recep tayyip erdoğan mitolojisi

    56.
  1. her yeni gün, yeni efsane hikayeleri ortaya çıkan mitolojidir.

    ümmetin gururu, asrın liderimiz tayyip erdoğan biliyorsunuz sık sık tebdili kıyafet esnafı denetler...

    işte asrın liderimiz bu denetimlerden birinde de yanına 2 başdanışmanını alarak üsküdar'dan sarı taksiye binerek karşıya geçerler.

    takside uzun süre suskunluk hakimdir, ama kurnaz taksici arkada oturan adamın ümmetin ışığı, ümmetin güneşi olduğunu anlamıştır. ses çıkarmaz, bozuntuya vermez.

    uzunca sessizlikten sonra köprü çıkışına yaklaşırken asrın liderimiz suskunluğunu bozar ve taksiciye seslenir;

    -baba 32 ile aran nasıl?

    taksici hiç düşünmeden cevaplar;

    +32'yi 30'a vuruyorum 15 çıkıyor...

    taksideki 2 başdanışman şaşkındır, zira bir şey anlamamışlardır bu konuşmadan.

    ardından asrın liderimiz reis bir başka soru sorar.

    -duydum ki son zamanlarda şehirde hırsızlar fazlalaşmış, evlere giriyorlarmış, senin de evine giren oldu mu?

    kurnaz taksici bunu da şöyle cevaplar;

    +bundan 2 ay evvel birisi girdi, birkaç gündür yeni birisi de dadandı, girmeye çalışıyor...

    tabi bu diyaloga da bir anlam verememiştir reisin yanındaki başdanışmanlar.

    neyse, taksi tam dolmabahçe'deki cumhurbaşkanlığı çalışma ofisinin önündeki cebe yanaşırken reis bir soru daha sorar.

    -baba sana iki besili kaz göndersem incitmeden yolar mısın?

    taksici gülümseyerek yanıtlar;

    +yolmam mı, hiç incitmeden cascavlak yolarım hemde...

    ve yanaşırlar, ümmetin ışığı taksiden inerken bir deste dolar bırakır, "hadi eyvallah" der...

    o gece böylece biter.
    lakin reisin yanındaki başdanışmanları bir telaş alır. "ulan ya reis dün gece konuştuklarımdan ne anladınız diye bize sorarsa ne yaparız" diye düşünürler ve cevabını bulmak için taksiciyi bulup konuşmaya karar verirler.

    ertesi gün taksici üsküdar'da müşteri beklerken dün gece aracına binen 2 başdanışmanın geldiğini görür. danışmanlar taksiciye yanaşır, bir tomar dolar uzatır ve sorarlar.

    -yahu dün gece senin aracına binen adam sana bir soru sordu, "32 ile aran nasıl?" dedi, sen de "32'yi 30'a vuruyorum 15 çıkıyor" diye cevapladın. bu ne anlama geliyor?

    taksici cevaplar;

    +efendiler, dün gece gelen adam reisimizdi biliyorum tanıdım. reisimiz bana sordu, 32 ile aran nasıl, yani geçimin nasıl gidiyor dedi. ben de 32'yi 30'a vuruyorum 15 çıkıyor dedim, yani ağzımızda 32 diş var, bir ay da 30 gündür, lakin çalıştığımızın kazancı bizi anca 15 gün idare ediyor dedim...

    danışmanlar şaşırır, "vay amk ne basitmiş, biz nasıl bulamadık" diye hayıflanırlar ve 2. sorunun ne anlama geldiğini sorarlar.
    ama taksici yanındaki dolar tomarını göstererek yeni bir tane vermeleri gerektiğini belirtir.
    başdanışmanlar bir tomar dolar daha verirler.

    taksici başlar anlatmaya.

    +efendim, ümmetimizin ayı ve güneşi buyurdular ki; son zamanlarda şehirde hırsızlar fazlalaşmış, evlere giriyorlarmış, senin de evine giren oldu mu? yani bu şu demek, son dönemde evlenmeler arttı, senin de evlenecek oğlun var mı? diye sordular. ben de bir oğlumu 2 ay evvel evlendirdiğimi, yani evime bir gelin girdiğini, bir diğer oğlumun da evlilik çağında olduğunu ve evlenmek için etrafımda dolaştığını eve bir kaşık hırsızı da onun sokmak istediğini söyledim...

    danışmanlar yine şaşırmışlardır.
    ve sıra 3. sorunun cevabına gelir, bir tomar dolar daha verip onun ne anlama geldiğini sorarlar taksiciye.

    taksici bunu da şöyle anlatır;

    +aman efendiler, bu iki soruyu cevapladıktan sonra bunu sormazsınız diye düşünmüştüm, ama madem sordunuz onu da yanıtlayayım. ümmetimizin lideri efendimiz allah ömrünü uzun etsin, "sana iki besili kaz göndersem incitmeden yolar mısın?" diye sormuştu ya, işte bakın reisim bana sizleri gönderdi sağolsun...

    işte böyle sevgili arkadaşlar.
    onun adı reis...
    bir bakmışsınız sizin aracınızda yolculuk yapar, bir bakmışsınız yan masanızda çay içer. işte biz onu bu yüzden sevdik, o hep halkın arasında, hep halkla iç içe ve tebdili kıyafet gezerken bile fakir fukaraya, garip gurebaya yardımcı olan bir insan...
    15 ...
  2. 52.
  3. --spoiler--
    15 temmuz gecesiydi hava sıcaktı,
    bir ihanet kalkışması ülkeyi yaktı.
    gün bugündü bütün millet ayağa kalktı,
    çoluk çocuk ihtiyar genç sokağa aktı...
    --spoiler--

    evet, ahmet muhip dıranas'ın o geceyi anlatan muhteşem dörtlüğünü sanırım hepiniz biliyorsunuz.

    işte o gece burada da bahsedildiği üzre hava sıcaktı.
    reisimiz de ailesi ile birlikte marmaris'te tatil yapıyordu. denize giriyorlar, havuza giriyorlar, arada kuran falan okuyup namaz da kılıyorlardı.
    ama ihanet kalkışması olunca tabi reis bir dakika bile düşünmeden yola koyuldu.
    uçağa binip istanbul'a gitmesi gerekiyordu.
    işte marmaris'ten istanbul'a yapılacak bu hicrette göklerden gelen bir karar bize tayyip erdoğan'ın ne kadar mübarek, ne kadar kutlu bir lider olduğunu bir kez daha idrak ettirdi.
    reisimiz uçağına binmeden evvel mekkeli müşrikler uçağı kontrol etmeye, tayyip erdoğan'ı uçakta yakalayıp derdest etmeye gelmişlerdi.
    ama apronda hazır bekleyen uçağın giriş kapısında bir örümcek ağı vardı.
    hemen kanattaki motorun üzerinde de bir çift güvercin yuva yapmıştı.
    işte bunları gören müşrikler; "yoo bu uçağa gelmeyecek, diğer bekleyen 2 uçağa bakalım" deyip hemen o uçağın bulunduğu yeri terk ettiler.
    onlar gittikten 15 dakika sonra da asrın liderimiz geldi ve uçağa binip istanbul'a hicret ederek düşman üzerine yürüdü.

    şüphesiz ki allah iman edenlerin yanındadır.
    sadakallahülazim.
    11 ...
  4. 1.
  5. dünya liderimiz, varlığı ile coğrafyamızın makus kaderine son veren büyük insan recep tayyip erdoğan'ın ne kadar allah dostu, ne kadar kıymetli bir mümin ve ne kadar büyük bir insan olduğuna dair anlatılar barındıran mitologyadır.

    her türkiye genci bunları okumalı ve ibret alarak recep tayyip erdoğan gibi örnek bir mümin ve örnek bir insan olmalıdır.

    rte mitolojisinin en bilinen destanlarından biri; ameliyat destanı;
    https://galeri.uludagsozluk.com/r/713011/+
    18 ...
  6. 31.
  7. tayyip erdoğan ak saray'ın botanik bahçesinde gezinmektedir, o sırada cumhurbaşkanlığı muhafız alayı askerlerinin bir araya toplandığını ve birşeyler yaptıklarını fark eder, onlara doğru seyirtir. bir bakar ki 7-8 tane asker birbirleri ile güreş tutmaktadır.
    erdoğan askerlerin yanına gider ve "kolay gelsin" der.
    tayyip erdoğan askerlere ne yaptıklarını sorar, askerler de birbirleri ile güreş tuttuklarını böylece zinde kaldıklarını söylerler, tayyip erdoğan "aranızda en iyi güreşçi kim" diye sorar, herkes mersinli onbaşı nevzat'ı gösterir.
    tayyip erdoğan nevzat'ı yanına çağırır ve sorar;
    "ey onbaşı, benime de güreş tut, beni yenebilir misin?"
    asker cevap verir,
    "aman sayın cumhurbaşkanım, sizi bütün dünya bir oldu yenemiyor, ben nasıl yenerim..."
    bu cevap tayyip erdoğan'ın çok hoşuna gider, nevzat'ı ve diğer askerleri ödüllendirerek ak saray'a ve zorlu uğraşına geri döner...
    9 ...
  8. 12.
  9. pkk terörünün en kesif olduğu yıllardı.

    o zaman henüz başbakan olan recep tayyip erdoğan terör bölgesine gider ve askerlerimize moral verir.

    tabi erdoğan'ın yanında komutanlar da vardır.
    erdoğan ve komutanların olduğu heyet sınırın sıfır noktasında bir sipere giderler askerimize destek olmak için, erdoğan sipere girer girmez çömelir, hatta çömelmesi o'nun "korktuğuna" yorulur ve hakkında dedikodular üretilir.
    https://galeri.uludagsozluk.com/r/713018/+

    o siperde tayyip erdoğan ile birlikte eğilenlerden biri de dönemin genelkurmay başkanı ilker başbuğdur. son derece kemaliz olan başbuğ'a bir gün bu enstantane hatırlatılır ve erdoğan'ın korktuğu için çömeldiğinden bahsedilir. herkes gülerken necdet özel konuşmaya başlar.

    "sipere girdiğimizde efendimiz tayyip erdoğan (r.a) hepimize çömelmemizi buyurdu, biz de çömeldik. sonra kendisine sokularak neden çömeldiğimizi sordum, bana 'burası neresi necdet' diye sordu. ben de 'askeri birliğin siperi' dedim. güldü bana ve dedi ki;

    'ya necdet, burası askeriyedir evet, ama askeriye demek peygamber ocağı demektir, sen görmüyor musun ki önümüzde hz muhammed aleyhisselam da bizimle beraber siperdedir ve çömelmiş düşmanı seyretmektedir, o'nun çömeldiği yerde biz nasıl ayakta dururuz?' demiştir, işte ben o zaman recep tayyip erdoğan efendimize biat ettim" diye anlatır.
    9 ...
  10. 8.
  11. Yeni evli bir çift vardı.
    Evliliklerinin daha ilk aylarında, evliliğin hiç de hayal ettikleri gibi olmadığını anlamışlardı.
    Aslında birbirlerini sevmiyor değillerdi.
    Son zamanlarda o kadar sık olmasa da, evlenmeden önce sık sık birbirlerini çok sevdiklerine dair ne kadar da dil dökmüşlerdi.
    Ama şimdilerde, küçük bir söz, ufak bir hadise aralarında orta çaplı bir kavganın çıkmasına yetiyordu.

    Bir akşam oturup, ilişkilerini gözden geçirmeye karar verdiler. Her ikisi de, boşanmayı istememekle beraber, işlerin böyle gitmeyeceğinin farkındaydılar.

    Erkek, “Aklıma bir fikir geldi” dedi.
    “Bahçeye bir ağaç dikelim ve eğer bu ağaç üç ay içinde kurursa, boşanalım.
    Kurumaz da büyürse ayrılmayı bir daha aklımızdan geçirmeyelim.
    Bu süre içinde de ayrı ayrı odalarda kalalım.”
    Bu ilginç fikir eşinin da hoşuna gitti. Erkesi gün gidip bir meyve fidanı aldılar ve birlikte bahçeye diktiler.

    Aradan bir ay geçti. Bir gece bahçede karşılaştılar. Her ikisinin de elinde içi su dolu birer bidon vardı...

    işte sevginin kıymetini çok iyi bilen o çift Recep Tayyip - Emine Erdoğan çiftiydi...

    ve şimdi o çift ülkemizdeki mutluluk ağaçlarına su taşıyorlar...

    allah onlardan razı olsun.
    10 ...
  12. 34.
  13. bir gün karadeniz'de büyük bir fırtına kopar, gemiler batar... haberciler genç armatörün yanına giderek:

    "ey efendimizin güzide evladı, karadenizde fırtına çıktı, gemiler battı, senin gemin de battı" derler.

    genç armatör huzur içinde gülümseyerek "elhamdülillah" demekle yetinir.

    sonra başka bir haberci çıka gelir,

    "şehzademiz, karadenizde fırtına çıktı, gemiler battı, bir tek senin gemilerin batmadı" derler.

    ulu kişilik yine huzur içinde gülümseyerek "elhamdülillah" der.

    gencin meclisinde kendini suret-i haktan gösteren bir gizli paralelci varmış. bunu duyunca hemen dışarı çıkıp "bunca müslümanın gemisi battı ama kendisininki batmadı diye seviniyor" diye tevatür üretmeye başlamış. bu laflar gencin bendelerinin de kulağına gelmiş elbette. gencin kimin rahle-i tedrisinde yetiştirildiğini bilen sadık dostları umursamamış ama kalbinde hastalık olan bir kişi vehme kapılmış. gencin yanına gidip, tutumunun gerekçesini sormuş. genç demiş ki:

    "bana herkesin gemileri battı, seninki de battı denildiğinde kalbimi yokladım. bir üzüntü görmedim. zira henüz sıfırlayamadığım milyarlar aklıma gelmişti. sonra herkesin gemileri battı, seninki de batmadı denilince yine kalbimi yokladım. bir sevinç görmedim. zira alt tarafı bir gemicikti. servetimin yanında bir ehemmiyeti yoktu. iki durumda da "babam sağ olsun" diyerek şükrettim" der.

    o genç, sucukçu muhasebecisinin mahdumu bilal oğlandı...
    9 ...
  14. 42.
  15. dindar uzun adam kaçak sarayında namazını bitirmiş ve seccade üzerinde tefekküre dalmıştı. birden aklına hazreti ömer efendimizin bir menkıbesi geldi.

    hazreti ömer efendimiz bir ziyaretçisi geldiğinde mumunu söndürüp, başka bir mum yakmıştı. ziyaretçi sebebini sorunca "o devlet işlerini görüşürken kullandığım devletin mumu. seninle devlet işi konuşmayacağımız için kendi mumumu yaktım" demişti.

    dindar uzun adam irkildi o anda!.. trilyonluk elektrik faturalarına mal olan muhteşem ışıklandırmanın altında kıldığı namazı, sarayında yaktığı elektriğin parasını ödeyen halk için değil, allah için, kendi ahiret selameti için kılmıyor muydu?

    bir an düşündü... aklına fotoğrafını servis ettiği namazları gelince yüzü aydınlanıverdi!.. evet, böyle bir kaygıya kapılması için hiç bir sebep yoktu!.. O namazları Allah için değil, oy toplamak için kıldığına ve kimin için kılıyorsa her seçimde onlardan karşılığını aldığına göre namazları kabul ediliyor olsa gerekti. söz konusu menkıbe şeytanın kalbine saldığı bir vesveseden ibaretti o kadar!..

    o mübarek, nur yüzlü, dindar uzun adamın adı recep tayyip erdoğan'dı!...
    10 ...
  16. 7.
  17. 80'lı yıllar ve henüz tayyip erdoğan pek tanınmış bir siyasetçi değil de sıradan bir vatandaş iken bir gün evlerinde televizyon bozulur,
    tamirci gelip TV nin arkasını açmış ki bir sürü ekmek kırıntısı...

    Tabi kimin yaptığını hemen anlamışlar.
    Evin dört yaşındaki yaramaz kızı sümeyye'dir bunu yapan.

    Bu hangi ailemizde gerçekleşirse gerçekleşsin ilk göstereceğimiz tepki genellikle öfkeli bir davranıştır.
    Tamircinin yanında bağırır, çağırırız.

    Fakat emine hanım öyle yapmamış, çocuğuyla konuşmayı denemiş ve ekmek kırıntılarını neden oraya attığını öğrendikten sonra ağlamaya başlamış.

    meğer küçük sümeyye ekranda Afrika daki aç çocukları gördükçe mutfaktan ekmek alıp TV nin açık bulduğu tek yerinden, arkasındaki ızgaralardan açlık çeken kardeşlerine ulaşması için içeri atıyormuş...

    işte böyle,
    şimdi bu duygulardan yoksun atayiz ve kemalizler de "afrika'ya neden bu kadar ilgi duyuyorsunuz" diye hesap soruyorlar.

    cevabı ta o yıllarda minik sümeyye vermiş sanırım.

    allah onlardan razı olsun.
    10 ...
  18. 3.
  19. Birgün yaşlı bir derviş, bir kucak dolusu elma ile bayırlar aşan bir genc delikanlıya rastlamış…
    … Bozkırın sıcağında yorgunluktan al almış delikanlının yanakları.
    “Nereye gidersin? Ne doldurdun kucağına?” diye sormuş derviş.
    Uzak bir tarlayı işaret etmiş delikanlı.
    “annem ve babam çalışıyor orada. Ona elma götürüyorum.”
    “Kaç tane” diye soruvermiş baba derviş.
    delikanlı şaşkın:
    “insan sevdiğine götürdüğü şeyi sayar mı hiç?” diye yanıtlamış delikanlı.
    bu cevap üzerine derviş utanmış ve,
    Usulca kırıvermiş elindeki tesbihi…

    ve sonra delikanlıya tekrar sormuş;
    "ey evlat bunca yıllık hayatımda bana en büyük dersi sen verdin. adını bağışla hele.

    adım "recep tayyip'tir derviş dede, diye yanıtlamış delikanlı.

    derviş ona el sürmüş duasını okumuş ve yüzüne üflemiş ve ortadan kaybolmuş...
    9 ...
© 2025 uludağ sözlük