var mı dünyada günah işlemeyen, söyle;
yaşamır mı hiç günah işlemeden, söyle;
bana kötü deyip kötülük edeceksen
yüce tanrı, ne farkın kalır benden söyle.
yoksulluk muydu beni huzuruna getiren?
değildir yoksul azla yetinmeyi bilen.
hiç bir şey beklemem senden saygından başka.
dürüst ve özgür bir kişiye saygı göstermeyi bilrsen.
hergün biri çıkar, başlar, benim ben demeye,
altınları, gümüşleri ile övünmeye
tam işleri dilediği düzene girer,
ecel cıkıverir pusudan: benim ben, diye...
sevgilinin yanında yapayalnızsın Hayyam!
şimdi sığınabilirsin ona, artık gitti madem.
geçip gidiyor o asude gençlik çağı
unutmak için dikiyorum kafama şarabı.
acı mı geldi? böylesi gider hoşuma
ömrümün ağızda biraktığı tat acı.
cennet de sende, cehennemde....
sarığını ver de şarap al karşılığında
pişman olmazsın, geçir yün takkeyi başına!
denize düşüp kaybolan su damlası
toprağa karışan toz zerresi
nedir bu dünyaya gelip gidişimizin manası?
fena bir böcek işte, bugün var yarın yok olacak.
kalk hadi, ebediyen uyuyacağız zaten!
biz gerçekten bir kukla sahnesindeyiz:
kuklacı Felek usta, kuklalarda biz.
oyuna cıkıyoruz birer ikişer;
bitti mi oyun, sandıktayız hepimiz.
yaralı kuşlar gizlenirler ölmek için.
öte dünyanın karanlığında huzur bulsun insan
şarap yanakların kadar pembe
pişmanlığım buklelerin kadar hafif olsun.
....
Ömer hayyam
ömer hayyam'ın 4'lüklerini topladığı kitabın adıdır.
kaynak: rubai'ler semerkant/amin maalouf'tan alıntıdır.
attila ilhan'ın elde var hüzün şiir kitabının üçüncü bölümü. rubaiyat'ta yalnızlıktan kaynaklanan ruh sıkıntılarını ve ölüm düşüncelerini, şairin varlık problemi etrafındna değerlendirdiğini görürüz. bu bölüm dokuz şiirden oluşmaktadır.
azade ser olurdum âsib-i derd-ü-gamdan
ya dehre gelmeseydim ya aklım olmasaydı ziya paşa
zulmetmeyi yeğler o buzlu kadın sevmek yerine
gözlerindeki soğuk elektrik
çakar ufkumuzda şimşek yerine
kanı donmuştur / besbelli kılı kıpırdamaz
koparıp göğsünden yüreğini
uzatsan kan içinde
çiçek yerine
sürekli bir dalgınlıktır kuğu
buğulu bir gölde yalnızlık biriktiren
kederinden yolcuların boğulduğu
dağılan bir düşüncedir ağaç
yaprak yaprak sonbaharı getiren
soğuk karanlıklarda çıplak ve aç
döne döne sonbahara ulaştı yorgunluğum
uzaktan ölümün çanlarını duyuyorum
geceler uzadı sabahlar olmak bilmiyor
sürekli alacakaranlıkta hanidir ruhum
bir vapur gibi uğuldayarak
hışımla sırılsıklam
ansızın karşıma çıktı gece
başıboş bir vapur gibi
kara sularıma girmiş
gizlice
o yol kesemez ben duramam artık
çarpışmamız kesinleşti
ne korku ne pişmanlık ne yeis
en sessiz derinliklere içimde belki senin
hasretini götüreceğim
sadece
yağmurlu kış günü tenha bahçede çırılçıplak
mevsim ona beyhudedir artık ne soğuk ne sıcak
bu çınar ömür boyu yalnızlığa hüküm giymiştir
her gün bir parça ölerek süresini dolduracak
trenler katar katar
şu dağdağalı dünya garında gördüğüm
türlü çeşidi var
kimisi gümüştendir camları kesme billur
kimisi ahşap durduğu yerde tutuşur
kimisi sanki solucan uzar uzadıkça
kimisi düğüm üstüne sanki düğüm
kim olsan fakat hangisine binsen
nasıl binersen bin
değişmez varılacak son istasyon ki ölümdür
ölüm
korkunun kulak gibi çınladığı bir hicran saatında
tehditlerle dolu bir kış doludizgin yaklaşıyor
yağmurların soğuk kanatlarında
çevremde muazzam bir baş dönmesidir adeta şehir
münzevi bir soru işaretiyim
simsiyah şemsiyemin altında
buz kuşları toz halinde iç ufuklarımıza dağıldılar
yapraklarının kızıllığı söndü kapkaranlık ağaçlar
görünmez bir devin sendelediği hissediliyor her an
kan kaybediyor kan ağır yaralı sonbahar
sabah uyanırsın karanlıktır
ezan yağmurda dağılır
kuş yağar bulutlardan
açıklarda fırtına
telsiz işaretleri kayıp vapurlardan
yemyeşil sonsuzluğa akıyor
eriyip sabah yıldızları bir bir
yaşlılar öldü
gençler yaşlanıyor
bebekler doğacak
her an kendini yenilemektedir
yeryüzünde insan