anlaşılamamış masum öykülerin o güzel vecizi
vahametler ülkesinin kelebekten cesedi
ve mahur bebeklerin tebessümünde yitirirken seni,
bir güruh düşün sevgili ,
ve öyle bir günah düşün ki;
annem gelsin gelsin gözlerime
annem bakışlı gözlerin değsin duvarları kanlı cennetime...
bu anımı sizlere bu liriklerimle tasvir etmek istedim.
merhaba,
ben pembe tolga
mafsalı kırılmış bir günün sancılarında yürüyorduk. menfi düşlerimizi mesken etmiş muharebelere koşuyorduk. ne de güzel bir gündü oysaki... muhacir pipilerin özgürlüğü için savaşan militan bir taşak misali, boşaltım yollarında obstrüksiyon semptomları belirlenen yaşlı bir dedenin gözyaşları gibi, suskunluğu asaletinden gelen bir zürafanın sarahat getirilemez eşsiz karizması gibi bir gündü.
ne de güzel bir gündü...
her cumartesi günü olduğu gibi, yine gay pazarından alışveriş yapıyordum. akşam gaydaşlarım için iftar yemeği tertipleyecektim.
üstelik evdeki eksiklere ilişkin bir alışveriş listesi de hazırlamıştım. pazara gelir gelmez de listeyi yeniden kontrol ettim:
* yarım kilo nitrik asit
* yarım litre Japon anasonu
* bir kap norotoksin
* 0,50 gram siyanür
* 15 adet matkap uçlu vida
* 720 watt'lık bosch spiral
* 9 metrelik kırbaç
* vikinglerin boynuzlu miğferi
* 4.000 kilo çilek
* 78 paket krem şanti
kısa sürede alışverişimi tamamlayıp eve döndüm. kapıda beni bebek cinim yeşil halis karşılamıştı. beni görür görmez omzuma atlayıp ağlamaya başladı. neden ağladığını sormama vakit tanımadan da konuşmaya başladı:
- meyaaba babaa. artık beyn de payka giytmek istiyooom. yaşıtlayımı hep penceyeden izliyom. onlayı izleyken çok üzülüyom beyn. bana ne artık beyn de oynayla oynıcaam. noluu babaa noluu beyn de payka giytmek istiyoom.
+ ah benim yeşil minik bebeğim... çok haklısın ama; bildiğin gibi onlar insan, sen ise bir cinsin. bir arada oynamanız mümkün değil. onlar seni görünce çok korkar. bak istersen diğer cin arkadaşlarını da çağırıp bahçemizde oynayabilirsiniz?
- ıngaaaaüüüüüüaaa!
tanrım ne de acıklı ağlıyordu ama... ne yapsam ağlamasını dindiremiyordum. her ne kadar metafiziksel alemden gelmiş olsa da onun da bir kalbi vardı. yeşil suratı gözyaşlarıyla bezenmişti. sükunetimi korumaya çalışıyordum, fakat ben de ağlıyordum. o henüz dört aylık masum bir cindi. ah yeşil halis'im benim... dört aylık bir cinin insanlara ne zararı olabilir ki?..
ve nihayet pembe yüreğim ağlamasına daha fazla müsaade etmedi. onu parka götürmeyi kabul etmiştim. o minik yeşil popişine bezini giydirdim, akabinde de bebek arabasına yerleştirerek sokağa ilk adımımızı attık. içimde tetkik edilemez bir endişe vardı. fakat yeşil halis'in gözlerinin içindeki mutluluğa tanık olduktan sonra bu yalnızca bir teferruattı.
ve çocuk parkına vardığımızda ona dikkat etmesi gereken hususları tembihledim. kesinlikle başındaki kapüşonu çıkarmayacaktı, yüzünün neden yeşil olduğunu soran olursa "yüz boyası" cevabını verecekti, ve kimseyle fazla iletişim kurmayacaktı. minik yanaklarına bir öpücük kondurduktan sonra onu salıncaklara doğru yolladım.
tedirginlikle olan biteni izliyordum. fazla şüphe çekmeden sallanmaya başladı. şimdilik her şey yolunda ilerliyordu. salıncaktan sıkıldıktan sonra da kaydıraklardan kaymaya başladı. kaydıraklardan amuda kalkarak kaymaya kalkışsa da, hemen onu ikaz ederek uyardım. akabinde sözümü dinleyerek dudaklarını büktü.
artık çevresinde 4-5 yeni arkadaşı da vardı. insan bebeler onun cin olduğunu anlamamıştı. sanırım korktuğum başıma gelmeyecekti.
ne de güzel oynuyorlardı. yıllardır hayalini kurduğum bu güzel tabloya tanık oluyordum. artık benim de bebeğim parklarda oynuyor, yeni arkadaşlar ediniyor, komşunun çocuklarını pandikliyordu. her ne kadar öz olmasa da o benim biricik bebeğimdi. tanrım ne de mutluyduk... yeşil halis'in kıkırdamaları ruhuma işliyordu.
ve o çığlık sesleri...
ab-ı hufte dinginliğinde geçen günümüze kara bir bulut gibi çökmüştü. hangi tenvir kovabilirdi ki bu kara bulutları, hangi umut minik bebeğimin kırılan kalbini onarabilirdi artık? başımı çığlık seslerinin geldiği yöne doğru çevirdim. yeşil halis'im ifşa olmuştu. herkes çocuğunu parktan kaçırarak halis'i taşlıyordu. ah zavallı yeşil bebeğim... yalnızca başını ellerinin arasına almış ağlıyordu. taşladıkları yetmezmiş gibi de bağırıyorlardı:
"allahuekber! taşlayın iblisi. taşlayın millet çocuklarımızın içine şeytan girmeye kalkıştı! allahım koru bizi mahlukatlarından. tövbe ya rab!"
ön gömlek cebimden çıkardığım portatif pompalı tüfeğimi saniyeler içinde kurup havaya ateş açtım. bu silahı tasarladıkları için mühendislerimi becersem yeridir. kalabalık buna rağmen dağılmıyordu. bir anda binlerce kişi parkın etrafını sarmış, beni ve minik bebeğimi linç etmeye kalkışıyordu. artık kıstırılmıştık. yeşil halis'i arkama saklayıp kalabalığa ateş açtım. kaçmıyorlardı işte. ibrete tutulmuş birer mümin edasıyla taşlamaya devam ediyorlardı. ve o an bebeğimle göz göze geldik. ikimiz de ağlıyorduk. yaralıydık... "neyden baba?" diye sordu. "neyden insaynlay bu kayday kötü?"
cevap veremedim... ve o anda bir şeyler oldu:
yeşil halis yanağıma bir öpücük kondurup beni parkın diğer ucuna fırlattı. ne de güçlü bir evlat ama.
"yapma haliiiiiis!" diye bağırsam da artık çok geçti... yeşil halis, saniyeler içinde tanga giymiş yeşil bir hipopotama dönüşüp kalabalığın üzerine doğru koşturmaya başladı. kalabalık nihayet kaçmaya başlamıştı. halis ise durmak bilmiyordu. ben de kalabalığa sıktığım taciz ateşiyle yeşil halis'e destek veriyordum. tam bir baba oğul gibi savaşıyorduk.
dakikalar içinde vicdansız ve ırkçı kalabalığı püskürtmüştük. halis yeniden eski görünümüne dönerek bebek arabasına oturdu.
kendimizi korumuştuk evet. belki korkutmuştuk da o kalabalığı... ama yüreğimize açılan bu utanç yaralarını asla unutmayacaktık.
ağlıyorduk ikimiz de. ardımızda bıraktığımız günah parkına ağlıyorduk. salıncakların altına 2.000'er tl bırakıp uzaklaştık bu şeytani vecibeler diyarından.
ağlıyorduk da bir yandan. bir sabinin ruhuna sirayet eden emsalsiz zihniyetlere ağlıyorduk.
ağlıyorduk işte...
anlaşılamamış masum öykülerin o güzel vecizi
vahametler ülkesinin kelebekten cesedi
ve mahur bebeklerin tebessümünde yitirirken seni,
bir güruh düşün sevgili ,
ve öyle bir günah düşün ki;
annem gelsin gelsin gözlerime
annem bakışlı gözlerin değsin duvarları kanlı cennetime...
--spoiler--
bir güruh düşün sevgili ,
ve öyle bir günah düşün ki;
annem gelsin gelsin gözlerime
annem bakışlı gözlerin değsin duvarları kanlı cennetime...
--spoiler--