Bir Gün tayyip erdoğan pazarın birini gezmeye karar verir ve envayi çeşit kuşların satıldığı bir tezgaha yönelir.
Bütün kuşlar 10 liradır fakat bir tanesi ayrı bir kafes içinde ve 500 liradır.
tayyip erdoğan kuşçuya sorar:
-Bunlar 10 tl'de bu neden 500 tl?
Satıcı:
-efendim, 500'lük olan ötüşüyle diğer kuşları kendine çeker ve yakalanmalarını sağlar.
tayyip erdoğan bunun üzerine cebinden 1000 lira çıkarıp adama verir ve ver o kuşu bana der.
Herkes şaşkınlık içinde ne yapacak acaba koca dünya lideri bir kuşu diye düşünürken, tayyip erdoğan kuşun kafasını tuttuğu gibi gövdesinden ayırır ve der ki:
"KENDi IRKINA iHANET EDENiN SONU BUDUR..."
dünyanın en büyük ve en güzel projelerinden biri olan marmaray inşaatı sırasında kazı yapan makineler bir şeye denk gelir.
makinelerin ortaya çıkardığı şey elinde kılıcı ile şehit düşmüş bir yeniçeri iskeletidir. ve her nasılsa iskelet bir bütün halindedir ve elinde sımsıkı bir şekilde kılıcını tutmaktadır.
nice arkeologlar, nice bilim adamları gelir lakin yeniçeri elindeki kılıcını bir türlü bırakmaz.
bunun üzerine recep tayyip erdoğan'a durum haber verilir. o sırada dolmabahçe'deki çalışma ofisinde olan erdoğan durumu haber alır almaz marmaray inşaatına gider. erdoğan'a elinde kılıç tutan askeri gösterirler ve elindeki kılıcı bırakmadığını anlatırlar.
erdoğan askerin yanına doğru gelir ve bir dua okur, daha sonra askere doğru eğilir ve "haydi mehmedim kılıcını bırak istanbul fethedildi, sen muzaffer komutanın muzaffer askeri olarak şehid oldun" der.
erdoğan sözlerini tamamlar tamamlamaz asker elindeki kılıcı bırakır ve asker olduğu yerden kaldırılarak kabristanına taşınır.
türkiye'nin 81 vilayetini dolaşan dünya liderimiz recep tayyip erdoğan, yine böyle bir yurtiçi ziyarette bir anadolu şehrinde esnaf ziyaretinde bulunur.
yanındaki bakanlarla birlikte bir dükkandan içeri girerler, tayyip erdoğan dışarıda bekleyen çocuklara dağıtmak için dükkandan çikolata ve pisküvit almak ister, dükkan sahibi hemen tayyip erdoğan'ın yanına gelir ve o mübarek ellerinden öper,
tayyip erdoğan'a bakar ve, "sayın başbakanım, bugün ben hamdolsun nafakamı kazandım, rica etsem alışverişinizi karşı dükkandaki esnaf arkadaştan yapar mısınız onun ihtiyacı var" der.
bu sözler üzerine tayyip erdoğan'ın gözleri dolar, dükkan sahibini alnından öper ve dükkandan ayrılır, tam dükkanın çıkışında yanındaki ahmet davutoğlu'na döner ve şöyle der;
"işte türkiye bu insanlar sayesinde bir küresel güç, ben de bir dünya lideri olacağım ahmet" der...
12 eylül dönemi, cuntacılar gençlerimizi sağcı-solcu demeden katlederken bir operasyon sırasında askerler akıncılar ocağına girerler, içeride kim var kim yoksa katlederler, binaya bomba falan atarlar hatta.
askerler tam binadan çıkacakken binadan bir taş atılır. bunun üzerine askerler tekrar binayı yaylım ateşine tutarlar, bombalar atarlar.
tam işleri bitmiştir ki binadan bir el yine bir taş atar.
bunun üzerine bir gözü takma olan askerlerin komutanı cuntacı albay, binaya tekrar girilmesini ve taş atan kim ise bulunup kendine getirilmesini ister.
binaya giren askerler elinde kuranı kerim olan, uzun boylu ve zayıf bir delikanlıyı ite kaka dışarı cuntacı albay'ın huzuruna getirirler.
cuntacı albay bir binaya bakar, bir de zayıf uzun boylu gence bakar.
"sen delirdin mi delikanlı, neden bize taş atıyorsun, saklanıp canını kurtarsana" der.
delikanlı cevap verir, "o ilk taşı atmamı bana hz muhammed emretti" der.
cuntacı albay gülerek ve küçümseyerek devam eder. "haha ne muhammed'i burada muhammed yok" der ve ikinci taşı neden attığını sorar;
"ikinci taşı atmamı da hz ali istedi" der.
albay bununla da alay eder ve gence sorar, "peki delikanlı, sana bir soru soracağım benim hangi gözüm takma, hangisi gerçek"
delikanlı cevap verir. "sağ gözün gerçek"
cuntacı albay kahkaha atar, "yahu soruyu bilseydin seni salacaktım, ama bariz bir şekilde ortada ki benim sağ gözüm takma, ama sol gözüm gerçek ve sen bunu bilemedin" der.
bunun üzerine genç, "evet, sağ gözün takma belki ama o göz sol gözünden daha insanca bakıyordu, ben de senin az da olsa insanlığa sahip olduğunu zannettiğim için öyle dedim" der.
bu beklenmedik cevap üzerine cuntacı albay ve yanındaki askerler silahlarını yere bırakır, albay apoletlerini söker ve genç delikanlıdan özür diler. genç delikanlı oradan vakur bir şekilde ayrılırken tövbe istiğfar eden cuntacı albay arkasından bağırır;
"delikanlı bana ismini söyler misin?"
Bir gece recep tayyip erdoğan evin kilerinden tıkırtılar geldiğini farkederek uyanır.
kilerine bir hırsız girmiş ve un çuvalını sırtlayıp kaçmak istemişti. Fakat kaldırmaya güç yetiremeyince çuvalın ağzını açtı ve içinden bir miktar un boşalttı. Tekrar kaldırmak için hamle ettiyse de başaramadı.
Yine çuvalı boşaltıp kaldırmaya çalıştığı sırada tayyip erdoğan kilere girdi.
Çuvalın arkasından tutup,
- Evladım, yardım edeyim. Herhalde kaldıramıyorsun, dedi.
erdoğan'ın önce ayak sesini, ardından da söylediklerini işiten hırsız iyice korkmuştu.
Durumu farkeden tayyip erdoğan konuşmasını şöyle sürdürdü:
- Hadi ben yardımcı olayım da çuvalı sırtına yükleyelim; ama dikkat et, korumalar görmesin. Belki seni üzerler. Bir daha da ihtiyacın olduğunda kilere değil, bize gel. Biz senin ihtiyacını görelim.
Hırsız bu müsamaha ve cömertlik karşısında çok etkilendi, iyice mahcup oldu. tayyip erdoğan'dan af dileyerek kendisine hizmet eden kimseler arasına katıldı ve ilerleyen yıllarda bakan oldu.
milletin adamı turgut özal ülkeye "çağ atlatmak" için gecesini gündüzüne katıp çalışmakta, hayatını ülkesi ve halkın refahı için çalışmakla geçirmektedir.
2. boğaz köprüsü'nün yapımı esnasında da özal çalışmaları sürekli kendisi takip eder, gece gündüz çalışır ve gözlemlerdi.
bir gecenin yarısı turgut özal'ın birşey dikkatini çekti. boğazın karşı tarafında üsküdar dolaylarında bir evin bir odasının ışığı sürekli yanmaktaydı.
bir gece, iki gece, üç gece derken özal bir gece dayanamadı ve adnan kahveci'yi yanına çağırarak o evi gösterdi.
"adnan, adamları bir gönder hele o evde kim var, gecenin bu saatinde neden ışık yanıyor" diye talimat verdi.
aradan bir saat geçmişti ki adnan kahveci yanında bir genç ile özal'ın huzuruna geldi. "işte bu genç o evin sahibi başbakanım" diyerek genci özal'a takdim etti.
özal gence baktı ve sordu,
"delikanlı geceleri bakıyorum da ışığın sürekli yanıyor, söyle bakalım sen de benim gibi boğaz köprüsü yapmayı, barajlar yapmayı, ülkeye çağ atlatmayı mı düşünüyorsun?"
genç adam cevap verdi.
"sayın başbakanım, ben ülkemize boğaz köprüsü yapanlar, barajlar yapanlar, çağ atlatanlar için, milli irade ile millete hizmet edenler için geceleri kur'an okuyorum, onlar için allah'a dua ediyorum" der.
bunun üzerine turgut özal'ın gözleri yaşarır ve gence sarılır.
Küçük çocuk büyük insan edasında pastahaneden içeri girip masalardan birine oturmuş. Cebinden parasını çıkartıp saymaya başlamış. Garson kız küçük beyin oturduğu masaya yaklaşıp.
-Evet; ne istiyorsun? diye sormuş.
+Şey Bir dilim pasta ne kadar?
-20 kuruş
+Peki bir külah dondurma?
-12 kuruş
Çocuk elindeki paraları tekrar saymaya başladığında garson kız ona çıkışmış
-Acele et, akşama kadar senin siparişini bekleyemem, ne istiyorsan çabuk söyle.. bir sürü müşteri var görmüyor musun? demiş.
+Tamam, bana bir külah dondurma lütfen.
Garson kız siparişi aldıktan sonra Çattık yaa diyerek uzaklaşmış küçük çocuğun masasından. Bir süre sonra da dondurmayı getirip çocuğun masasına sert ve kızgın bir tavırla koyup gitmiş.
Çocuk dondurmasını yedikten sonra uzun bir süre garson kızın gelip hesabı almasını beklemiş ama kız onunla hiç ilgilenmemiş.
+Beni görmüyor mu acaba?
diye geçirmiş çocuk içinden. Sonra kalkıp kasaya giderek, yediği dondurmanın bedeli olan 12 kuruşu ödeyip dükkandan çıkmış.
Bir süre sonra garson kız küçük beyin oturduğu masayı temizlerken servis tabağının altında 8 kuruşluk bahşişi bulmuş. Genç kızın, gözlerinden yaşlar süzülmeye başlamış ve Beni affet küçüğüm demiş ne olur beni affet
Cemaat tek tük camiye girmekte. imam kürsüde. Girenlerin arasında Hızır Aleyhisselam da var.
Cemaatten biri gibi gidiyor bir köşeye oturuyor. Kürsüde imam sohbete başlıyor. Hızır'ın yanına otuz yaşlarında bir adam gelip oturuyor.
Cami yavaş yavaş dolmakta.
Adam, bir müddet sonra uyuklar bir vaziyette sallanıyor, ha uyudu ha uyuyacak. Hızır adamı dürtükleyip:
-Uyuyacaksın, diyor.
Adam:
-Uyumam, beni rahat bırak.
Hızır ses etmez, ancak ezan okundu okunacak, adam ha uyudu ha uyuyacak, bir daha dürtükleyerek:
-Uyuyacaksın dedim, diyor.
Adam:
-Ben de sana uyumam, beni rahat bırak dedim.
Rahat bırak beni, rahat bırak, yoksa Hızır olduğunu herkese söylerim, buradan çıkamazsın. Bu kalabalık sakalında bir tel bırakmaz.
Hızır susar ve gözlerini kapar, boynunu büker Allah'a yönelerek:
-Ya Rabbim! Bu nasıl iştir. Bu kulun benim kim olduğumu bildi. Bu nasıl iştir ki bendeki listede bunun ismi yok.
Cevap gelir:
-Sana verilen listede beni sevenlerin isimleri var. O ise benim sevdiklerimden...
o zaman henüz başbakan olan recep tayyip erdoğan terör bölgesine gider ve askerlerimize moral verir.
tabi erdoğan'ın yanında komutanlar da vardır.
erdoğan ve komutanların olduğu heyet sınırın sıfır noktasında bir sipere giderler askerimize destek olmak için, erdoğan sipere girer girmez çömelir, hatta çömelmesi o'nun "korktuğuna" yorulur ve hakkında dedikodular üretilir. https://galeri.uludagsozluk.com/r/713018/+
o siperde tayyip erdoğan ile birlikte eğilenlerden biri de dönemin genelkurmay başkanı ilker başbuğdur. son derece kemaliz olan başbuğ'a bir gün bu enstantane hatırlatılır ve erdoğan'ın korktuğu için çömeldiğinden bahsedilir. herkes gülerken necdet özel konuşmaya başlar.
"sipere girdiğimizde efendimiz tayyip erdoğan (r.a) hepimize çömelmemizi buyurdu, biz de çömeldik. sonra kendisine sokularak neden çömeldiğimizi sordum, bana 'burası neresi necdet' diye sordu. ben de 'askeri birliğin siperi' dedim. güldü bana ve dedi ki;
'ya necdet, burası askeriyedir evet, ama askeriye demek peygamber ocağı demektir, sen görmüyor musun ki önümüzde hz muhammed aleyhisselam da bizimle beraber siperdedir ve çömelmiş düşmanı seyretmektedir, o'nun çömeldiği yerde biz nasıl ayakta dururuz?' demiştir, işte ben o zaman recep tayyip erdoğan efendimize biat ettim" diye anlatır.
Bir adam, Bu gece mutlaka bir sadaka vereceğim deyip sadakasıyla çıktı. Fakat (farkına varmadan) onu bir hırsızın avucuna sıkıştırdı. Sabah olunca herkes,
Bu gece bir hırsıza sadaka vermiş diye dedikodu yaptı.
Adam,
Yâ Rabbi, bir hırsıza sadaka verdiğim için sana hamd ediyorum dedi ve ilave etti:
Ancak mutlaka bir sadaka daha vereceğim.
Yine sadakasıyla çıktı.
Gece karanlığında bu sefer de bir orospunun avucuna sadakayı sıkıştırdı.
Sabahleyin herkes,
Bu gece bir zâniyeye sadaka vermiş diye dedikodu yaptı.
Adam,
"Allahım, bir hısız ve fahişeye sadaka verdiğim için sana hamdolsun. Yine de bir sadakada bulunacağım" dedi.
Sadakasıyla birlikte sokağa çıktı.
Karanlıkta bu sefer de bir zenginin eline sadakasını sıkıştırdı.
Sabahleyin herkes,
Bu gece bir zengine sadaka vermiş diye dedikodu yaptı.
Adam,
Allahım, bir hırsız, bir fahişe ve bir zengine sadaka verdiğim için sana hamd ediyorum dedi.
Bilahare gece rüyasında ona şöyle denildi:
"Senin sadakaların kabul edildi: Şöyle ki: (ihlasla yani Allah rızası için vermen sebebiyle) hırsızın hırsızlıktan vazgeçip iffete gelmesi, fahişenin zinadan vazgeçmesi, zenginin ibret alıp Allahın kendine verdiklerinden tasadduk etmesi umulur."
burak ve bilal adında iki kardeş varmış, bunların zenginlikleri herkesin dilinde imiş ve haklarında dedikodular ayyuka çıkmış.
herkes bunların servetlerinin haram kaynaklı olduğu konusunda dedikodular yapmaktaymış.
günlerden bir gün bu dedikoduları yayan fethullah isimli zat, cemaatine mensup kişilere bilal ve burak ile ilgili haram yediklerine ve haksız kazanç elde ettiklerine dair delil bulmalarını ve bu delilleri kamuoyu ile paylaşıp bunları rezil etmelerini emretmiş.
fethullah'ın görevlileri günlerce, gecelerce bu bilal ve burak'ı gözlemiş ve fethullah efendi'ye rapor etmişler. en son herhangi bir somut delil elde edemedikleri için görevi bırakıp fethullah'ın yanına giderek durumu anlatmışlar.
fethullah kızgın bir şekilde sormuş;
"nasıl bir şey bulamazsınız"
görevli cevap vermiş, "bulamadık efendim, bulamayız da..."
ve anlatmış;
emrettiğiniz üzre burak ve bilal'i adım adım takip etmeye başladık, burak ve bilal her ikisi de gün boyu çalışıyorlar, normal bir şekilde para kazanıyorlar. akşam olduğunda da herkes kazancını alıp bankaya götürüyor ve bankaya yatırıyor. lakin bir süre sonra tekrar bankaya gidiyorlar, bilal kendi hesabından para çekiyor ve "kardeşimin ihtiyacı vardır biraz benim hesabımdan ona para aktarayım" diyor ve parasının bir kısmını burak'ın hesabına aktarıyor.
daha sonra da burak bankaya gidiyor ve "abimin ihtiyacı vardır, biraz benim hesabımdan abime aktarayım" diye düşünüp parasının bir kısmını abisinin hesabına aktarıyor.
böylece iki kardeşin servetlerinden bir eksilme olmuyor, hiç dara düşmüyor, yokluk çekmiyorlar.
diye anlatır.
bunun üzerine fethullah şöyle der.
"söylesenize, biz bu allah dostları ile nasıl uğraşabiliriz ki"...
Yeni evli bir çift vardı.
Evliliklerinin daha ilk aylarında, evliliğin hiç de hayal ettikleri gibi olmadığını anlamışlardı.
Aslında birbirlerini sevmiyor değillerdi.
Son zamanlarda o kadar sık olmasa da, evlenmeden önce sık sık birbirlerini çok sevdiklerine dair ne kadar da dil dökmüşlerdi.
Ama şimdilerde, küçük bir söz, ufak bir hadise aralarında orta çaplı bir kavganın çıkmasına yetiyordu.
Bir akşam oturup, ilişkilerini gözden geçirmeye karar verdiler. Her ikisi de, boşanmayı istememekle beraber, işlerin böyle gitmeyeceğinin farkındaydılar.
Erkek, Aklıma bir fikir geldi dedi.
Bahçeye bir ağaç dikelim ve eğer bu ağaç üç ay içinde kurursa, boşanalım.
Kurumaz da büyürse ayrılmayı bir daha aklımızdan geçirmeyelim.
Bu süre içinde de ayrı ayrı odalarda kalalım.
Bu ilginç fikir eşinin da hoşuna gitti. Erkesi gün gidip bir meyve fidanı aldılar ve birlikte bahçeye diktiler.
Aradan bir ay geçti. Bir gece bahçede karşılaştılar. Her ikisinin de elinde içi su dolu birer bidon vardı...
80'lı yıllar ve henüz tayyip erdoğan pek tanınmış bir siyasetçi değil de sıradan bir vatandaş iken bir gün evlerinde televizyon bozulur,
tamirci gelip TV nin arkasını açmış ki bir sürü ekmek kırıntısı...
Tabi kimin yaptığını hemen anlamışlar.
Evin dört yaşındaki yaramaz kızı sümeyye'dir bunu yapan.
Bu hangi ailemizde gerçekleşirse gerçekleşsin ilk göstereceğimiz tepki genellikle öfkeli bir davranıştır.
Tamircinin yanında bağırır, çağırırız.
Fakat emine hanım öyle yapmamış, çocuğuyla konuşmayı denemiş ve ekmek kırıntılarını neden oraya attığını öğrendikten sonra ağlamaya başlamış.
meğer küçük sümeyye ekranda Afrika daki aç çocukları gördükçe mutfaktan ekmek alıp TV nin açık bulduğu tek yerinden, arkasındaki ızgaralardan açlık çeken kardeşlerine ulaşması için içeri atıyormuş...
işte böyle,
şimdi bu duygulardan yoksun atayiz ve kemalizler de "afrika'ya neden bu kadar ilgi duyuyorsunuz" diye hesap soruyorlar.
cevabı ta o yıllarda minik sümeyye vermiş sanırım.
Adamın biri camiye gitmek üzere evinden çıkar fakat sokak karanlıktır ve giderken yolda ayağı takılır düşer. Kalkıp üstünü silkeleyip evine geri döner, elbisesini değiştirip temiz kıyafetlerle tekrar yola çıkar, fakat yine düşer. Yeniden eve gidip üstünü değiştirir ve yola çıkar.
Yolda elinde lamba ile birini görür.
Yolunu aydınlatan bu adamla beraber mescide doğru ilerlerler.
Adam lambayı tutan kişiden namazı kendisinin kıldırmasını ister lambayı tutan adam ise kabul etmez.
Düşen adam ısrarla teklif eder tekrar ret cevabını alınca merak edip sorar "neden kıldırmıyorsun?" Lamba tutan adam kendisinin şeytan olduğunu söyler.
Adam şok olur ve neden kendine ışık tutup yolunu aydınlattığını sorar;
Şeytan der ki:
Seni düşüren bendim.
mescide gitmemen için düşürdüm ve sen ilk düştüğünde eve gidip elbiseni değişip tekrar mescide doğru çıkınca Allah senin tüm günahlarını affetti.
Ben seni ikinci defa düşürdüm sen tekrar üşenmedin eve gidip elbiseni değiştin tekrar yola çıktın, bu defa Allah senin ehli beytinin günahlarını bağışladı.
Ben korktum ki üçüncü düşmende Allah bu kez tüm ülkenin günahlarını bağışlayacak ve benim onca uğraşım boşa gidecek. O sebeple senin güvenli bir şekilde mescide ulaşman için lambayla senin yolunu aydınlattım.
Bu söz yaşlı çiftlik sahibinin kafasını çok karıştırmıştı, fakat bu genç adamdan da çok hoşlanmıştı ve bu yüzden onu işe aldı. Birkaç gün sonra yaşlı çiftlik sahibi ile karısı gece yarısı çok sert ve şiddetli bir rüzgarla uykularından fırladılar. Bir sorun çıkma ihtimaline karşı her yeri kontrol etmeye başladılar. Pencere ve kapıdaki kepenklerin sıkıca kapatılıp kancalarının yerlerine takıldığını gördüler. Kalın ağaç kütükleri ise sıra sıra dizilmişti. Tarım araçları güvenli bir şekilde hangara yerleştirilmişti. Traktör garajdaydı. Ahırın kapısı düzgün bir şekilde kapatılmış ve kilitlenmişti. Hatta içerideki tüm hayvanlar oldukça sakindiler. Genç adam hemen ilerideki kulübesinde huzurlu bir şekilde uyuyordu.
işte o anda, yaşlı çiftlik sahibi, genç adamın o gün ona ne demek istediğini anladı.
Çünkü genç adam, fırtınasız güzel günlerde bir gün şiddetli bir fırtına ile çiftlikteki her şeylerini kaybedebileceklerini düşünerek, işlerini o kadar bağlılıkla ve düzgün bir şekilde yapmıştı ki, en sert, en şiddetli fırtına dahi esse, yatağında huzurla uyuyabilirdi.
Birgün yaşlı bir derviş, bir kucak dolusu elma ile bayırlar aşan bir genc delikanlıya rastlamış
Bozkırın sıcağında yorgunluktan al almış delikanlının yanakları.
Nereye gidersin? Ne doldurdun kucağına? diye sormuş derviş.
Uzak bir tarlayı işaret etmiş delikanlı.
annem ve babam çalışıyor orada. Ona elma götürüyorum.
Kaç tane diye soruvermiş baba derviş.
delikanlı şaşkın:
insan sevdiğine götürdüğü şeyi sayar mı hiç? diye yanıtlamış delikanlı.
bu cevap üzerine derviş utanmış ve,
Usulca kırıvermiş elindeki tesbihi
ve sonra delikanlıya tekrar sormuş;
"ey evlat bunca yıllık hayatımda bana en büyük dersi sen verdin. adını bağışla hele.
adım "recep tayyip'tir derviş dede, diye yanıtlamış delikanlı.
derviş ona el sürmüş duasını okumuş ve yüzüne üflemiş ve ortadan kaybolmuş...
asırlardır, hemen hemen her millette farklı bedenlerde can bulan kişidir.
-sırtını ilahi bir güce dayadığını söyler bazen alenen bazen ima ile.
-gözü kapalı yalan söyler ve yüzü kızarmaz.
-iktidar için her an herkesi ve her şeyi satabilir.
-ve kendinden daha zeki bir güç tarafından kullanılır.
dünya liderimiz, varlığı ile coğrafyamızın makus kaderine son veren büyük insan recep tayyip erdoğan'ın ne kadar allah dostu, ne kadar kıymetli bir mümin ve ne kadar büyük bir insan olduğuna dair anlatılar barındıran mitologyadır.
her türkiye genci bunları okumalı ve ibret alarak recep tayyip erdoğan gibi örnek bir mümin ve örnek bir insan olmalıdır.