See it on television every day
Hear it on the radio
It ain't humid but it sure is hot
Down in Mexico
Boss man tryin' to tell me
Beginnin' of the end
Sayin' it'll bend me
Too late my friend
Riff raff
It's good for a laugh
Riff raff
Laugh yourself in half
Now I'm the kind of guy that keeps his big mouth shut
It don't bother me
Somebody kickin' me when I'm up
Leaves me in misery
I never shot nobody
Don't even carry a gun
I ain't doin' nothin' wrong
I'm just havin' fun
Riff raff
It's good for a laugh
Riff raff
Laugh yourself in half
hector, wordsworth, mungo isimli 3 saz arkadaşıyla dolaşan, elinden bastonunu ve başından beyaz şapkasını eksik etmeyen, cleo isimli çok zarif bir sevgilisi olan karakter. arabada yaşıyorlardı. bana göre heathcliff den çok daha eğlenceliydi maceraları.
91 yapımı ken loach filmi. londra'daki inşaat işçilerinin hayatından bir kesit sunar. thatcher'ın neoliberal politikalarının yarattığı yıkımı, güvencesizleşen işçileri, budanan sosyal hakları, ve bu ortamda filizlenmeye çalışan bir aşk hikayesini ken loach'un o sade ve gerçek üslubuyla izleriz. uzun lafın kısası güzel filmdir, çok güzeldir.
''riff raff'' ingilizce 'ayak takımı' anlamına gelir. ve bu isimle çok güzel bir film vardır.
Sosyalist kimliğinden ödün vermeyen büyük usta Ken Loach’un 1991 yapımı Riff-Raff (Ayak Takımı) filmi; film gösterime girmeden hayatını kaybeden Bill Jesse adlı bir inşaat işcisinin anılarından senaryolaştırılmış. Öykü; 80’li yıllarda, neo-liberal ekonomi uygulamalarının zirve yaptığı Başbakan Margaret Teatcher dönemi ingiltere’sinde, Kuzey Londra’da geçiyor…
iskoç asıllı Stevie, hırsızlık suçundan girdiği hapisten yeni çıkmıştır. Londra’ya gelerek, son derece ilkel koşulları olan bir inşaatta çalışmaya başlar. inşaattaki diğer işçilerin yardımıyla terk edilmiş bir binaya yerleşir. Kısa bir süre sonra, işsiz ve yeteneksiz bir şarkıcı olan Susan’la tanışır…
Ken Loach’un kamerası, Londra’nın kenar mahallelerinde yaşayan yoksul insanların arasında dolaşarak bize belgesel tadında bir film sunuyor. Uyuşturucu, sosyal haklar, kadın-erkek ilişkileri gibi birçok konu, dozu kaçırılmadan uyum içerisinde aktarılıyor…(politikfilm adlı siteden alındı bu kısım)
şimdi film ile ilgili öznel paylaşımda bulunursam, filmde işçi sınıfının sermayedarlar tarafından nasıl sömürüldüğü, hayatlarının hiçbir öneminin olmadığı, hastalanır veya ölürlerse kimse tarafından sahip çıkılmayacağını, farkındalık sahibi bir işçinin ise işine nasıl son verip sorunu çözdüklerini çok güzel gösteriyor.
bunun yanında işçilerinde kendi içindeki durumlarını çok gerçekçi bir şekilde yansıtıyor. yaşamlarını, kendi aralarında dayanaşma olmamasını, kendi küçük hırsızlıklarını, birbirlerini kandırmalarını, kazıklamalarını, lümpenliğini, boşvermişliğini, küçük ırkçı söylemlerini vs.
bazen bu tarz durumları gerçek hayatta da gördüğümde, marx'ın proleter hakkında fazla iyimser olduğunu düşünüyorum. herhangi bir sınıfsal bakış açısına kesinlikle sahip değilller, hepsinin hayali bir gün burjuva olabilmek. yine de filmin sonunda çalıştıkları inşaatı ateşe vermeleri bana sonunda akıllanıp 'devrim' yapabilecekleri ile ilgili bir sembol olarak geldi nedense. yönetmen sonunda umut aşılamak istemiş her şeye rağmen.
filmde en sevdiğim diyalog ise;
susan: sen hiç depresyona girmez misin?
stevie: depresyon burjuvalar içindir, geriye kalanımız sabah erkenden işe koyulmak zorunda.