1066 yılında Normanların ingiltere'yi fethetmesiyle başlayan mimari akım. ingiltere'de Norman üslubu, Avrupa'da ise Roman üslubu - Romanesk olarak adlandırılır.
O dönemde kilise ve manastırlar çevredeki tek taş binalardı. Savaşların olduğu bu dönemde tek taş bina olan kilise ve manastırlar, halk tarafından savaş zamanlarında sığınak olarak kullanılıyordu. Bu sebeple, güvenliği sağlamak amacıyla bu dönemde kilise ve manastırların duvarları kalın, uzun ve penceresiz yapılmıştır. Romanesk yapılara "kaba" denmesinin sebebi budur. Güvenlik için bir başka girişimse; ağaçla kapatılan kilise tavanlarının yerini tonoz almasıdır. Tonozun ağırlığını taşımak içinse köprü şeklinde kemerler kullanılmış, ama ayakların bu ağırlığı taşıyacak kadar kuvvetli olmaması nedeniyle kemerlere kaburga atılmış ve ortaya çıkan boşluk daha hafif şeylerle doldurulmuştur.
Süslemeye pek önem verilmemiş, özellikle heykeller kullanılmamıştır. Çünkü çok kısa bir zaman önce putperestlikten dönülmüştür ve heykeller de puperestliği çağrıştırmaktadır.
Heykelle süslenme daha sonraları Fransa'da başladı. Heykellerde ve resimlerde Doğu Sanatından etkilenmeler görülür. Heykeller ve resimler esasen süsleme amacıyla değil, Kutsal Kitap'ta yazılan olayları kabaca tasvir için kullanılmıştır. Heykelciler ve ressamlar estetiğe pek önem vermemiş, basite indirgeyerek kolaya kaçarak resmetmişlerdir. Bununla beraber renkler de önemini yitirmiş, sanatçılar istedikleri renkleri uymasa bile diledikleri yerlerde kullanmışlardır.
Bu akım XII. Yüzyılın sonu kadar bile yaşayamamış, gotik döneme geçilmiştir.
Roman üslubunun önemli eserlerinden birkaçı: Durham Katedrali, Tournai Katedrali, Murbach Benediktin Kilisesi ve Saint Trophime Kilisesi dir.
romanesk, 10. yüzyılda avrupa'nın politik ve sosyal açıdan yeniden yapılandığı bir dönemde ortaya çıkar. almanya ve italya imparatorlukları yakın temas halindedir. buna ek olarak roma kilisesi ile bizans imparatorluğu arasında gelişmekte olan bağlar, sanat dünyasında ortaçağ rönesansı denebilecek bir durum yaratmıştır. zamanla roma kilisesi her şeyin üzerinde bir otoriteye dönüşür. hemen hemen tüm sanat dallarında ve üretilen eserlerde bu havanın etkileri sezinlenmeye başlanır. romanesk sanat da doğal olarak bu havadan izler taşır ve en büyük destekçileri de sürdürdükleri rahat yaşam için tanrıya lütuflarını sunmak isteyen papa, rahipler, hükümdarlar ve feodal düzenin üst kıdemlerinde görev yapanlardan oluşan bir gruptur. bu grup ihtişam konusunu giderek abarttıkları kiliseler inşa ettirmek suretiyle gotik sanat için kapılar açmaya başlar. 12. yüzyıl romanesk sanatın altın çağı olarak değerlendirilirken, paris yakınlarında 1140-1444 yılları arasında inşa edilen saint denis manastır-kilisesinin mimarı suger, bu yapıda meydana getirdiği birkaç değişiklik ile gelişmekte olan başka bir anlayışın habercisi olur.