Vaktiyle tayyip erdoğan, nefisle mücadele makamının sonuna gelir. Meşrebin usulünce bundan sonra her türlü süsten, gösterişten arınacak, varlıktan vazgeçecektir.
Fakat iş cumhurbaşkanı olmak ya da bir devlet başkanı olmaya çalışmaktan ibaret değildir.
Her türlü görünür süslerden arınması gereklidir…
Saç, sakal, bıyık, kas. ne varsa hepsinden.
tayyip erdoğan, usule uygun hareket eder, soluğu berberde alır.
– Vur usturayı berber efendi, der.
Berber tayyip erdoğan'ın saçlarını kazımaya baslar.
tayyip erdoğan aynada kendini takip etmektedir.
Basının sağ kısmı tamamen kazınmıştır.
Berber tam diğer tarafa usturayı vuracakken, yağız mı yağız, bıçkın mı bıçkın bir kabadayı girer içeri.
Doğruca tayyip erdoğan'ın yanına gider, başının kazınmış kısmına okkalı bir tokat atarak:
– Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım, diye kükrer.
tayyip erdoğanlık bu…
Sövene dilsiz, vurana elsiz gerek.
Kaideyi bozmaz tayyip erdoğan.
Ses çıkarmaz, usulca kalkar yerinden.
Berber mahcup, fakat korkmuştur.
Ses çıkaramaz.
Kabadayı koltuğa oturur, berber traşa baslar.
Fakat küstah kabadayı tıraş esnasında da sürekli aşağılar tayyip erdoğan'ı, alay eder:
“Kabak aşağı, kabak yukarı.”
Nihayet traş biter, kabadayı dükkandan çıkar.
Henüz birkaç metre gitmiştir ki, gemden boşanmış bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelir.
Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında kalakalır.
Derken, iki atın ortasına denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir karnına dalıverir.
Kabadayı oracığa yığılır, kalır.
Ölmüştür.
Görenler çığlığı basar.
Berber ise şaşkın, bir manzaraya, bir tayyip erdoğan'a bakar, gayri ihtiyarî sorar:
– Biraz ağır olmadı mi usta?
tayyip erdoğan mahzun, düşünceli cevap verir:
– Vallahi gücenmedim ona. Hakkımı da helal etmiştim.
Gel gör ki kabağın bir sahibi var. O gücenmiş olmalı!...
işte ilminden usal olunmaz uzun adamımızın ufak bir hikayesidir, ne mutludur ki ibret almasını bilenler çoktan aldılar bile...
gün geçmiyor ki başkanımız hakkında bilinmeyen bir efsane daha ortaya çıkmasın, onun yüce gönüllü bir allah dostu olduğuna dair bir kıssa anlatılmasın...
evet, devir erbakan hocaefendi'nin başbakan olduğu o muhteşem yıllar.
tayyip erdoğan'da o dönemin istanbul büyükşehir belediye başkanı tabi. erbakan hocaefendi, tayyip erdoğan ile görüşür ve ona "istanbul'daki bütün fakirlerin listesini bana gönder" der.
tayyip erdoğan'da erbakan hoca'ya bir liste gönderir.
erbakan listeye bir bakar ki listenin en başında tayyip erdoğan'ın ismi var.
erbakan şaşırır, hemen iki mülkiye müfettişi görevlendirir ve "başkanın yaşayışını, nasıl yaşadığını öğrenin" der.
tabi müfettişler hemen göreve koyulur, istanbul'u didik didik eder ve tayyip erdoğan ile ilgili bir rapor hazırlarlar.
erbakan sorar; "araştırdınız mı bizim başkan nasıl yaşıyormuş, gerçekten kendini listeye koyacak kadar fakir miymiş?"
müfettişler cevap verir; "vallahi sayın başbakanım, istanbul'u didik didik ettik, tayyip bey'den daha fakir kimseyi bulamadık. aldığı maaşı olduğu gibi fakir fukaraya, garip gurebaya veriyor, ekmeği suya batırıp katıksız yiyor, böyle bir yaşam tarzı var..."
duydukları erbakan'ın çok hoşuna gider. kendi elleriyle yetiştirip istanbul'a başkan yaptığı gencin çizgisini hiç bozmaması gururunu okşar hoca'nın tabi.
hoca bunun üzerine başbakanlık örtülü ödeneğinden tayyip erdoğan'a ödül olarak 1 milyon dolar yollar.
tayyip erdoğan ödülü alır ve eve gelir, içinde 1 milyon dolar olan çantayı eşi emine hanım'ın önüne koyar ve durumu anlatır.
tabi bu durum emine hanım'ın da hoşuna gitmiştir.
zira yıllardır fakir fukarayı destekleyeceğiz diye resmen suriyeli mülteci hayatı yaşamaktaydılar.
tayyip erdoğan çantayı emine hanıma yeniden gösterir ve,
+hanım, bunları hocaefendi gönderdi, al ne yapacaksan yap.
-ben ne yapayım bey, al şu 1000 doları içinden de eve erzak falan al biraz.
+peki kalanı ne yapacağız emine?
-lazım oldukça kullanırız bey olmaz mı?
+ha, o zaman ben kalanını bir işe yatırayım, bir ortak buldum ona vereyim bu parayı, her ay kar payı alayım...
tabi bu fikir emine hanım'ın çok hoşuna gider, kabul eder.
aradan bir ay geçer, emine hanım tayyip erdoğan'a paranın akibetini sorar, neticede o kadar paranın bir kar payı vardır, ama tayyip bey eve ne kar payı, ne de bir allah kuruşu getirmiştir.
-bey noldu bizim para, kar payını almadın mı?
+Daha ölmedik, ölseydik Cenâb-ı Hak verecekti. Ben paraları fakirlere dağıttım; çünkü Rabbimden daha iyi ortak bulamadım. Hepsi beni kandırıyordu; ama Rabbim kandırmaz. Bire 700 verir, 7 000 verir; ama tam verir.
bunun üzerine emine hanım kızar, Epey kavga gürültüden sonra emine hanım; "Bugüne kadar çektiğimiz yetmiyormuş gibi, bir de altınları fakirlere vermişsin. Biraz yüzümüz gülecekti, yine fakir kaldık." diye tayyip başkan'ı evinden kovar.
erdoğan, yatmak için bir arkadaşının evine gider.
Birkaç gün geçtikten sonra, dostları emine hanım'ın yanına gelip; "Sen yanlış yaptın. Adamcağız kendi evinden de oldu." derler. emine hanım'ı yumuşatırlar. Sonunda barışırlar.
erdoğan eve gelir. emine hanım der ki:
+ başbakan bir daha para gönderirse ne yaparsın?
- Aynısını yaparım. Eğer benim gördüklerimi görseydin, benden önce dağıtırdın.
+ Ne görüyorsun ki tayyip?
- Sevindirdiğim her bir fakir için, Allahü teâlâ gökten bir nur indiriyor, o nur güneşi karartıyor. O nurları gördükten sonra, mümkün olsa, daha fazlasını veririm.
bunun üzerine emine erdoğan'ın gözleri yaşarır, hata ettiğini ve kocasının ne denli büyük bir allah dostu olduğunu anlar, kocasından af dileyerek özür diler ve elini öper, tayyip erdoğan'da eşinin bu büyüklüğü karşısında duygulanır.
o günden sonra karı koca her ikisi de birer allah dostu olarak dünya üzerindeki bütün garip gureba, fakir fukara'nın yanında olurlar. nerede dara düşen bir gariban varsa yardım ederler.
onlar yardım ettikçe allah onlara verir, allah verir onlar yardım ederler ve bugünlere gelirler.
işte bir dünya lideri böyle yetişmiş, böyle ortaya çıkmıştır.
en son onbaşı tarafından zikindirik bi mangal askerle karşılanarak, türk tarihinin en utanç verici adamı olduğunu kanıtlamış imam hatipli.
mitoloji konusunda da şunu söylemeliyim ki, bu herif öldükten sonra, ben her iddiaya varım ki, bi amerikalı yetkili birisi çıkıp " söylediği ve yaptıöğı herşeyin talimatını biz veriyorduk!!" diyecektir.
hakkında öyle şeyler ortaya çıkacaktır ki, tayyip öldükten sadece birkaç yıl sonra, hiçkimse akp´ye oy verdiğini kabul etmeyecektir.
nazilerde de kadınlar kocalarına karşı, ben ona hep bunlara uyma dedim, ama dinletemedim, demişti.
ortzadoğu ve amerikan bağlantılarını kuran birçok şahıs yedikleri haltları kitap yapacak ve akp ´ liler birbirlerini suçlayacaklar.
bunların basınında çalışan hemen herkes yurtdışına kaçacak. kaçamayan da yaptığı kerşeyi inkar edecek.
bunların olduğunu bence biz göreceğiz, çok uzunaman almayacak bunların gerçekleşmesi.
Gün geçmiyor ki asrın liderimiz ile ilgili yeni bir efsane ortaya çıkmasın.
işte bunlardan biri daha.
Asrın liderimiz henüz 12 13 yaşlarında bir çocuktur.
Ama o Her zaman iyi bir müslüman, iyi bir vatansever olmayı düşler.
Hep memleket meselelerine kafa yorar arkadaşlarıyla bile oynamaya fırsat bulamazdı.
Bir gün sokaktan geçerken birdirbir oynayan arkadaşları onu da çağırdı;
"Tayyip haydi gel sen de bizle oyna" dediler.
Tayyip Erdoğan onları kıramadı ve oyuna iştirak etti.
Derken eğilme sırası tayyip Erdoğana geldi.
Lakin o eğilmedi.
Arkadaslari; "yahu egilsene nasıl atlayacagiz" dediler.
Tayyip Erdoğan cevap verdi;
"Ben boyun eğmem, atlayabiliyorsaniz böyle atlayın."
işte böyle.
Tayyip Erdoğan ileride nasıl bir dünya lideri olacağını daha çocukken göstermiş, oyunda olsa bile boyun egmemis, egilmemistir.
16 nisan referandumu öncesi binali yıldırım ile tayyip erdoğan tbmm'nin bahçesinde dolaşırlar.
binali yıldırım hemen ötedeki 3 siyasi parti liderini gösterir erdoğan'a.
bunlardan biri bahçeli, biri kılıçdaroğlu, diğeri ise selo demirtaş'tır.
tayyip erdoğan binali bey'e bunların özelliklerini sorar.
binali yıldırım, kılıçdaroğlu ve selo demirtaş'ı kenara iter ve bahçeli'nin kolundan tutup tayyip erdoğan'ın yanına getirir.
bahçeli, erdoğan'ı görür görmez "evet, evet" der.
tayyip erdoğan, binali bey'e sorar;
"binali, bunun diğerlerinden farkı nedir ki tutup bunu getirdin?"
binali yıldırım cevaplar;
"efendim, bu öyle bir lider ki, dün ne söylediyse bugün unutur, koltuğu sallanmasın diye her şekle girer, dava arkadaşlarını da kandırıp bize getirebilir."
"hmm" der tayyip erdoğan, "eşsiz bir siyasetçiymiş..." ama devlet bahçeli'nin oracıkta boynunu kırar ve onu öldürür,
sonra binali bey'e döner ve şu tarihi sözleri söyler.
"bugün kendi dava arkadaşlarını kandırıp bize getiren yarın bizi de kandırır binali..."
--spoiler--
15 temmuz gecesiydi hava sıcaktı,
bir ihanet kalkışması ülkeyi yaktı.
gün bugündü bütün millet ayağa kalktı,
çoluk çocuk ihtiyar genç sokağa aktı...
--spoiler--
evet, ahmet muhip dıranas'ın o geceyi anlatan muhteşem dörtlüğünü sanırım hepiniz biliyorsunuz.
işte o gece burada da bahsedildiği üzre hava sıcaktı.
reisimiz de ailesi ile birlikte marmaris'te tatil yapıyordu. denize giriyorlar, havuza giriyorlar, arada kuran falan okuyup namaz da kılıyorlardı.
ama ihanet kalkışması olunca tabi reis bir dakika bile düşünmeden yola koyuldu.
uçağa binip istanbul'a gitmesi gerekiyordu.
işte marmaris'ten istanbul'a yapılacak bu hicrette göklerden gelen bir karar bize tayyip erdoğan'ın ne kadar mübarek, ne kadar kutlu bir lider olduğunu bir kez daha idrak ettirdi.
reisimiz uçağına binmeden evvel mekkeli müşrikler uçağı kontrol etmeye, tayyip erdoğan'ı uçakta yakalayıp derdest etmeye gelmişlerdi.
ama apronda hazır bekleyen uçağın giriş kapısında bir örümcek ağı vardı.
hemen kanattaki motorun üzerinde de bir çift güvercin yuva yapmıştı.
işte bunları gören müşrikler; "yoo bu uçağa gelmeyecek, diğer bekleyen 2 uçağa bakalım" deyip hemen o uçağın bulunduğu yeri terk ettiler.
onlar gittikten 15 dakika sonra da asrın liderimiz geldi ve uçağa binip istanbul'a hicret ederek düşman üzerine yürüdü.
şüphesiz ki allah iman edenlerin yanındadır.
sadakallahülazim.
emir'ül müminin ekranlarda oynatmaya bayıldığı abdülhamit dizilerinin etkisinde kalmış, evhamlı bir kişi olmuştu.
aklına ikide bir ebu zer efendimizin muaviye'ye yaptırdığı "kasr'ı beyza=aksaray" için söylediği sözler geliyordu: "ey muaviye bu sarayı kendi paranla yaptırdıysan bil ki israf günahına girdin, müminlerin parasıyla yaptırdıysan zaten hainsin..."
allah'ın hikmeti, bir ak saray da kendisi yaptırmış, yetinmeyip okluk koyunda 300 odalı bir kaşane inşaatına başlamıştı.
sonra, çalışmakta olan hazreti ömer efendimizin gece misafiri gelince devletin mumunu söndürüp, kendi mumunu yakması geldi aklına... sahi aksaray'ın aydınlatma faturası ne kadardı?
tabi bir de hazreti ömer efendimizin medine'den kudüs'e tek deve ve tek bir hizmetkarla gidişi vardı. deveye sırayla biniyorlardı. yolda başlarına bir iş gelir mi zerre korkuları yoktu. durum böyle olunca, on binlerce korumasını, uçak ve araç filolarını düşünüyordu.
"ya halkım bu işte bir terslik olduğunu düşünürse?" gibi boş, manasız evhamlar yüzünden geceleri uyku tutmuyor, kıvrım kıvrım kıvranıyordu.
tabi allah'ı teala zü'l celal hazretleri böyle mübarek bir kişiyi evhamlara gark olmuş halde bırakamazdı. bir gece kan ter içinde uyandı! "ilham" gelmişti! bunca saçmalığı hep 1400 yıl öncesinin teraneleri güncellenmediği için dert edindiği kendisine "ilham" olunmuştu...
asrın liderimiz efendimiz bir cuma günü beştepe millet camii'nde namazını eda etmiş, beştepe'de milletin, ümmetin sarayında halkın arzuhallerini dinlemekteydi.
efendimizin yardımcısı ibrahim kalın beyefendi, asrın liderimize arzuhalleri okurken bir an durdu.
efendimiz, "neden durduğunu" sordu.
ibrahim kalın yanıtladı: "efendim meczubun biri işte yazmış bir şeyler" dedi.
asrın liderimiz merak etti, ne yazdığını sordu.
ibrahim kalın yanıtladı, "efendim, sizin ona borcunuz olduğunu yazmış, biz de üç beş bir şeyler verdik gönderdik, ama gitmedi..."
bunu duyan asrın liderimiz, arzuhalin sahibinin içeri buyur edilmesini istedi.
içeri giren adam selamın aleyküm dedi, asrın liderimiz sordu, "benim sana nereden borcum var, anlat bakalım..."
adam yanıtladı, "efendim, ben cehape döneminde iflas ettim, şimdi tekrar eski günlerime dönmek için her gece dua ediyorum, dün gece de dua ettim, sonra yattım, rüyamda hz muhammed sav bana göründü, dedi ki, tayyibime selam söyle, dün gece salavat getirmeyi unuttu..."
asrın liderimizin gözleri doldu, hemen başkanlık çekmecesini açtı adama bir şeker fabrikasının tapusunu verdi ve adama dönerek, "peygamber efendimiz ne dedi, bir daha söyle" dedi.
adam; "tayyibime selam söyle..."
bunun üzerine asrın liderimiz çekmeceden bir otobanın yap işlet devret sözleşmesini çıkardı ve adama verdi. sonra bir daha söylemesini istedi.
adam bir daha söyledi, bu sefer bir havalimanının 49 yıllık işletme hakkını verdi. ve bir daha söylemesini istedi, adam da bir daha söyledi, son olarak osmangazi köprüsünü verdi...
bu sırada ibrahim kalın araya girdi, "efendi yetmez mi?" diyerek engel oldu.
adam dışarı çıktı, ibrahim kalın şaşkın bir şekilde cumhurbaşkanımıza sordu, "efendim fazla olmadı mı?"
asrın liderimiz yanıtladı.
"ne fazlası, o an benden cumhurbaşkanlığını, başkanlığımı istese dahi verirdim..."
işte asrın liderimizin peygamber sevgisi.
peygamber sevgisini yoksulun yetimin hakkını dağıtarak yaşamış ama olsun, olur o kadar...
her yeni gün, yeni efsane hikayeleri ortaya çıkan mitolojidir.
ümmetin gururu, asrın liderimiz tayyip erdoğan biliyorsunuz sık sık tebdili kıyafet esnafı denetler...
işte asrın liderimiz bu denetimlerden birinde de yanına 2 başdanışmanını alarak üsküdar'dan sarı taksiye binerek karşıya geçerler.
takside uzun süre suskunluk hakimdir, ama kurnaz taksici arkada oturan adamın ümmetin ışığı, ümmetin güneşi olduğunu anlamıştır. ses çıkarmaz, bozuntuya vermez.
uzunca sessizlikten sonra köprü çıkışına yaklaşırken asrın liderimiz suskunluğunu bozar ve taksiciye seslenir;
-baba 32 ile aran nasıl?
taksici hiç düşünmeden cevaplar;
+32'yi 30'a vuruyorum 15 çıkıyor...
taksideki 2 başdanışman şaşkındır, zira bir şey anlamamışlardır bu konuşmadan.
ardından asrın liderimiz reis bir başka soru sorar.
-duydum ki son zamanlarda şehirde hırsızlar fazlalaşmış, evlere giriyorlarmış, senin de evine giren oldu mu?
kurnaz taksici bunu da şöyle cevaplar;
+bundan 2 ay evvel birisi girdi, birkaç gündür yeni birisi de dadandı, girmeye çalışıyor...
tabi bu diyaloga da bir anlam verememiştir reisin yanındaki başdanışmanlar.
neyse, taksi tam dolmabahçe'deki cumhurbaşkanlığı çalışma ofisinin önündeki cebe yanaşırken reis bir soru daha sorar.
-baba sana iki besili kaz göndersem incitmeden yolar mısın?
taksici gülümseyerek yanıtlar;
+yolmam mı, hiç incitmeden cascavlak yolarım hemde...
ve yanaşırlar, ümmetin ışığı taksiden inerken bir deste dolar bırakır, "hadi eyvallah" der...
o gece böylece biter.
lakin reisin yanındaki başdanışmanları bir telaş alır. "ulan ya reis dün gece konuştuklarımdan ne anladınız diye bize sorarsa ne yaparız" diye düşünürler ve cevabını bulmak için taksiciyi bulup konuşmaya karar verirler.
ertesi gün taksici üsküdar'da müşteri beklerken dün gece aracına binen 2 başdanışmanın geldiğini görür. danışmanlar taksiciye yanaşır, bir tomar dolar uzatır ve sorarlar.
-yahu dün gece senin aracına binen adam sana bir soru sordu, "32 ile aran nasıl?" dedi, sen de "32'yi 30'a vuruyorum 15 çıkıyor" diye cevapladın. bu ne anlama geliyor?
taksici cevaplar;
+efendiler, dün gece gelen adam reisimizdi biliyorum tanıdım. reisimiz bana sordu, 32 ile aran nasıl, yani geçimin nasıl gidiyor dedi. ben de 32'yi 30'a vuruyorum 15 çıkıyor dedim, yani ağzımızda 32 diş var, bir ay da 30 gündür, lakin çalıştığımızın kazancı bizi anca 15 gün idare ediyor dedim...
danışmanlar şaşırır, "vay amk ne basitmiş, biz nasıl bulamadık" diye hayıflanırlar ve 2. sorunun ne anlama geldiğini sorarlar.
ama taksici yanındaki dolar tomarını göstererek yeni bir tane vermeleri gerektiğini belirtir.
başdanışmanlar bir tomar dolar daha verirler.
taksici başlar anlatmaya.
+efendim, ümmetimizin ayı ve güneşi buyurdular ki; son zamanlarda şehirde hırsızlar fazlalaşmış, evlere giriyorlarmış, senin de evine giren oldu mu? yani bu şu demek, son dönemde evlenmeler arttı, senin de evlenecek oğlun var mı? diye sordular. ben de bir oğlumu 2 ay evvel evlendirdiğimi, yani evime bir gelin girdiğini, bir diğer oğlumun da evlilik çağında olduğunu ve evlenmek için etrafımda dolaştığını eve bir kaşık hırsızı da onun sokmak istediğini söyledim...
danışmanlar yine şaşırmışlardır.
ve sıra 3. sorunun cevabına gelir, bir tomar dolar daha verip onun ne anlama geldiğini sorarlar taksiciye.
taksici bunu da şöyle anlatır;
+aman efendiler, bu iki soruyu cevapladıktan sonra bunu sormazsınız diye düşünmüştüm, ama madem sordunuz onu da yanıtlayayım. ümmetimizin lideri efendimiz allah ömrünü uzun etsin, "sana iki besili kaz göndersem incitmeden yolar mısın?" diye sormuştu ya, işte bakın reisim bana sizleri gönderdi sağolsun...
işte böyle sevgili arkadaşlar.
onun adı reis...
bir bakmışsınız sizin aracınızda yolculuk yapar, bir bakmışsınız yan masanızda çay içer. işte biz onu bu yüzden sevdik, o hep halkın arasında, hep halkla iç içe ve tebdili kıyafet gezerken bile fakir fukaraya, garip gurebaya yardımcı olan bir insan...
günlerden bir gün tayyip erdoğan'ın başkanlık sistemi döneminde, yasama, yürütme ve yargının sadece kendisine bağlı olduğu dönemde bir papaz yakalanmış.
bu papaz bir yandan fetöcüler ile planlar yapıp devleti ele geçirmeye çalışırken, diğer yandan da pkk ve ypg ile terör eylemleri stratejileri geliştiriyor ve türkiye aleyhine faaliyetlerde bulunuyormuş.
işte bu yakalanan papazı cezaevine atmışlar.
tabi papaz cezaevine girince papazın sahipleri papazı istemişler, tayyip erdoğan da çıkmış ve demiş ki;
"bu fakir bu görevde oldukça o papazı alamazsınız..."
hatta eklemiş;
"verin papazı, alın papazı..."
tabi tayyip erdoğan'ın bu çıkışına herkes şaşırmış, sonra tayyip erdoğan'ın kankası trump bir tweet atmış ve papaz serbest bırakılmış.
papazın neden serbest bırakıldığını tayyip erdoğan'a sormuşlar; "benle ne alakası var, yargının kararı" demiş. daha sonra papaz ve trump amerika'da bir araya gelmişler, trump papazın salınmasından dolayı tayyip erdoğan'a teşekkür etmiş...
oldum olası akp'ye oy veren, akp teşkilatlarında çalışan bir genç varmış.
lakin bu genç işsiz ve 5 parasızmış.
artık canına tak demiş. karar vermiş, tayyip erdoğan'ın huzuruna çıkacak ve ona kendisini anlatıp, akp için yaptığı çalışmaları anlatıp hakkı olan işi isteyecekmiş.
sürekli cimer'e yazmış ve randevu talep etmiş, bununla da kalmamış, beştepe'ye gidip illa ki erdoğan ile görüşmek için beklemeye karar vermiş.
yine böyle günlerden bir gün tayyip erdoğan'ın mercedes maybach aracı tam saraydan çıkış yaparken gencin önünde durmuş, arabadan inen danışmanlardan biri mercedes maybach'ın arka kapısını açarak genci arabaya binmeye davet etmiş.
genç bir anda kendini tayyip erdoğan'ın yanında bulmuş. araç ilerlemeye başlamış. genç tayyip erdoğan'a bakıyor ama erdoğan onunla hiç konuşmuyormuş.
neyse bir süre araçla gittikten sonra büyük bir binaya gelmişler, burası sanayi ve ticaret odasıymış. tayyip erdoğan araçtan inmiş, genç de onu takip edip birlikte salona girmişler.
tayyip erdoğan salonda konuşmuş ve ayrılmış, genç de hemen arkasında.
derken daha sonra yargıtay binasına gitmişler, yine erdoğan önde, genç adam hemen arkasında, bir sürü kalabalık, bir sürü konuşma falan, oradan da ayrılmışlar.
bir fabrikaya gitmişler, orada da aynı şeyler.
daha sonra belediye binasına, valiliğe, sonra bir avm'ye gitmişler.
gün boyu genç adam tayyip erdoğan ile birlikte gezmiş.
yeniden arabaya binmişler, araba şehirden çıkmış, ıssız bir yolda giderlerken genç adam artık dayanamamış ve; "efendim ben sizden iş istemek için gelmiştim, benimle iş konuşmayacak mısınız?" diye sormuş.
tayyip erdoğan kızmış.
"ya demek öyle, peki madem buyur in arabadan" diyerek genci ıssız yolda bir başına bırakmış ve konvoyu ile birlikte tam gaz ayrılmış oradan.
şehirden uzak tenha bir yerde yolun ortasında bir başına kalmış akp'li genç.
cebinde de dönüş için 5 kuruş para yokmuş üstelik.
şehre doğru dönmüş ve yürümeye başlamış, bir yandan yürüyor bir yandan da "ulan ben nerde hata yaptım da sayın cumhurbaşkanımızı kızdırdım, acaba bana bir ders mi vermek istedi" diye düşünmüş.
böyle böyle düşünerek saatler sonra yaya olarak eve varmış.
"erdoğan bana böyle davranarak bir mesaj vermek istedi" diye düşünmüş.
ertesi gün, sabah erkenden kalkmış giyinmiş ve erdoğan ile birlikte gittikleri ticaret ve sanayi odasının yolunu tutmuş.
bir gün önce erdoğan ile birlikte oraya gelen genci görenler, hemen ona yalakalık yapmaya başlamışlar.
bir tane fabrikatör gelmiş, "bizim bir arsa işi var, şu 500 bin lirayı alın ve bizim işi halletmemize yardımcı olun lütfen" demiş.
bir diğeri "bizim kredi hibe işimiz var, şu 1 milyonu alın ve bu işi halledin" demiş. bir başkası gelmiş vergi indirimi için yardım istemiş karşılığında 2 milyon vermiş.
genç bir bavul parayla oradan ayrılmış.
ardından erdoğan ile gittiği diğer yerleri ziyaret etmiş, onu gören herkes ona bir şeyler verip karşılığında bir şeyler istemişler.
genç adam böyle böyle sürekli işadamlarıyla, firmalarla, bürokratlarla temas halinde olmuş, 1 seneye kalmadan dolar milyarderi olup çıkmış.
ve nihayet kendisini bugünlere getiren asrın liderimizi ziyaret etmek için randevu talep etmiş.
eh, artık dolar milyarderi olduğu için kolayca randevu almış ve beştepe'ye gitmiş.
erdoğan bunu kabul etmiş hemen ve olan biteni erdoğan'a anlatmaya başlamış.
erdoğan onu susturmuş ve konuşmaya başlamış.
"aynı yerde indirdiğim ne ilk ne de son genç sendin, ama benim ne demek, ne yapmak istediğimi bir tek sen anladın ve zengin oldun. bay kemal bunu bilmezzz." demiş.
velhasılı kelam, reisimizin aslında susması bile onu anlayabilenler için bir nimettir.
ümmetimizin lideri, asrın liderimiz henüz genç bir delikanlıyken iett spor kulübünde futbol oynamış, lakin babasının baskıları yüzünden futbolu bırakıp işçi olarak italya'ya gitmiş, torino şehrinde fiat fabrikasında işe başlamıştır.
alnının teri ile ekmek parasını kazanmaya çalışırken, günlerden bir gün fabrikaya rahmi koç gelmiş.
rahmi koç fabrikayı gezerken tayyip erdoğan'ı görmüş ve ona "ooo tayyip naber ya, napıyorsun burada" diye sormuş, ikili bir süre muhabbet ettikten sonra ayrılmışlar.
tabi fabrikadaki ustabaşı ve diğer işçiler meraklanmış.
tayyip erdoğan'a fiat'ın ortağı rahmi koç'u nereden tanıdığını sormuşlar.
erdoğan'da, "benim memleketlim yahu" diye cevap vermiş.
neyse efendim günler böyle geçerken yine bir gün fabrikaya, fabrikanın sahibi agnelli'lerin çapkın oğlu ve yeni sevgilisi brigitte bardot gelmişler.
tam erdoğan'ın bölümünü gezerlerken brigitte bardot yanındaki sevgilisine tayyip erdoğan'ı göstermiş, tayyip erdoğan'a el sallamışlar "naber tayyip hayırdır ne yapıyorsun burada" diye sormuşlar, tayyip erdoğan'da yanlarına gitmiş samimi bir muhabbet sonrası vedalaşıp ayrılmışlar.
tabi fabrika müdürü, ustabaşı ve diğer işçiler yine tayyip erdoğan'ın çevresini sararak ona bunları nereden tanıyorsun diye sormuşlar. tayyip erdoğan; "ohooo, ikisi de eski arkadaşım, çok severim" diye yanıtlamış.
birkaç gün sonra fabrikaya bu kez jean paul belmondo gelmiş, belmondo fabrikayı gezerken birden "vay tayyip baba ne arıyorsun burada be" diye seslenmiş. tayyip erdoğan ve belmondo muhabbete koyulmuşlar. tabi fabrika müdürü, ustabaşı ve diğer işçiler şok içinde...
belmondo fabrikadan ayrıldıktan sonra hemen tayyip erdoğan'a belmondo'yu nereden tanıdığını sormuşlar. erdoğan ise "ohooo, yahu bu benim iyi dostum, bana film teklifi gelmişti, kabul etmedim, yerime belmondo'yu önerdim, sonra o aldı yürüdü" demiş...
yine bir süre daha geçmiş, fabrikaya bu kez uganda diktatörü idi amin gelmiş.
idi amin fabrikayı gezerken tayyip erdoğan'ı görmüş, "tayyip, tayyip" diye seslenmiş, sarılmış öpüşmüşler muhabbet etmişler ve ayrılmışlar.
fabrikadakiler şaşkın, erdoğan'a idi amin'i nereden tanıdığını sormuşlar. "birlikte çok timsah avladık, can dostumdur" diye cevap vermiş erdoğan.
neyse aradan birkaç hafta geçmiş, bu kez iran şahı fabrikaya gelmiş, fabrikayı gezerken o da tayyip erdoğan'ı görmüş ve yanına gelmiş, kucaklaşıp öpüşmüşler, muhabbet selam faslından sonra şah da fabrikadan ayrılmış.
fabrika müdürü ve diğerleri iran şahı'nı nereden tanıdığını sormuşlar.
tayyip erdoğan; "yahu şah ile dostluğumuz çok eski, farah ile şah'ın nikah şahidiydim ben" diye yanıtlamış...
günler günleri kovalamış, bu kez fabrikaya sscb devlet başkanı leonid brejnev gelmiş.
brejnev de diğerleri gibi üretim bandını gezerken tayyip erdoğan'ı görmüş ve "yoldaş tayyip kak dela" diyerek erdoğan'a sarılmış. ikili muhabbet etmiş ve ayrılmışlar.
tabi ayrıldıktan sonra yine aynı muhabbet, erdoğan brejnev'i çok eskiden tanıdığını, brejnev'in iyi bir yoldaş olduğunu anlatmış.
tabi fabrikaya her ünlü biri geldikçe fabrika müdürü olsun, diğer müdürler, ustabaşları olsun kıskançlıktan çıldırıyorlarmış.
fabrika müdürü en nihayetinde tayyip erdoğan'ı yanına çağırmış.
"yahu tayyip, bu nasıl iş sen herkesi tanıyorsun, kimsin sen" diye sormuş.
tayyip erdoğan; "fiat'ın torino fabrikasında bir emekçiyim" diye yanıtlamış.
fabrika müdürü "peki madem herkesi tanıyorsun, papa'yı da tanıyor musun?" diye sormuş.
erdoğan; "tabi ki tanıyorum, papa ile çok iyi dostuz" diye cevaplamış.
inanmamışlar tabi, "yürü roma'ya gidiyoruz" diyerek bir heyet oluşturmuşlar. birlikte roma'ya gitmişler, vatikan'daki st pietro meydanına gelmişler.
tayyip erdoğan, yanındakilere; "şimdi siz burada bekleyin, ben yukarı çıkıp papa'nın koluna gireceğim ve balkondan size el sallayacağız" demiş.
tabi kimse inanmamış, ama yine de beklemeye başlamışlar.
meydan hınca hınç dolu, tayyip erdoğan, bazilikadan içeri girmiş, dakikalar sonra papa ile kol kola balkona çıkmış ve onu izleyen fiat fabrikası müdürlerine el sallamışlar. tayyip erdoğan papa ile vedalaşmış ve arkadaşlarının yanına dönmüş.
dönmüş dönmesine ama fabrika müdürü o sırada baygın halde yerde yatıyormuş.
erdoğan; "ne oldu, beni papa ile kol kola görünce şaşkınlıktan bayıldı değil mi" diye sormuş.
oradakiler cevaplamış. "hayır o yüzden bayılmadı"
erdoğan şaşırmış ve sormuş; "peki o halde niçin bayıldı müdür bey?"
diğer müdürler cevaplamış; "siz papa ile balkona çıkıp bize el salladığınızda, arkamızda fotoğraf çeken iki japon turist vardı, turistlerden biri yahu şu balkondaki bizim tayyip, ama yanındaki külahlı adam kim diye sorunca müdür bey dayanamadı ve bayıldı..."
ya işte böyle sevgili arkadaşlar.
biz ona boşuna "dünya lideri" demiyoruz. dünya lideri olmak hiç de kolay değil gördüğünüz gibi...