ruhunu bulmayı gerektirir. aramaya inanmaktır, her şeyden önce. her daim umutla, yılmadan beklenecek olandır.
aslında olabilecek bir eylemdir. sonuçta aynı yönlere eğildiğiniz, sizi anlayabilecek bir insan vardır hayatta..
kendiniz de arayıp bulmak istediğiniz ama bir türlü bulamadığınız özellikleri barındıran, yanında kendinizi huzurlu ve tamamlanmış hissettiğiniz insanı bulmaktır.
bazı insanlara göre hayatın tek gayesidir, kim olursanız, nelere sahip olursanız olun o insanı bulamadığınız sürece hep bir şeyler eksik kalacaktır.
kocaman bir hayal kırıklığıdır bazen. sen bulmuşken o bulamamıştır.
insanlar ruh eşlerini ararken kendileri ile ortak noktaları en fazla olan insanı arıyorlar. aslında kendilerini, eksiklerini veya yanlışlarını en iyi tamamlayacak, kapatacak insanın ruh eşleri olduğunun bile farkında değiller. bu yüzden bulmakta çok zorlanıyorlar ve bulduklarında farkına bile varmıyorlar.
zordur gerçekten. önemli olan bulmak değil yitirmemektir, kime sorsan buluyor zaten.
ne zaman bulunacağı bilinmez ama bulunduğun da şiir gibi, hayal gibi bir hayat olacaktır.
insanın karşısına, yaşadığı ömür boyunca, zamanlı ya da zamansız ama sadece bir kez çıkan, aynı dili konuştuğu, bazen konuşmadan anlaştığı, diğer yarısı;
...
Tüm dünyevi varlıkların dışında kalan bir şey vardı zihnimde ; hiçbir canlıya benzemeyen, hiç bir tanıma uymayan, doğduğumdan beri bıkmadan usanmadan gölgem gibi beni takip eden bir şey. Adını koyamadım. Kader karşıma çıkaracak elbet dedim, sustum. Tek yapabildiğim onu düşünmek, ve içimde günden güne büyüyen varlığına alışmak oldu.
Zamanlar geçti, büyüdük belki. Masumiyetimizi kaybettik, acılar, göz yaşları, haksızlıklar geçti üstümüzden, becerdi ikimizi. Kalbin cayır cayır yanmasına, durup durup ağlamaya, çaresizlikten kıvranmaya alıştık. Bedenimizden ruhumuza işleyip ele geçirdi bütün sevinçlerimizi. Ama ne olursa olsun elimden tuttu, tüm gidenlere inat yalnız bırakmadı, bir tek "O" terk etmedi beni. Acıdan kanayan kalbime ilaç oldu, yüzümden düşen bin parçalardan şikayet etmedi hiç. Her sessizlik anında karşıma geçip kulağıma fısıldadı mutluluğun reçetesini. Ama ben derin denizlere hapsolmuş bir balıktım o zamanlar, bitmek bilmeyen sefer özlemlerim vardı sıcak sulara. Dinlemedim, görmezden geldim yüzünü. Yok dedim , yok öyle bir adam. varlığını, kalbime söz geçirmeye çalışan zihnimin bir oyunu, kendimi avutmak için uydurduğum son umudum sandım.
Günler geçti, unuttum onu, yalnızlığımla kaldım. kalan son umudumu da rakıya meze yaptım ve azıcık nefes katabilmek için soluksuz günlerime, yaralarıma tuz basmak için, yorgun bedenimi bir deniz kenarına attım. Varlığını biliyordum hep, hayalimde çizdiğim yüzü eninde sonunda bir gün bulacağımı da ama hayat bir türlü fırsat vermedi karşılaşmamıza. birbirimizi aramaya çalışmaktan yorulduk ve başka sevgiler, sevgililer aldık hayatlarımıza.
Bir gece, son sigaramı içmek için doğru zamanı bulmaya çabalarken, çıktı geldi. Ayak seslerini duydum gecemde. Çizdiğim yüz, karşımda gözlerimin içine bakıyordu. inanmak istemedim önce, sonra Kulağıma doğru fısıldayan o güzel sesini duydum; "sonsuza dek, seni ellerim üstünde taşımak, gözyaşlarını avuçlarıma doldurup yüreğine su serpmek için geldim, sakın bırakma beni!"
Bırakmadım. Her gece güzel yüzünü karşıma alıp saatlerce dinledim, ağladım, güldüm. Etraftaki onca kalabalığa rağmen, zehir zemberek yalnızlığı iliklerine kadar hisseder ya insan; bir tek o gelince iki kişi oldum ben. Bir tek onun varlığı yalnızlığımı soyabildi üzerimden. Gerisi yok. Başlangıcı meçhul, sonu olmayan bir ibadet biçimiydi bu. Sözleri sözlerim, bedeni bedenim, elleri ellerim oldu. Her gecenin sonunda son bir sigara bıraktım geriye, varlığının kıymetini daha iyi anlayabilmek için. eğer gerçekten o bense, sonsuza dek sürmezdi, giderdi bir gün, biliyordum. bu yüzden her gecenin sonunda yaşadığıma pişman oldum.
ömrümün en güzel zamanlarını yaşadığımı ve giderek sona yaklaştığımızı hissediyordum. sevmek zamanı doldu ve gideceğini söyledi bir gün. kızamadım; gerçekten diğer yarım olduğu için, ruhu bana ait olduğu için, gideceğini bilerek yaşadığım için kızamadım.
Şimdilerde, sesine alışan kulaklarım, cümlelerini birer birer zihnime kazıyan gözlerim ve umutsuzca göğe doğru uzanıp Allah a isyan eden ellerim var; "Neden diğer yarımı kesip alırken onu yeniden bulacağım zamanın karşısına ömrümün bu demini yazdın, şimdi; hayatlarımız karmakarışık ve başkalarıyla doluyken, çok geç değil mi, elimden kayıp gitmesi için çok erken ama benim olması için çok geç değil mi?"
insan ruh eşini bulmaz, genel hatlarıyla anlaştığı bir insanla karşılıklı olarak yıllarını vererek ortak bir ruh ve hayata karşı bir duruş geliştirirler.
dolayısıyla ruh eşi, elinizdeki hazine haritasıyla çeşitli maceralardan sonra ulaşabileceğiniz altın dolu bir sandıktan çok, bir tohuma veya yeni doğmuş bir çocuğa benzer. onu geliştirmek ve sağlıklı bir şekilde büyütmek için vereceğiniz emekler sonucu ruh eşi oluşur.
yani sizin onu bulmanızı bekleyen bir ruh eşiniz yok bir yerlerde. düzgün bir insanla bir araya gelip emek vermek var, zaman harcamak var, iyi niyet göstermek var...
ruh esi seni buyuten, seni guzellestiren, bazi acilardan senin en harika versiyonuna ulasmana sebep olan biri.
görevlerini tamamladıktan sonra hayatlarımızdan uğurladıklarımızda oluyormuş.
ruh eşi nedir, ne değildir, öyle birşey var mı bilmiyorum ama, birbiriyle karşılaşan iki insanın zevkleri, fikirleri ve davranışları birbirine uyuyorsa, birbirlerini tamamlayıcı yönleri de varsa eğer, ruh eşi diye adlandırılabilir.
yunan mitolojisin de ruh esiyle ilgili bır hikaye vardır, bundan yıllarca once insanlarla tanrılar arasında bir savas cıkmıs fakat insanlar su anki gibi degillermiş, 2 farklı cinsteki beden bir aradaymıs ve tanrılar buyuk bir yenilgiye ugramak uzerelermiş ve bir toplantı duzenlmeye karar vermişler, herkes bir fikir atmıs fakat engellenemiycegi sonucuna ulasılmıs en son bir fikir atılmıs
- insanları ikiye ayıralım oyle bir ayıralım ki bedenen ve ruhen 2 farklı varlık olsunlar, dogduklarından ittibaren birbirlerini arasınlar bulamadıkca mutsuz kalsınlar ve hic birsey yapamaz olsunlar.
ve plan uygulanmıs işte o gunden beri insan kadın olsun erkek olsun diger yarısını arar onsuz mutlu olamaz ve butun kargasaların nedenı budur.
aslında ruh eşi birebir herşeyi benzeyen, mesela o klasik müzik dinliyorsa diğeri pop dinlemez ikisi hep aynı şeyi yapar demek değildir. kişiler birbirlerinin istek ve yaşantılarına saygı duyar. sevmese bile istediği şarkıyı dinler yada sevmediği yemeği sırf o yiyor diye yemesi gibi. ruh eşi demek birbirine tahammül etmek ve saygı duymaktan başka birşey değildir aslında.
ezelden beri var olan ruh eşlerimizin nerede olduklarını bilemediğimiz için bütün dünyayı aramak zorundayız. eğer onlar iyi durumdaysa biz de mutlu oluruz. iyi değillerse bilinçsiz de olsa onların acılarının bir bölümünü de biz çekeriz. en azından bir kez karşımıza çıkacak ruh eşiyle buluşmayı gerçekleştirmek zorundayız. bu buluşma birkaç saniye de sürse, bunu gerçekleştirmekten sorumluyuz, çünkü o saniyeler beraberlerinde ömrümüzün geri kalanına yetecek yoğunlukta bir aşkı getirirler. kadın ya da erkek, ruh eşimizi kabullenmeden, hatta farkına varmadan yanımızdan geçip gitmesine de izin verebiliriz. ve şımarıklığımız yüzünden insanoğlunun kendisine icat ettiği en büyük işkenceye mahkum oluruz: yalnızlığa. "
her insanın ruh eşi hayatları boyunca mutlaka en az 1 kere karşılarına çıkarmış. o anın uzunluğu veya kısalığı sizin elinizde. belki de yıllar önce yolda çarpıp sizden özür dileyen kız/adam sizin ruh eşinizdi ve ne yazık ki siz o an suratına bile bakmadan geçip gittiniz.