recep tayyip erdoğan mitolojisi

entry70 galeri6 video1
    59.
  1. 70'li yıllar...

    ümmetimizin lideri, asrın liderimiz henüz genç bir delikanlıyken iett spor kulübünde futbol oynamış, lakin babasının baskıları yüzünden futbolu bırakıp işçi olarak italya'ya gitmiş, torino şehrinde fiat fabrikasında işe başlamıştır.

    alnının teri ile ekmek parasını kazanmaya çalışırken, günlerden bir gün fabrikaya rahmi koç gelmiş.
    rahmi koç fabrikayı gezerken tayyip erdoğan'ı görmüş ve ona "ooo tayyip naber ya, napıyorsun burada" diye sormuş, ikili bir süre muhabbet ettikten sonra ayrılmışlar.

    tabi fabrikadaki ustabaşı ve diğer işçiler meraklanmış.
    tayyip erdoğan'a fiat'ın ortağı rahmi koç'u nereden tanıdığını sormuşlar.
    erdoğan'da, "benim memleketlim yahu" diye cevap vermiş.

    neyse efendim günler böyle geçerken yine bir gün fabrikaya, fabrikanın sahibi agnelli'lerin çapkın oğlu ve yeni sevgilisi brigitte bardot gelmişler.
    tam erdoğan'ın bölümünü gezerlerken brigitte bardot yanındaki sevgilisine tayyip erdoğan'ı göstermiş, tayyip erdoğan'a el sallamışlar "naber tayyip hayırdır ne yapıyorsun burada" diye sormuşlar, tayyip erdoğan'da yanlarına gitmiş samimi bir muhabbet sonrası vedalaşıp ayrılmışlar.

    tabi fabrika müdürü, ustabaşı ve diğer işçiler yine tayyip erdoğan'ın çevresini sararak ona bunları nereden tanıyorsun diye sormuşlar. tayyip erdoğan; "ohooo, ikisi de eski arkadaşım, çok severim" diye yanıtlamış.

    birkaç gün sonra fabrikaya bu kez jean paul belmondo gelmiş, belmondo fabrikayı gezerken birden "vay tayyip baba ne arıyorsun burada be" diye seslenmiş. tayyip erdoğan ve belmondo muhabbete koyulmuşlar. tabi fabrika müdürü, ustabaşı ve diğer işçiler şok içinde...

    belmondo fabrikadan ayrıldıktan sonra hemen tayyip erdoğan'a belmondo'yu nereden tanıdığını sormuşlar. erdoğan ise "ohooo, yahu bu benim iyi dostum, bana film teklifi gelmişti, kabul etmedim, yerime belmondo'yu önerdim, sonra o aldı yürüdü" demiş...

    yine bir süre daha geçmiş, fabrikaya bu kez uganda diktatörü idi amin gelmiş.
    idi amin fabrikayı gezerken tayyip erdoğan'ı görmüş, "tayyip, tayyip" diye seslenmiş, sarılmış öpüşmüşler muhabbet etmişler ve ayrılmışlar.

    fabrikadakiler şaşkın, erdoğan'a idi amin'i nereden tanıdığını sormuşlar. "birlikte çok timsah avladık, can dostumdur" diye cevap vermiş erdoğan.

    neyse aradan birkaç hafta geçmiş, bu kez iran şahı fabrikaya gelmiş, fabrikayı gezerken o da tayyip erdoğan'ı görmüş ve yanına gelmiş, kucaklaşıp öpüşmüşler, muhabbet selam faslından sonra şah da fabrikadan ayrılmış.

    fabrika müdürü ve diğerleri iran şahı'nı nereden tanıdığını sormuşlar.
    tayyip erdoğan; "yahu şah ile dostluğumuz çok eski, farah ile şah'ın nikah şahidiydim ben" diye yanıtlamış...

    günler günleri kovalamış, bu kez fabrikaya sscb devlet başkanı leonid brejnev gelmiş.
    brejnev de diğerleri gibi üretim bandını gezerken tayyip erdoğan'ı görmüş ve "yoldaş tayyip kak dela" diyerek erdoğan'a sarılmış. ikili muhabbet etmiş ve ayrılmışlar.

    tabi ayrıldıktan sonra yine aynı muhabbet, erdoğan brejnev'i çok eskiden tanıdığını, brejnev'in iyi bir yoldaş olduğunu anlatmış.

    tabi fabrikaya her ünlü biri geldikçe fabrika müdürü olsun, diğer müdürler, ustabaşları olsun kıskançlıktan çıldırıyorlarmış.

    fabrika müdürü en nihayetinde tayyip erdoğan'ı yanına çağırmış.
    "yahu tayyip, bu nasıl iş sen herkesi tanıyorsun, kimsin sen" diye sormuş.
    tayyip erdoğan; "fiat'ın torino fabrikasında bir emekçiyim" diye yanıtlamış.

    fabrika müdürü "peki madem herkesi tanıyorsun, papa'yı da tanıyor musun?" diye sormuş.
    erdoğan; "tabi ki tanıyorum, papa ile çok iyi dostuz" diye cevaplamış.

    inanmamışlar tabi, "yürü roma'ya gidiyoruz" diyerek bir heyet oluşturmuşlar. birlikte roma'ya gitmişler, vatikan'daki st pietro meydanına gelmişler.
    tayyip erdoğan, yanındakilere; "şimdi siz burada bekleyin, ben yukarı çıkıp papa'nın koluna gireceğim ve balkondan size el sallayacağız" demiş.

    tabi kimse inanmamış, ama yine de beklemeye başlamışlar.

    meydan hınca hınç dolu, tayyip erdoğan, bazilikadan içeri girmiş, dakikalar sonra papa ile kol kola balkona çıkmış ve onu izleyen fiat fabrikası müdürlerine el sallamışlar. tayyip erdoğan papa ile vedalaşmış ve arkadaşlarının yanına dönmüş.
    dönmüş dönmesine ama fabrika müdürü o sırada baygın halde yerde yatıyormuş.

    erdoğan; "ne oldu, beni papa ile kol kola görünce şaşkınlıktan bayıldı değil mi" diye sormuş.

    oradakiler cevaplamış. "hayır o yüzden bayılmadı"

    erdoğan şaşırmış ve sormuş; "peki o halde niçin bayıldı müdür bey?"

    diğer müdürler cevaplamış; "siz papa ile balkona çıkıp bize el salladığınızda, arkamızda fotoğraf çeken iki japon turist vardı, turistlerden biri yahu şu balkondaki bizim tayyip, ama yanındaki külahlı adam kim diye sorunca müdür bey dayanamadı ve bayıldı..."

    ya işte böyle sevgili arkadaşlar.

    biz ona boşuna "dünya lideri" demiyoruz. dünya lideri olmak hiç de kolay değil gördüğünüz gibi...
    4 ...
  2. 58.
  3. oldum olası akp'ye oy veren, akp teşkilatlarında çalışan bir genç varmış.

    lakin bu genç işsiz ve 5 parasızmış.

    artık canına tak demiş. karar vermiş, tayyip erdoğan'ın huzuruna çıkacak ve ona kendisini anlatıp, akp için yaptığı çalışmaları anlatıp hakkı olan işi isteyecekmiş.

    sürekli cimer'e yazmış ve randevu talep etmiş, bununla da kalmamış, beştepe'ye gidip illa ki erdoğan ile görüşmek için beklemeye karar vermiş.

    yine böyle günlerden bir gün tayyip erdoğan'ın mercedes maybach aracı tam saraydan çıkış yaparken gencin önünde durmuş, arabadan inen danışmanlardan biri mercedes maybach'ın arka kapısını açarak genci arabaya binmeye davet etmiş.

    genç bir anda kendini tayyip erdoğan'ın yanında bulmuş. araç ilerlemeye başlamış. genç tayyip erdoğan'a bakıyor ama erdoğan onunla hiç konuşmuyormuş.

    neyse bir süre araçla gittikten sonra büyük bir binaya gelmişler, burası sanayi ve ticaret odasıymış. tayyip erdoğan araçtan inmiş, genç de onu takip edip birlikte salona girmişler.
    tayyip erdoğan salonda konuşmuş ve ayrılmış, genç de hemen arkasında.

    derken daha sonra yargıtay binasına gitmişler, yine erdoğan önde, genç adam hemen arkasında, bir sürü kalabalık, bir sürü konuşma falan, oradan da ayrılmışlar.

    bir fabrikaya gitmişler, orada da aynı şeyler.

    daha sonra belediye binasına, valiliğe, sonra bir avm'ye gitmişler.

    gün boyu genç adam tayyip erdoğan ile birlikte gezmiş.

    yeniden arabaya binmişler, araba şehirden çıkmış, ıssız bir yolda giderlerken genç adam artık dayanamamış ve; "efendim ben sizden iş istemek için gelmiştim, benimle iş konuşmayacak mısınız?" diye sormuş.

    tayyip erdoğan kızmış.
    "ya demek öyle, peki madem buyur in arabadan" diyerek genci ıssız yolda bir başına bırakmış ve konvoyu ile birlikte tam gaz ayrılmış oradan.

    şehirden uzak tenha bir yerde yolun ortasında bir başına kalmış akp'li genç.
    cebinde de dönüş için 5 kuruş para yokmuş üstelik.

    şehre doğru dönmüş ve yürümeye başlamış, bir yandan yürüyor bir yandan da "ulan ben nerde hata yaptım da sayın cumhurbaşkanımızı kızdırdım, acaba bana bir ders mi vermek istedi" diye düşünmüş.

    böyle böyle düşünerek saatler sonra yaya olarak eve varmış.
    "erdoğan bana böyle davranarak bir mesaj vermek istedi" diye düşünmüş.

    ertesi gün, sabah erkenden kalkmış giyinmiş ve erdoğan ile birlikte gittikleri ticaret ve sanayi odasının yolunu tutmuş.
    bir gün önce erdoğan ile birlikte oraya gelen genci görenler, hemen ona yalakalık yapmaya başlamışlar.

    bir tane fabrikatör gelmiş, "bizim bir arsa işi var, şu 500 bin lirayı alın ve bizim işi halletmemize yardımcı olun lütfen" demiş.
    bir diğeri "bizim kredi hibe işimiz var, şu 1 milyonu alın ve bu işi halledin" demiş. bir başkası gelmiş vergi indirimi için yardım istemiş karşılığında 2 milyon vermiş.

    genç bir bavul parayla oradan ayrılmış.

    ardından erdoğan ile gittiği diğer yerleri ziyaret etmiş, onu gören herkes ona bir şeyler verip karşılığında bir şeyler istemişler.

    genç adam böyle böyle sürekli işadamlarıyla, firmalarla, bürokratlarla temas halinde olmuş, 1 seneye kalmadan dolar milyarderi olup çıkmış.

    ve nihayet kendisini bugünlere getiren asrın liderimizi ziyaret etmek için randevu talep etmiş.
    eh, artık dolar milyarderi olduğu için kolayca randevu almış ve beştepe'ye gitmiş.

    erdoğan bunu kabul etmiş hemen ve olan biteni erdoğan'a anlatmaya başlamış.

    erdoğan onu susturmuş ve konuşmaya başlamış.

    "aynı yerde indirdiğim ne ilk ne de son genç sendin, ama benim ne demek, ne yapmak istediğimi bir tek sen anladın ve zengin oldun. bay kemal bunu bilmezzz." demiş.

    velhasılı kelam, reisimizin aslında susması bile onu anlayabilenler için bir nimettir.
    8 ...
  4. 57.
  5. günlerden bir gün tayyip erdoğan'ın başkanlık sistemi döneminde, yasama, yürütme ve yargının sadece kendisine bağlı olduğu dönemde bir papaz yakalanmış.

    bu papaz bir yandan fetöcüler ile planlar yapıp devleti ele geçirmeye çalışırken, diğer yandan da pkk ve ypg ile terör eylemleri stratejileri geliştiriyor ve türkiye aleyhine faaliyetlerde bulunuyormuş.

    işte bu yakalanan papazı cezaevine atmışlar.

    tabi papaz cezaevine girince papazın sahipleri papazı istemişler, tayyip erdoğan da çıkmış ve demiş ki;
    "bu fakir bu görevde oldukça o papazı alamazsınız..."

    hatta eklemiş;
    "verin papazı, alın papazı..."

    tabi tayyip erdoğan'ın bu çıkışına herkes şaşırmış, sonra tayyip erdoğan'ın kankası trump bir tweet atmış ve papaz serbest bırakılmış.

    papazın neden serbest bırakıldığını tayyip erdoğan'a sormuşlar; "benle ne alakası var, yargının kararı" demiş. daha sonra papaz ve trump amerika'da bir araya gelmişler, trump papazın salınmasından dolayı tayyip erdoğan'a teşekkür etmiş...
    7 ...
  6. 56.
  7. her yeni gün, yeni efsane hikayeleri ortaya çıkan mitolojidir.

    ümmetin gururu, asrın liderimiz tayyip erdoğan biliyorsunuz sık sık tebdili kıyafet esnafı denetler...

    işte asrın liderimiz bu denetimlerden birinde de yanına 2 başdanışmanını alarak üsküdar'dan sarı taksiye binerek karşıya geçerler.

    takside uzun süre suskunluk hakimdir, ama kurnaz taksici arkada oturan adamın ümmetin ışığı, ümmetin güneşi olduğunu anlamıştır. ses çıkarmaz, bozuntuya vermez.

    uzunca sessizlikten sonra köprü çıkışına yaklaşırken asrın liderimiz suskunluğunu bozar ve taksiciye seslenir;

    -baba 32 ile aran nasıl?

    taksici hiç düşünmeden cevaplar;

    +32'yi 30'a vuruyorum 15 çıkıyor...

    taksideki 2 başdanışman şaşkındır, zira bir şey anlamamışlardır bu konuşmadan.

    ardından asrın liderimiz reis bir başka soru sorar.

    -duydum ki son zamanlarda şehirde hırsızlar fazlalaşmış, evlere giriyorlarmış, senin de evine giren oldu mu?

    kurnaz taksici bunu da şöyle cevaplar;

    +bundan 2 ay evvel birisi girdi, birkaç gündür yeni birisi de dadandı, girmeye çalışıyor...

    tabi bu diyaloga da bir anlam verememiştir reisin yanındaki başdanışmanlar.

    neyse, taksi tam dolmabahçe'deki cumhurbaşkanlığı çalışma ofisinin önündeki cebe yanaşırken reis bir soru daha sorar.

    -baba sana iki besili kaz göndersem incitmeden yolar mısın?

    taksici gülümseyerek yanıtlar;

    +yolmam mı, hiç incitmeden cascavlak yolarım hemde...

    ve yanaşırlar, ümmetin ışığı taksiden inerken bir deste dolar bırakır, "hadi eyvallah" der...

    o gece böylece biter.
    lakin reisin yanındaki başdanışmanları bir telaş alır. "ulan ya reis dün gece konuştuklarımdan ne anladınız diye bize sorarsa ne yaparız" diye düşünürler ve cevabını bulmak için taksiciyi bulup konuşmaya karar verirler.

    ertesi gün taksici üsküdar'da müşteri beklerken dün gece aracına binen 2 başdanışmanın geldiğini görür. danışmanlar taksiciye yanaşır, bir tomar dolar uzatır ve sorarlar.

    -yahu dün gece senin aracına binen adam sana bir soru sordu, "32 ile aran nasıl?" dedi, sen de "32'yi 30'a vuruyorum 15 çıkıyor" diye cevapladın. bu ne anlama geliyor?

    taksici cevaplar;

    +efendiler, dün gece gelen adam reisimizdi biliyorum tanıdım. reisimiz bana sordu, 32 ile aran nasıl, yani geçimin nasıl gidiyor dedi. ben de 32'yi 30'a vuruyorum 15 çıkıyor dedim, yani ağzımızda 32 diş var, bir ay da 30 gündür, lakin çalıştığımızın kazancı bizi anca 15 gün idare ediyor dedim...

    danışmanlar şaşırır, "vay amk ne basitmiş, biz nasıl bulamadık" diye hayıflanırlar ve 2. sorunun ne anlama geldiğini sorarlar.
    ama taksici yanındaki dolar tomarını göstererek yeni bir tane vermeleri gerektiğini belirtir.
    başdanışmanlar bir tomar dolar daha verirler.

    taksici başlar anlatmaya.

    +efendim, ümmetimizin ayı ve güneşi buyurdular ki; son zamanlarda şehirde hırsızlar fazlalaşmış, evlere giriyorlarmış, senin de evine giren oldu mu? yani bu şu demek, son dönemde evlenmeler arttı, senin de evlenecek oğlun var mı? diye sordular. ben de bir oğlumu 2 ay evvel evlendirdiğimi, yani evime bir gelin girdiğini, bir diğer oğlumun da evlilik çağında olduğunu ve evlenmek için etrafımda dolaştığını eve bir kaşık hırsızı da onun sokmak istediğini söyledim...

    danışmanlar yine şaşırmışlardır.
    ve sıra 3. sorunun cevabına gelir, bir tomar dolar daha verip onun ne anlama geldiğini sorarlar taksiciye.

    taksici bunu da şöyle anlatır;

    +aman efendiler, bu iki soruyu cevapladıktan sonra bunu sormazsınız diye düşünmüştüm, ama madem sordunuz onu da yanıtlayayım. ümmetimizin lideri efendimiz allah ömrünü uzun etsin, "sana iki besili kaz göndersem incitmeden yolar mısın?" diye sormuştu ya, işte bakın reisim bana sizleri gönderdi sağolsun...

    işte böyle sevgili arkadaşlar.
    onun adı reis...
    bir bakmışsınız sizin aracınızda yolculuk yapar, bir bakmışsınız yan masanızda çay içer. işte biz onu bu yüzden sevdik, o hep halkın arasında, hep halkla iç içe ve tebdili kıyafet gezerken bile fakir fukaraya, garip gurebaya yardımcı olan bir insan...
    15 ...
  8. 55.
  9. asrın liderimiz efendimiz bir cuma günü beştepe millet camii'nde namazını eda etmiş, beştepe'de milletin, ümmetin sarayında halkın arzuhallerini dinlemekteydi.
    efendimizin yardımcısı ibrahim kalın beyefendi, asrın liderimize arzuhalleri okurken bir an durdu.
    efendimiz, "neden durduğunu" sordu.
    ibrahim kalın yanıtladı: "efendim meczubun biri işte yazmış bir şeyler" dedi.
    asrın liderimiz merak etti, ne yazdığını sordu.
    ibrahim kalın yanıtladı, "efendim, sizin ona borcunuz olduğunu yazmış, biz de üç beş bir şeyler verdik gönderdik, ama gitmedi..."

    bunu duyan asrın liderimiz, arzuhalin sahibinin içeri buyur edilmesini istedi.

    içeri giren adam selamın aleyküm dedi, asrın liderimiz sordu, "benim sana nereden borcum var, anlat bakalım..."

    adam yanıtladı, "efendim, ben cehape döneminde iflas ettim, şimdi tekrar eski günlerime dönmek için her gece dua ediyorum, dün gece de dua ettim, sonra yattım, rüyamda hz muhammed sav bana göründü, dedi ki, tayyibime selam söyle, dün gece salavat getirmeyi unuttu..."

    asrın liderimizin gözleri doldu, hemen başkanlık çekmecesini açtı adama bir şeker fabrikasının tapusunu verdi ve adama dönerek, "peygamber efendimiz ne dedi, bir daha söyle" dedi.

    adam; "tayyibime selam söyle..."
    bunun üzerine asrın liderimiz çekmeceden bir otobanın yap işlet devret sözleşmesini çıkardı ve adama verdi. sonra bir daha söylemesini istedi.

    adam bir daha söyledi, bu sefer bir havalimanının 49 yıllık işletme hakkını verdi. ve bir daha söylemesini istedi, adam da bir daha söyledi, son olarak osmangazi köprüsünü verdi...

    bu sırada ibrahim kalın araya girdi, "efendi yetmez mi?" diyerek engel oldu.
    adam dışarı çıktı, ibrahim kalın şaşkın bir şekilde cumhurbaşkanımıza sordu, "efendim fazla olmadı mı?"

    asrın liderimiz yanıtladı.
    "ne fazlası, o an benden cumhurbaşkanlığını, başkanlığımı istese dahi verirdim..."

    işte asrın liderimizin peygamber sevgisi.
    peygamber sevgisini yoksulun yetimin hakkını dağıtarak yaşamış ama olsun, olur o kadar...
    8 ...
  10. 54.
  11. mucizelerle dolu mitolojidir.

    recep tayyip erdoğan mitolojisinde geçen bazı mucizeler;

    ♛2002'de iktidara gelip 1987 yılına dönerek izmir adnan menderes havalimanını açması.

    ♛2002'de iktidara geldikten sonra yine zamanda yolculuk yaparak 1992 yılına dönüp ısparta süleyman demirel üniversitesini açması.

    ♛1982'de kurulan marmara üniversitesinden 1981 yılında mezun olması.

    ♛1981 yılında açılan cezaevinde 1979 yılında işkence görmüş olması.

    ♛1994'te istanbul belediye başkanı olup, küçük ido üşümesin diye 2 sene geriye gidip onların villasına doğalgaz bağlatması.

    ♛1983 doğumlu kızından 1979 yılında mektup alması...

    bu mucizelere rağmen hala reis'e oy vermiyorsanız bence korkmalısınız.
    bir ürperme girdi yeminle şu an...
    7 ...
  12. 53.
  13. emir'ül müminin ekranlarda oynatmaya bayıldığı abdülhamit dizilerinin etkisinde kalmış, evhamlı bir kişi olmuştu.

    aklına ikide bir ebu zer efendimizin muaviye'ye yaptırdığı "kasr'ı beyza=aksaray" için söylediği sözler geliyordu: "ey muaviye bu sarayı kendi paranla yaptırdıysan bil ki israf günahına girdin, müminlerin parasıyla yaptırdıysan zaten hainsin..."

    allah'ın hikmeti, bir ak saray da kendisi yaptırmış, yetinmeyip okluk koyunda 300 odalı bir kaşane inşaatına başlamıştı.

    sonra, çalışmakta olan hazreti ömer efendimizin gece misafiri gelince devletin mumunu söndürüp, kendi mumunu yakması geldi aklına... sahi aksaray'ın aydınlatma faturası ne kadardı?

    tabi bir de hazreti ömer efendimizin medine'den kudüs'e tek deve ve tek bir hizmetkarla gidişi vardı. deveye sırayla biniyorlardı. yolda başlarına bir iş gelir mi zerre korkuları yoktu. durum böyle olunca, on binlerce korumasını, uçak ve araç filolarını düşünüyordu.

    "ya halkım bu işte bir terslik olduğunu düşünürse?" gibi boş, manasız evhamlar yüzünden geceleri uyku tutmuyor, kıvrım kıvrım kıvranıyordu.

    tabi allah'ı teala zü'l celal hazretleri böyle mübarek bir kişiyi evhamlara gark olmuş halde bırakamazdı. bir gece kan ter içinde uyandı! "ilham" gelmişti! bunca saçmalığı hep 1400 yıl öncesinin teraneleri güncellenmediği için dert edindiği kendisine "ilham" olunmuştu...

    ertesi gün yeni bir gün olacaktı....
    3 ...
  14. 52.
  15. --spoiler--
    15 temmuz gecesiydi hava sıcaktı,
    bir ihanet kalkışması ülkeyi yaktı.
    gün bugündü bütün millet ayağa kalktı,
    çoluk çocuk ihtiyar genç sokağa aktı...
    --spoiler--

    evet, ahmet muhip dıranas'ın o geceyi anlatan muhteşem dörtlüğünü sanırım hepiniz biliyorsunuz.

    işte o gece burada da bahsedildiği üzre hava sıcaktı.
    reisimiz de ailesi ile birlikte marmaris'te tatil yapıyordu. denize giriyorlar, havuza giriyorlar, arada kuran falan okuyup namaz da kılıyorlardı.
    ama ihanet kalkışması olunca tabi reis bir dakika bile düşünmeden yola koyuldu.
    uçağa binip istanbul'a gitmesi gerekiyordu.
    işte marmaris'ten istanbul'a yapılacak bu hicrette göklerden gelen bir karar bize tayyip erdoğan'ın ne kadar mübarek, ne kadar kutlu bir lider olduğunu bir kez daha idrak ettirdi.
    reisimiz uçağına binmeden evvel mekkeli müşrikler uçağı kontrol etmeye, tayyip erdoğan'ı uçakta yakalayıp derdest etmeye gelmişlerdi.
    ama apronda hazır bekleyen uçağın giriş kapısında bir örümcek ağı vardı.
    hemen kanattaki motorun üzerinde de bir çift güvercin yuva yapmıştı.
    işte bunları gören müşrikler; "yoo bu uçağa gelmeyecek, diğer bekleyen 2 uçağa bakalım" deyip hemen o uçağın bulunduğu yeri terk ettiler.
    onlar gittikten 15 dakika sonra da asrın liderimiz geldi ve uçağa binip istanbul'a hicret ederek düşman üzerine yürüdü.

    şüphesiz ki allah iman edenlerin yanındadır.
    sadakallahülazim.
    11 ...
  16. 51.
  17. 16 nisan referandumu öncesi binali yıldırım ile tayyip erdoğan tbmm'nin bahçesinde dolaşırlar.
    binali yıldırım hemen ötedeki 3 siyasi parti liderini gösterir erdoğan'a.
    bunlardan biri bahçeli, biri kılıçdaroğlu, diğeri ise selo demirtaş'tır.

    tayyip erdoğan binali bey'e bunların özelliklerini sorar.
    binali yıldırım, kılıçdaroğlu ve selo demirtaş'ı kenara iter ve bahçeli'nin kolundan tutup tayyip erdoğan'ın yanına getirir.

    bahçeli, erdoğan'ı görür görmez "evet, evet" der.

    tayyip erdoğan, binali bey'e sorar;
    "binali, bunun diğerlerinden farkı nedir ki tutup bunu getirdin?"

    binali yıldırım cevaplar;
    "efendim, bu öyle bir lider ki, dün ne söylediyse bugün unutur, koltuğu sallanmasın diye her şekle girer, dava arkadaşlarını da kandırıp bize getirebilir."

    "hmm" der tayyip erdoğan, "eşsiz bir siyasetçiymiş..." ama devlet bahçeli'nin oracıkta boynunu kırar ve onu öldürür,

    sonra binali bey'e döner ve şu tarihi sözleri söyler.

    "bugün kendi dava arkadaşlarını kandırıp bize getiren yarın bizi de kandırır binali..."
    6 ...
  18. 50.
  19. rte (sav) bir gün dolmabahçe'den taksim yönüne gidiyormuş. (taksim'de ne işi var bilmiyorum, içmesi yok sıçması yok)

    her neyse sonra o geçtikten 10 dk sonra bjk stadyumunun yanında canlı bomba patlamış. (bir aktrollün yalancısıyım)

    kendisi allah'ın bize bir lütfu, allah tarafından bizzat korunan bir peygamber olduğu için ucuz atlatmış.
    4 ...
  20. 49.
  21. Gün geçmiyor ki asrın liderimiz ile ilgili yeni bir efsane ortaya çıkmasın.
    işte bunlardan biri daha.

    Asrın liderimiz henüz 12 13 yaşlarında bir çocuktur.
    Ama o Her zaman iyi bir müslüman, iyi bir vatansever olmayı düşler.

    Hep memleket meselelerine kafa yorar arkadaşlarıyla bile oynamaya fırsat bulamazdı.

    Bir gün sokaktan geçerken birdirbir oynayan arkadaşları onu da çağırdı;
    "Tayyip haydi gel sen de bizle oyna" dediler.

    Tayyip Erdoğan onları kıramadı ve oyuna iştirak etti.
    Derken eğilme sırası tayyip Erdoğana geldi.
    Lakin o eğilmedi.
    Arkadaslari; "yahu egilsene nasıl atlayacagiz" dediler.

    Tayyip Erdoğan cevap verdi;
    "Ben boyun eğmem, atlayabiliyorsaniz böyle atlayın."

    işte böyle.
    Tayyip Erdoğan ileride nasıl bir dünya lideri olacağını daha çocukken göstermiş, oyunda olsa bile boyun egmemis, egilmemistir.

    Millet eğilmez türkiye bölünmez.
    7 ...
  22. 48.
  23. 47.
  24. baş tanrı tayyipos gerisi ful köle.
    0 ...
  25. 46.
  26. en son onbaşı tarafından zikindirik bi mangal askerle karşılanarak, türk tarihinin en utanç verici adamı olduğunu kanıtlamış imam hatipli.

    mitoloji konusunda da şunu söylemeliyim ki, bu herif öldükten sonra, ben her iddiaya varım ki, bi amerikalı yetkili birisi çıkıp " söylediği ve yaptıöğı herşeyin talimatını biz veriyorduk!!" diyecektir.

    hakkında öyle şeyler ortaya çıkacaktır ki, tayyip öldükten sadece birkaç yıl sonra, hiçkimse akp´ye oy verdiğini kabul etmeyecektir.

    nazilerde de kadınlar kocalarına karşı, ben ona hep bunlara uyma dedim, ama dinletemedim, demişti.

    ortzadoğu ve amerikan bağlantılarını kuran birçok şahıs yedikleri haltları kitap yapacak ve akp ´ liler birbirlerini suçlayacaklar.

    bunların basınında çalışan hemen herkes yurtdışına kaçacak. kaçamayan da yaptığı kerşeyi inkar edecek.

    bunların olduğunu bence biz göreceğiz, çok uzunaman almayacak bunların gerçekleşmesi.
    1 ...
  27. 45.
  28. 44.
  29. 43.
  30. gün geçmiyor ki başkanımız hakkında bilinmeyen bir efsane daha ortaya çıkmasın, onun yüce gönüllü bir allah dostu olduğuna dair bir kıssa anlatılmasın...

    evet, devir erbakan hocaefendi'nin başbakan olduğu o muhteşem yıllar.
    tayyip erdoğan'da o dönemin istanbul büyükşehir belediye başkanı tabi. erbakan hocaefendi, tayyip erdoğan ile görüşür ve ona "istanbul'daki bütün fakirlerin listesini bana gönder" der.

    tayyip erdoğan'da erbakan hoca'ya bir liste gönderir.

    erbakan listeye bir bakar ki listenin en başında tayyip erdoğan'ın ismi var.

    erbakan şaşırır, hemen iki mülkiye müfettişi görevlendirir ve "başkanın yaşayışını, nasıl yaşadığını öğrenin" der.

    tabi müfettişler hemen göreve koyulur, istanbul'u didik didik eder ve tayyip erdoğan ile ilgili bir rapor hazırlarlar.

    erbakan sorar; "araştırdınız mı bizim başkan nasıl yaşıyormuş, gerçekten kendini listeye koyacak kadar fakir miymiş?"

    müfettişler cevap verir; "vallahi sayın başbakanım, istanbul'u didik didik ettik, tayyip bey'den daha fakir kimseyi bulamadık. aldığı maaşı olduğu gibi fakir fukaraya, garip gurebaya veriyor, ekmeği suya batırıp katıksız yiyor, böyle bir yaşam tarzı var..."

    duydukları erbakan'ın çok hoşuna gider. kendi elleriyle yetiştirip istanbul'a başkan yaptığı gencin çizgisini hiç bozmaması gururunu okşar hoca'nın tabi.

    hoca bunun üzerine başbakanlık örtülü ödeneğinden tayyip erdoğan'a ödül olarak 1 milyon dolar yollar.
    tayyip erdoğan ödülü alır ve eve gelir, içinde 1 milyon dolar olan çantayı eşi emine hanım'ın önüne koyar ve durumu anlatır.

    tabi bu durum emine hanım'ın da hoşuna gitmiştir.
    zira yıllardır fakir fukarayı destekleyeceğiz diye resmen suriyeli mülteci hayatı yaşamaktaydılar.

    tayyip erdoğan çantayı emine hanıma yeniden gösterir ve,

    +hanım, bunları hocaefendi gönderdi, al ne yapacaksan yap.
    -ben ne yapayım bey, al şu 1000 doları içinden de eve erzak falan al biraz.
    +peki kalanı ne yapacağız emine?
    -lazım oldukça kullanırız bey olmaz mı?
    +ha, o zaman ben kalanını bir işe yatırayım, bir ortak buldum ona vereyim bu parayı, her ay kar payı alayım...

    tabi bu fikir emine hanım'ın çok hoşuna gider, kabul eder.

    aradan bir ay geçer, emine hanım tayyip erdoğan'a paranın akibetini sorar, neticede o kadar paranın bir kar payı vardır, ama tayyip bey eve ne kar payı, ne de bir allah kuruşu getirmiştir.

    -bey noldu bizim para, kar payını almadın mı?
    +Daha ölmedik, ölseydik Cenâb-ı Hak verecekti. Ben paraları fakirlere dağıttım; çünkü Rabbimden daha iyi ortak bulamadım. Hepsi beni kandırıyordu; ama Rabbim kandırmaz. Bire 700 verir, 7 000 verir; ama tam verir.

    bunun üzerine emine hanım kızar, Epey kavga gürültüden sonra emine hanım; "Bugüne kadar çektiğimiz yetmiyormuş gibi, bir de altınları fakirlere vermişsin. Biraz yüzümüz gülecekti, yine fakir kaldık." diye tayyip başkan'ı evinden kovar.

    erdoğan, yatmak için bir arkadaşının evine gider.
    Birkaç gün geçtikten sonra, dostları emine hanım'ın yanına gelip; "Sen yanlış yaptın. Adamcağız kendi evinden de oldu." derler. emine hanım'ı yumuşatırlar. Sonunda barışırlar.

    erdoğan eve gelir. emine hanım der ki:

    + başbakan bir daha para gönderirse ne yaparsın?
    - Aynısını yaparım. Eğer benim gördüklerimi görseydin, benden önce dağıtırdın.
    + Ne görüyorsun ki tayyip?
    - Sevindirdiğim her bir fakir için, Allahü teâlâ gökten bir nur indiriyor, o nur güneşi karartıyor. O nurları gördükten sonra, mümkün olsa, daha fazlasını veririm.

    bunun üzerine emine erdoğan'ın gözleri yaşarır, hata ettiğini ve kocasının ne denli büyük bir allah dostu olduğunu anlar, kocasından af dileyerek özür diler ve elini öper, tayyip erdoğan'da eşinin bu büyüklüğü karşısında duygulanır.

    o günden sonra karı koca her ikisi de birer allah dostu olarak dünya üzerindeki bütün garip gureba, fakir fukara'nın yanında olurlar. nerede dara düşen bir gariban varsa yardım ederler.
    onlar yardım ettikçe allah onlara verir, allah verir onlar yardım ederler ve bugünlere gelirler.

    işte bir dünya lideri böyle yetişmiş, böyle ortaya çıkmıştır.

    sadakallahülazim...
    7 ...
  31. 44.
  32. putlaştırılan adam.

    gerçekten mitolojik bir yeraltı tanrısı.

    ölümden, ölülerden kazanç sağlayan.
    fakir fukaranın kanını emen bir vampir.
    1 ...
  33. 43.
  34. Vaktiyle tayyip erdoğan, nefisle mücadele makamının sonuna gelir. Meşrebin usulünce bundan sonra her türlü süsten, gösterişten arınacak, varlıktan vazgeçecektir.
    Fakat iş cumhurbaşkanı olmak ya da bir devlet başkanı olmaya çalışmaktan ibaret değildir.
    Her türlü görünür süslerden arınması gereklidir…
    Saç, sakal, bıyık, kas. ne varsa hepsinden.
    tayyip erdoğan, usule uygun hareket eder, soluğu berberde alır.
    – Vur usturayı berber efendi, der.
    Berber tayyip erdoğan'ın saçlarını kazımaya baslar.
    tayyip erdoğan aynada kendini takip etmektedir.
    Basının sağ kısmı tamamen kazınmıştır.
    Berber tam diğer tarafa usturayı vuracakken, yağız mı yağız, bıçkın mı bıçkın bir kabadayı girer içeri.
    Doğruca tayyip erdoğan'ın yanına gider, başının kazınmış kısmına okkalı bir tokat atarak:
    – Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım, diye kükrer.
    tayyip erdoğanlık bu…
    Sövene dilsiz, vurana elsiz gerek.
    Kaideyi bozmaz tayyip erdoğan.
    Ses çıkarmaz, usulca kalkar yerinden.

    Berber mahcup, fakat korkmuştur.
    Ses çıkaramaz.
    Kabadayı koltuğa oturur, berber traşa baslar.
    Fakat küstah kabadayı tıraş esnasında da sürekli aşağılar tayyip erdoğan'ı, alay eder:
    “Kabak aşağı, kabak yukarı.”
    Nihayet traş biter, kabadayı dükkandan çıkar.
    Henüz birkaç metre gitmiştir ki, gemden boşanmış bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelir.
    Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında kalakalır.
    Derken, iki atın ortasına denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir karnına dalıverir.
    Kabadayı oracığa yığılır, kalır.
    Ölmüştür.
    Görenler çığlığı basar.
    Berber ise şaşkın, bir manzaraya, bir tayyip erdoğan'a bakar, gayri ihtiyarî sorar:
    – Biraz ağır olmadı mi usta?
    tayyip erdoğan mahzun, düşünceli cevap verir:
    – Vallahi gücenmedim ona. Hakkımı da helal etmiştim.
    Gel gör ki kabağın bir sahibi var. O gücenmiş olmalı!...

    işte ilminden usal olunmaz uzun adamımızın ufak bir hikayesidir, ne mutludur ki ibret almasını bilenler çoktan aldılar bile...
    2 ...
  35. 44.
  36. 43.
  37. nur yüzlü uzun adam yine tefekküre dalmıştı. kendisi gibi din büyüklerini bir türlü rahat bırakmayan şeytan lanetullahu aleyh, aklına hazreti ömer efendimizin "dicle kıyısında bir kuzuyu kurt kapsa, allah hesabını benden sorar diye korkarım" sözünü getirmişti.

    aklına gelenlerden biri de yönettiği kan revan içindeki ülkenin vahim haliydi!.. ayrıca karıştırdığı suriye'de olanlar canını sıkıyordu.. allah'a bunların hesabını nasıl verecekti?

    neyse ki kendisi ledün ilmi sahibi müstesna bir zat olduğu için değme alimin çözüm bulamayacağı bu derdin çözümünün kalbine ilham edilmesi fazla sürmedi. davudi sesiyle:

    "bre kiziroğlu!"

    diye seslendi.

    kapısında el pençe divan bekleyen kiziroğlu, nur yüzlü adamın heybetinin sebep olduğu korkuyla tir tir titreyerek:

    "emredin zıllullah efendimiz" dedi.

    nur yüzlü uzun adam:

    "git bir sor, dicle kenarında kuzu kapan bir kurt görülmüş mü?" dedi.

    kiziroğlu'nun gitmesiyle, dönmesi bir oldu:

    "efendim, dicle kenarında kurt nüfusu tükendiği için, kurdun kuzu kaptığı görülmüyormuş artık. baki ferman padişahımızındır." dedi.

    nur yüzlü adam, kendisini sinek kovar gibi bir el hareketiyle selametledikten sonra, bu büyük meseleyi çözmüş olmasının verdiği huzurla dairesine çekildi.

    nur yüzlü uzun adamın adı recep tayyip erdoğan'dı!...
    7 ...
  38. 42.
  39. dindar uzun adam kaçak sarayında namazını bitirmiş ve seccade üzerinde tefekküre dalmıştı. birden aklına hazreti ömer efendimizin bir menkıbesi geldi.

    hazreti ömer efendimiz bir ziyaretçisi geldiğinde mumunu söndürüp, başka bir mum yakmıştı. ziyaretçi sebebini sorunca "o devlet işlerini görüşürken kullandığım devletin mumu. seninle devlet işi konuşmayacağımız için kendi mumumu yaktım" demişti.

    dindar uzun adam irkildi o anda!.. trilyonluk elektrik faturalarına mal olan muhteşem ışıklandırmanın altında kıldığı namazı, sarayında yaktığı elektriğin parasını ödeyen halk için değil, allah için, kendi ahiret selameti için kılmıyor muydu?

    bir an düşündü... aklına fotoğrafını servis ettiği namazları gelince yüzü aydınlanıverdi!.. evet, böyle bir kaygıya kapılması için hiç bir sebep yoktu!.. O namazları Allah için değil, oy toplamak için kıldığına ve kimin için kılıyorsa her seçimde onlardan karşılığını aldığına göre namazları kabul ediliyor olsa gerekti. söz konusu menkıbe şeytanın kalbine saldığı bir vesveseden ibaretti o kadar!..

    o mübarek, nur yüzlü, dindar uzun adamın adı recep tayyip erdoğan'dı!...
    10 ...
  40. 41.
  41. 30 ekim'i 1 kasım'a bağlayan geceydi, başbakan ahmet davutoğlu'nun çankaya köşkünde gözüne uyku girmiyordu.

    öyle ya, bugün yapılacak seçimde hem memleketin kaderi, hem de kendi kaderi belirlenecekti.

    ya yine 7 haziran'daki sonuç çıkarsa, ya ülke koalisyon denilen şerefsizliğe mahkum olursa? davutoğlu bunları düşünüyordu, biricik eşi sare hanım onu teselli etmeye çalışıyorduysa da ne fayda...

    bütün gece düşüne düşüne sabahı etti davutoğlu, okunan sabah ezanıyla da abdestini alıp namazına durdu. namazını bitirip selam verdiğinde dışarıdan kişneyen bir at sesi duydu sanki.
    bu saatte hem de çankaya köşkünün bahçesinde atın ne işi vardı?

    derken davudi bir ses duydu ahmet davutoğlu, evet dışarıdan geliyordu.
    sesin sahibi;

    "bre ahmet"

    diye bağırdı...

    davutoğlu köşkün salon balkonuna çıktı ve sesin sahibini gördü.

    sesin sahibi, beyaz bir atın üzerine binmiş, yıldırım bayezid han'ın kıyafetleri ile karşısında duran recep tayyip erdoğan'dı.

    "bre ahmet" diye yineledi ve ekledi.

    "konuşmanı hazırladın mı?"

    "ne konuşması?" diye soruyla karşılık verdi davutoğlu.

    erdoğan; "ne konuşması olacak, balkon konuşması tabi..." dedi ve atını mahmuzlayarak uzaklaştı. uzaklaşırken tekrar haykırdı uzun adam.

    "göklerden gelen bir karar vardır ahmet'im...göklerden gelen bir karar..."

    o an ahmet davutoğlu anlamıştı 1 kasım'da milli iradenin zaferini yaşayacaklarını.

    salona döndü, iki rekat daha namaz kıldı, selamını verdi ve o tarihe geçen balkon konuşmasını hazırlamaya başladı...

    işte niğbolu'ya yıldırım gibi gidip kale burçlarından komutan doğan bey'e "bre doğan" diye bağırıp, "biz yoldayız dayan" diyen yıldırım bayezid han'ın ruhu, sayın recep tayyip erdoğan'da hasıl olmuştu o gece.

    o gece milli iradenin yine mührü vuracağı müjdelenmişti...
    5 ...
  42. 40.
  43. yunan mitolojisine bile taş çıkartacak uçuklukta motiflerle (bkz: tayyip erdoğan şehitlerin manevi babasıdır/#13447952) süslü mitolojidir.

    bidon kafalı ahmakların (bkz: akp yandaşları bidon kafalıdır) beyin sandıkları boşlukta varlığını sürdürür...
    2 ...
  44. 39.
  45. genç asker tost makinasının başında terliyordu. sabahtan beri makina gibi çalıştığı halde laik ve de kaçınılmaz olarak ahlaksız subaylara ve onların veletlerine tost yetiştiremiyordu. eğer tostları zamanında yapmasa, az pişirse veya çok pişirse dayak yiyeceği kesindi. neyse ki o işte mahirdi. hele ki sucuklu tosta doğuştan gelen bir yeteneği vardı. yine de çalışma koşulları ağırdı...

    aslında şikayet etmemesi gerekiyordu ama "askerliğin yatma yeri olmadığını" henüz idrak edecek ilim seviyesine henüz ulaşmamıştı. ileride allah'ın izniyle oğlunu askerden kaçırdığı zaman böyle söyleyecekti...

    kendisine baskı yapan komutanlarından nefret ediyordu. tabi nefsi için değil. haşa!.. iyi bir müslümana yakışır şekilde, allah rızası için nefret ediyordu.

    hele bir zalim mustafa astsubay vardı ki açığını gördüğünde basıyordu sopayı. namaz için ara vermeye kalkması düşünülemezdi bile... yiğidin önde gideniydi önde gitmeye ama neylesin ki subay korkusu allah korkusunu bastırıyor, namazlarını vaktinde kılamıyor, ancak kaza edebiliyordu.

    fakat yediği onca sopaya rağmen yılmıyordu. yine allah rızası için, tostların içine tükürmeyi ihmal etmiyordu fırsatını bulduğunda. allah rızası için yaptığı şeylerden en hoşuna gideni ise kaşarı ve hele hele gözünün nuru sucuğu eksik koymaktı tostlara... çok sıkıldığında"şu hesaptan kitaptan anlamaz allahsız mustafa astsubay, günde kaç tekerlek kaşarı, kaç kangal sucuğu allah rızası için "kenara ayırdığımı" bir bilse..." diye düşünerek ferahlatıyordu kendisini..

    ne var ki o gün her zamankinden yoğundu işleri. ne kadar hızlı çalışırsa çalışsın yetişemiyordu bir türlü... kantinin kurulu olduğu arka bahçe çok genişti. tüm kafirlerin de doluşacağı tutmuştu masalara... mustafa astsubay sabahtan beri ensesinde boza pişiriyordu...

    sonunda iyice bunalan genç öyle bir "ya hak!..." çekti ki ta yürekten, o an levh-i mahfuzun kapıları kendisine açıldı ve ne yapması gerektiği kalbine ilham edildi...

    kendisiyle birlikte çalışan alevi er kemal vardı. ondan da allah rızası için nefret ederdi doğal olarak. kemal ve mustafa astsubay o gün gribe yakalanmışlardı. birisi yanlarında sıçsa kokusunu alacak hali yoktu.

    kemal helaya gitmek için mustafa astsubaydan izin aldığında, imanlı genç ocağın tüpüne bağlı hortumu gevşetiverdi. ayrıca tost makinasının rezistans tellerinden birini kopardı. mustafa astsubaya teli değiştirmesi gerektiğini söyledi. mustafa astsubay sövüp sayarak ve acele etmesini tembih ederek yol verdi kendisine. imanlı genç tost makinasını kaptığı gibi koşmaya başladı.

    çok geçmeden insanlar bağrıştığını duydu. beklediği gibi kulübede yangın çıkmıştı. yangın güç bela söndürülebildi. fakat binadan kulübeye gelen elektrik tesisatı da yandığı için herkes çaresiz görünüyordu. ihale, heladan dönüp ocağın başına geçen saftirik alevi er kemal'in üstüne kalmıştı. mustafa astsubay basıyordu sopayı şerefsize... ne var ki onu dövmek aksayan tost servisine deva olmayacaktı. aptal laik komutanlar çare bulmak için boş boş konuşurken, inançlı genç izin isteyerek söz aldı ve kulübenin ön bahçeye taşınmasını önerdi. aptal laik komutanların ağzı bunca ilim karşısında açık kalmıştı. naçar dediğini yaptılar. teorisi kuvvetli ama pratiği zayıf olan en yakın asker arkadaşı ahmet kendisini hayranlıkla izliyordu... imanı güçlü arkadaşının stratejisinin derinliklerine hakim olabilmesi için bir ömür boyu uğraşması gerekecekti.

    ne var ki yaptıklarını gören biri vardı. ahmet'ten de yakın dostu olan fethullah... yandaki abd üssünde hizmet ediyor, arada dostunu ziyarete geliyordu. zamanında birlikte ne işler çevirmişlerdi!.. arada cihat niyetine tostlara birlikte tükürüyorlardı. fethullah ağlamaklı bir genç olduğu için tükürüğü daha balgamlı ve haliyle aldığı sevap daha büyüktü.

    fakat imanlı gencin gördüğü itibar fethullah'ın kıskanmasına sebep olmuştu. hiç utanmadan imanlı genci ihbar etti. komutanlar ikisini de sorguya çektiler. imanlı gencin yüzündeki nur doğru söylediğinin deliliydi. mümine zorda kalınca takıyye helal olduğundan tüm ithamları reddetti. "yalan" dedi..."montaj" dedi... komutanlar "yalanı anladık da montaj ne lan?" dediklerinde neden öyle dediğine kendisi de şaşırdı. baktı olmayacak, fethullah'ın afyon çektiğini söyledi. komutanlar üst araması yaptılar ve afyon lülesini buldular. evet, fethullah meğerse haşhaşiymiş... komutanlar tam fethullah'ın üstüne atlayacakken, fethullah topukladığı gibi abd üssüne kaçıverdi.

    daha küçük olan ön bahçeye arka bahçe kadar masa konulması mümkün değildi. imanlı genç, artık sayısı azalan müşterilerine tost yetiştirmekte zorlanmayacaktı... imanlı genç allah'ın yardımıyla geliştirdiği bu muhteşem taktiği daha sonra suriye'de de uygulayacak ve dünya ayakta selam duracaktı kendisine!...

    o genç sucukçu muhasebecisiydi... öyle trablusgarp'ta, balkanlarda, suriye'de, lübnan'da, filistin'de, doğu anadolu'da, çanakkale'de, sakarya'da, dumlupınar'da yan gelerek askerlik yapanlardan çok daha büyük bir komutan olacağı daha o günden belliydi...
    7 ...
© 2025 uludağ sözlük