiydim
dokunsanız ağlayacaktım
yenikapı'da bir tren vardı
sisler bulvarı'ndan geçtim sırılsıklamdı
ıslak kaldırımlar parlıyordu
durup dururken gözlerim dalıyordu
bir bardak şarabda kayboluyordum
gece bekçilerine saati soruyordum
evime gitmekten korkuyordum
sisler boğazıma sarılmışlardı
Attila ilhan
Bu duvarlar yetmiyor bizi ayırmaya bilesin...
Bu parmaklıklar, bu demir kapılar, bu hava, inan...
Bazen bir yumrukta yıkacak kadar güçlü,
Bazen bir serçe kadar güçsüzsem, bir nedeni vardır...
Hangi zorluğu yenmemiş insanoğlu.
Hele taşıyorsa içinde bu insanca sevgiyi.
Güzel günler zorlu duraklardan geçer sevdiğim.
Damla damla birikiyor insan.
Damla damla sevgili...
Bir gün akıp gideceğiz hayata...
Duvarlar yıkılacak, açılacak bütün kapılar bilesin.
Benim yüreğim sensin şimdi, seni vurur durur...
Ve yine damla damla çoğalıyorsun içimde.
AY KARANLIK
Maviye
Maviye çalar gözlerin,
Yangın mavisine
Rüzgârda âsi.
Körsem,
Senden gayrısına yoksam,
Bozuksam,
Can benim, düş benim,
Ellere nesi?
Hadi gel,
Ay karanlık...
itten aç,
Yılandan çıplak,
Vurgun ve belâ
Gelip durmuşsam kapına
Var mı ki doymazlığım?
ille de ille
Sevmelerim,
Sevmelerim gibisi?
Oturmuş yazıcılar
Fermanım yazar
N'olur gel,
Ay karanlık...
Dört yanım puşt zulası,
Dost yüzlü,
Dost gülücüklü
Cıgaramdan yanar,
Alnım öperler,
Suskun, hayın, çıyansı,
Dört yanım puşt zulası,
Dönerim dönerim çıkmaz.
En leylim gecede ölesim tutmuş,
Etme gel,
Ay karanlık...
gece leylak ve tomurcuk kokuyor
yaralı bir şahin olmuş yüregim
uy anam anam, haziranda ölmek zor
calışmışım onbeş saat
tükenmişim onbeş saat
yorulmuşum, acıkmışım, uykusamışım
anama sövmüs patron
sıkmışım dişlerimi
islıkla söylemişim umutlarımı
sıcak bir ev özlemişim
sıcak bir yemek
sıcacık bir yatakta unutturan öpücükler
cıkmışım bir dalgadan, vurmuşum sokaklara
sokakta tank paleti
sokakta düdük sesi
sarı sarı yapraklarla dallarda
insan iskeletleri
gece leylak ve tomurcuk kokuyor
'uyarına gelirse tepemde bir de çınar' demiştin yıllar önce
demek ki on yıl sonra
demek ki sabah sabah
demek ki manda gözü
demek ki
sile bezi
bir de memedin yüzü
bir de saman sarısı
bir de özlem kırmızısı
demek ki göçtü usta
kaldı yürek sızısı
yıllar var ter içinde taşıdım ben bu yükü
bıraktım acının alkışlarına
3 haziran 63u
bir kırmızı gül dalı egilmiş üstüne
bir kırmızı gül dalı şimdi uzakta
okşar yanan alnını nazim ustanın
bir kırmızı gül dalı egilmiş üstüne
bir kırmızı gül dalı şimdi uzakta
yatıyor oralarda
bir eski gömütlükte
yatıyor usta
gece leylak ve tomurcuk kokuyor
geçsem de gölgesinden tankların tomsonların
suramda bir kuş ötüyor.
haziranda ölmek zor....
Erkek kadına dedi ki:
-Seni seviyorum,
ama nasıl,
avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp
parmaklarımı kanatarak
kırasıya
çıldırasıya...
Erkek kadına dedi ki:
-Seni seviyorum,
ama nasıl,
kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz,
yüzde yüz, yüzde bin beş yüz,
yüzde hudutsuz kere yüz...
Kadın erkeğe dedi ki:
-Baktım
dudağımla, yüreğimle, kafamla;
severek, korkarak, eğilerek,
dudağına, yüreğine, kafana.
Şimdi ne söylüyorsam
karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana..
Ve ben artık
biliyorum:
Toprağın -
yüzü güneşli bir ana gibi -
en son en güzel çocuğunu emzirdiğini..
Fakat neyleyim
saçlarım dolanmış
ölmekte olan parmaklarına
başımı kurtarmam kabil
değil!
Sen
yürümelisin,
yeni doğan çocuğun
gözlerine bakarak..
Sen
yürümelisin,
beni bırakarak...
Kadın sustu.
SARILDILAR
Bir kitap düştü yere...
Kapandı bir pencere...
AYRILDILAR...
yiğit harmanları, yığınaklar,
kurulmuş çetin dağlarında vatanların.
dize getirilmiş haydutlar,
hayınlar, amana gelmiş,
yetim hakkı sorulmuş,
hesap görülmüş.
demdir bu...
demdir,
derya dibinde yangınlar,
kan kesmiş ovalar üstünde mayıs...
uçmuş, bir kuştüyü hafifliğinde,
çelik kadavrası koruganların.
ölünmüş, canım, ölünmüş
murad alınmış...
gelgelelim,
beter, bize kısmetmiş.
ölüm, böyle altı okka koymaz adama,
susmak ve beklemek, müşiş
genciz, namlu gibi,
e çatal yürek,
barışa, bayrama hasret
uykulara, derin, kaygısız, rahat,
otuziki dişimizle gülmeğe,
doyasıya sevişmeğe,yemeğe...
kaç yol, ağlamaklı olmuşum geceleri,
asıl, bizim aramızda güzeldir hasret
ve asıl biz biliriz kederi.
içim, bir suskunsa tekin mi ola?
o malta bıcağı, kınsız, uyanık,
ve genç bir mısradır
filinta endam...
neden, neden alnındaki yıkkınlık,
bakışlarındakı öldüren buğu?
kaç yol ağlamaklı oluyorum geceleri...
nasıl da almış aklımı,
sürmüş, filiz vermiş içimde sevdan,
dost, düşman söz eder kendi kavlince,
kınanmak, yiğit başına.
bu, ne ayıp, ne de yasak,
öylece bir gerçek, kendi halinde,
belki, yaşamama sebep...
evet, ağlamaklı oluyorum, demdir bu.
hani, kurşun sıksan geçmez geceden,
anlatamam, nasıl ıssız, nasıl karanlık...
ve zehir - zıkkım cigaram.
gene bir cehennem var yastığımda,
gel artık...
Sen miydin o yalnızlığım mıydı yoksa
Kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi
Dilimizde akşamdan kalma bir küfür
Salonlar piyasalar sanat sevicileri
Derdim günüm insan arasına çıkarmaktı seni
Yakanda bir amonyak çiçeği
Yalnızlığım benim sidikli kontesim
Ne kadar rezil olursak o kadar iyi
Kumkapı meyhanelerine dadandık
Önümüzde Altınbaş, Altın Zincir, fasulye pilakisi
Ardımızda görevliler, ekipler, Hızır Paşalar
Sabahları açıklarda bulurlardı leşimi
Öyle sıcaktı ki çöpcülerin elleri
Çöpcülerin elleriyle okşardım seni
Yalnızlığım benim süpürge saçlım
Ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi
Baktım gökte bir kırmızı bir uçak
Bol çelik bol yıldız bol insan
Bir gece Sevgi Duvarını aştık
Dustuğum yer öyle açık seçik ki
Başucumda bi sen varsın bi de evren
Saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi
Yalnızlığım benim çoğul türkülerim
Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi
ayazın avucunda unutmuştun ellerini
önünden geçtiğim halde beni tanımadın
ben değiştim biliyorum hem sakal bıraktım
şiirlerim kül rengi kumrular gibi uçuşuyorlar
bakır çalığı göklere katiyyen tahammülüm yok
hele paris’in gökleri aklımı başımdan alıyor
bana seni senden evvelki poitiers’li kızı
hatırlatıyor
ayazın avucunda unutmuştun ellerini
karanlığın arkasında kıvılcım gözlü orospular
gölgelerine yaslanmış evliya gibi bekliyorlar
ışıklar kırmızı yandığı zaman duracaksın
ben değiştim biliyorum hem sakal bıraktım
soğuk gözlerinde buğulanmıştı ölsen tanıyamazdın
hatta ricardo bile hani vatansız ricardo
burnumun dibinden geçti geçen gün beni tanıyamadı
oysa au vieux chatalet’de akşam sabah beraberdik
üçümüz viyana kahvesi ve sıcak rom içerdik
üstelik o krapfen severdi güzel olurmuş rivayet
neden ve nasıl sevdiğini anlayamadım gitti
yalnızlıktan da kurtulup yalnız kalmak isterim
montmarte metrosu civarında seni gözden kaybettim
o zenci yine arkanda mıydı hiç dikkat etmedim
ağzında yoksul bir ıslık ıslak bir cigara gibi
sidney bichet’nin caz havalarını çiğneyip tüküren
o saklasın varsın seni sevdigini biliyorum ben
yüzünün renginden geliyor bütün üzüntüsü
bir gazete aldım ama evde okuyacağım
kahvelerden birine girip bir grog ısmarlasam
seni öldürmek için çareler tasarlasam
sükut bembeyaz buz tutsa bıyıklarımda
ve türküm kaybolsa sessizliğin hırçın türküsü
ve ben unutulsam yazdığım şiirler
senin için yazdıklarım herkes için yazdıklarım
eski padişahlar gibi unutulsa birer birer
ve ben seni unutsam hiç hatırlamasam
ellerim oldum olasıya seni unutsalar
yarı gecenin içinden bir zenci sütbeyaz bakıyor
rue lafatette’de dünden bugüne geçiyorum
eflatun gözlerini bir grog kadehinde unuttum
Yoruldun ağırlığımı taşımaktan
ellerimden yoruldun
gözlerimden gölgemden
sözlerim yangınlardı
kuyulardı sözlerim
bir gün gelecek, ansızın gelecek bir gün
ayak izlerimin ağırlığını duyacaksın içinde
uzaklaşan ayak izlerimin
ve hepsinden dayanılmazı bu ağırlık olacak...
yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani, bütün işin gücün yaşamak olacak.
yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani, o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut, kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel, en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.
yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklşara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde, ölüme inanmadığın için.
yaşamak, yani ağır bastığından.
2
diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
yani, beyaz masadan
bir daha kalkmama ihtimali de var.
duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
biz yinede güleceğiz anlatılan bektaşi fıkrasına
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
yahut da yine sabırsızlıkla bekleyeceğiz
en son ajans haberlerini.
diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için,
diyelim ki cephedeyiz.
daha orda ilk hücumda, daha o gün
yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
bel ki yıllarca sürecek savaşın sonunu.
diyelim ki, hapisteyiz,
yaşımızda elliye yakın,
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
yine de dışarıyla beraber yaşayacağız,
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla
yani, duvarın arkasındaki dışarıyla.
yani, nasıl ve nerde olursak olalım
hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...
3
bu dünya soğuyacak,
yıldızların arasında bir yıldız,
hem de en ufacıklarından,
mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
yani, bu koskocaman dünyamız.
bu dünya soğuyacak günün birinde.
hatta bir buz yığını
yahut ölü bir bulut gibi de değil,
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.
şimdiden çekilecek acısı bunun ,
duyulacak mahzunluğu şimdiden.
böylesine sevilecek bu dünya
"yaşadım" diyebilmen için...
duy
sesimi her yerden duy
gör
yüzümü her yerden gör
dön
sebebi halim başka
kalp kırık dökük yenik aşka
dön
sebebim olma gayrı
dön
dünleri vur da öldür
göm
geçmişi sildim çoktan
yar adın emir gibi haktan
o yosun gözlerin düşer gecelerime
ilkbahar gelir kokunu verir
her yanı sarar aşk büyüsü
sevdiğim gülün dile gelir
yosun gözlerin düşer gecelerime
ilkbahar gelir kokunu verir
her yanı sarar aşk büyüsü
sevdiğim gülün dile gelir
gücenmediysen kırılmadıysan darılmadıysan dön
nasip olur da seni bulursam hesap sorarsan sor
gülüm mü dersin
ölüm mü dersin
yeter ki ses gelsin
bilirim
senin için yaralı
"sen benim hiçbir şeyimsin
yabancı bir şarkı gibi yarım
yağmurlu bir ağaç gibi ıslak
hiç kimse misin bilmem ki nesin
uykumun arasında çağırdığım
çocukluk sesimle ağlayarak"